Gördüğüm Bayburt, “Şen ol” dediğim Bayburt mu? Hiç de değil! Taş konaklar, Saray Bahçesi, Koruk, İleri Sokak, İmaret, Şehit Osman… Tümü silinmiş; kişiliğini kaybetmiş, yürek yakıyor. Hiç biri de “şen” değil…
Bayburt, hamam kültürü yönünden çok zengindi. Üç hamam, kasabamızın pirüpak olmasına ortam hazırlıyordu: Galer (Paşaoğlu), Bent ve Çarşı hamamları. Bizim mahallemizin hamamı, Galer Hamamı’ydı. Ve bu hamamın hizmet sunduğu mahallelilerin, özellikle de gençlerinin yaşamlarında önemli bir yeri vardır.
Galer Hamamı’nın tarihi çok eski. Bilinen sahipleri dört kuşak geriye götürülebiliyor. Demek ki 300 yıldan eski. Arkası Pönserek’e dayanır; önüyse geniş bir sokağa bakar. Bu ikisinin arasında külhan, hamam, hizmet alanları sıralanır. Toprak bacalı, taş duvarlıdır. Külhanında odun, son yıllarda kömür yakıldı.
Girişte geniş bir alan ve alanın ortasında da sanırım beşgen, ortasından bol soğuk su fışkıran büyük bir havuz, havuzun içinde de her zaman meşrubat şişeleri bulunurdu. Çepeçevre duvarların önünde soyunma yerleri vardı. Ana girişin hemen sol yanında bayanlardan giriş ücretini toplayan kişinin oturduğu taht(!) yer alırdı. Alanın karşısında birkaç basamakla çıkılan ve Pönserek’e bakan pencereleriyle ana soyunma bölümü vardı. Selvet’in tahtı(!) da buradaydı.
Havuzun sol karşısındaki kapıdan hamam bölümüne girilirdi. Önce soğukluk sora da ortasındaki kocaman “göbek taşı” ile yıkanma bölümü gelirdi. Göbek taşının dört ucu, dört hücreye bakardı: Poşaların Kurna, İncearapların Kurna ve Kondolotların Kurna… Dördüncüsünün de adı vardır ama ben anımsayamadım. (Yoksa “Kemeraltı” mıydı!?) Bu hücrelerin arasında, göbek taşının iki yanında da açık kurnalar; girişin tam karşısında da “cehennemlik” dediğimiz sıcak su haznesi vardı. Külhanda üretilen ısı ile birlikte ocağın sıcak dumanı, göbek taşının altından dolanarak bacaya ulaşır, yıkanma bölümünü tam olarak ısıtırdı. Hele “göbektaşı”, terlemek, terli terli keselenmek, masaj yaptırmak için birebir(di)…
Galer Hamamı’nda kullanılan su çok uzaklardan gelirdi. Kaynağından itibaren hamama aitti. Bu suyun akıtıldığı Paşaoğlu Paharı (Çeşmesi), hamamın tam karşısındaydı. Su o kadar boldu ki çeşmeye de hamama da bol bol yeterdi. Zamanla bakımsızlıktan su azaldı,sadece hamama yetti. Hamamın kullanımından sonra artarsa çeşmeye su verilir oldu. Şimdi ne durumda bilmiyorum. Ama çeşmenin gürül gürül akarak söylediği şarkı hâlâ kulağımda. Hamamın havuzunda da aynı şarkıyı dinlerdik.
Hamamla bütünleşmiş kişiler vardı. Galer Hamamı ve bunlar birbirini ta-mamlardı. Bunların başta geleni Faruk Abi’ydi. O, hamamın bana göre baş aktörüydü. Külhanın kralıydı. Külhan, soğuk kış gecelerinde mahalle gençlerinin toplantı yeri de olurdu. Kapısında kocaman bir kilit asılıydı, yan tarafında da külhan yakacağının stok yapmak için giriş yaptığı kocaman pencere vardı. Biz çocuklar ve gençler için külhana bu pencereden girmek daha ilginç gelirdi. Bir bakıma zorunluluktu da. Özel günler ve durumlar dışında hamam geceleri kapalı, külhan da kilitli olurdu. Külhanda sıcacık oturur, “uyutulmuş” külhan ocağında kartol(patates) közlerdik. Faruk Abi’ye yakalanma tedirginliğinin eşliğinde sohbetler, şakalaşmalar gırla giderdi. Zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Gecenin geç saatlerinde eve döndüğümüzde annelerimiz külhan kaçamağı yaptığımızı hemen anlardı; çünkü tütsü kokardık!
Hamamın içinde ise Hanefi Emi, Süleyman Abi ve Hamza (Abi mi Emi mi?) ninborusu öterdi. Onlardan birine yorgun bedenimizi, temizlenmek üzere teslim ederdik. Önce göbek taşında keseler, sonra bol köpüklü sabunla yıkamak için kurnalardan boş olan birinin yanına alırlardı. Arınır, peştamal ve havlulara sarınarak, yıkanma bölümünden çıkar, soyunma bölümünde rahat minderlere atardık kendimizi. Soğuk havalarda sıcacık havlular ek olarak üstümüze atılırdı.
Bize göre hamamın tek sahibi ve egemeni rahmetli Selvet’ti. İşletmenin muhatabı oydu. O tümümüzün -içtenliğimize ve rahmetliyle olan hukukumuza sığınarak- Topal Selvet’iydi. Yıllarca derin hoşgörüsü, koskocaman yüreği ve bu yürekte hiçbir kötülüğe yer bırakmadan onu dolduran insan sevgisiyle; takılmalarımıza, çıkardığımız zorluklara ve kaprislerimize katlandı, canım eniştem… Gecenin olmaz saatinde hamamı açtırdığımız oldu, ücretsiz -içecekleri de boynuna yükleyerek- yıkandığımız oldu… Sinirlenir -gibi yapar-, bağırır, bizi bir daha hamama almayacağına yemin billâh eder, ama gözlerindeki sevgi pırıltıları onu yalanlardı. Önemini belirtmek için söylüyorum: O rahmetli oldu, Galer Hamamı da gitti.
Hamamımız iki sosyal olay için de olmazsa olmazdı:“gelin hamamı” ve “sağdıç gecesi”nin bitimi. Gelin Hamamı’nın hazırlıklarını bilirim. Özel bohçalar ve yiyecek içeceği taşımak bizim işimizdi. Yiyeceklerin fazlalıkları bizimdi… Nedense gelin ile birlikte ailesi ve yakınları; “oğlan evi”nin bayanları özel faytonlarla hamama gider, yiyecek ve bohçalarbiz çocuklar tarafından götürülürdü. Taşıdıklarımızı hamamın kapısında -içeri bakmamız bile yasaktı- tanıdıklara teslim ederdik.
Güvey ve yakın arkadaşları, düğünden önceki akşam sağdıcın düzenlemesiyle bir araya getirilir, gece geç saatlere kadar eğlenilirdi. Herkes birbirini çok iyi tanıdığından bol eğlenceli ve içtenlikli şakalarla renklendirilen “sağdıç gecesi” sabaha yakın hamamda biterdi. Eğlence hamamda da ince ve içtenlikli şakalarla sürer, gecenin yorgunluğundan kurtulmaya çalışılırdı. Selvet, hamamın sabah ser-visi başlamadan, “sağdıç gecesi”ni sonlandırmayı sağlardı.
Bu hamam şimdi kapalı. Tarihi yapı olduğundan vakıfların koruması(?) altında. Külhan yıkık, kullanılmayan her yapı gibi harap olmak üzere. Özel suyunun yol-ları tıkanmış, suyu azalmış, belki de tümden kesilmiş. En kısa zamanda el atılmaz-sa korkarım tümüyle çökecek. Evet, sadece göbek taşı ve kurnaların üstüne değil, tüm anıların üzerine de çökecek. Orada “gelin hamamı” yapılan hanımların da; “sağdıç gecesi” sonlandırılan beylerin de anıları gömülecek.
Hamamın kubbesindeki şen şakrak sesler, birbirine karışan doyumsuz kahkahalar, sesiyle bile arınabildiğimiz su sesleri, hamam taslarının sesleri “hoş bir seda” olarak kalacak ruhumuzda. İyi de biz bunları unutmamacasına yaşadık, ya yaşayamayanlar ne yapacak? Bu anlatılanlar ancak yaşanarak tadılır. Yoksa ne kadar edebi anlatırsan anlat, çölde kaybolan haykırışlar gibi an be an cılızlaşarak kaybolur.
***
Acaba Galer Hamamı kurtarılamaz mı? Kondolot ailesi, Vakıflar ve belediye elbirliği yaparak bu sosyal yıldızın yok olmasını önleyemezler mi?
Umarım o güzel yerde yeni “sağdıç geceleri” ve “gelin hamamları” gerçekleştirilir. Şen kahkahalar “hoş bir seda” olmaktan kurtulur. Yüreğimizin yangını o zaman söner.
Mart 2012