Gördüğüm Bayburt, “Şen ol” dediğim Bayburt mu? Hiç de değil! Canım Saraybahçesi, Koruk, İleri Sokak, İmaret, Şehit Osman, taş konaklar… Tümü silinmiş; kişiliğini kaybetmiş, yürek yakıyor. Hiç biri de “şen” değil…
Saraybahçesi olmuş “bina bahçesi”. O, cıvıl cıvıl alan ruhunu yitirmiş… Nerede 5 turu 25 kuruşa kiralanan bisikletler ve tur sefaları? Sıra sende bende çekişmeleri? Nerede “beş turluk” özgürlük ve mutluluk çığlıkları? Ya “beşe yirmibeş, ona elli” çılgınlığı… Zamanın unutulduğu, an’ı yaşamanın doyumsuz tadı nerede yaşanıyor günümüz Bayburt’unda?
Hele Pazar günlerinin maç çılgınlıkları, çekişmeleri, küçük çaplı ve dargınlık oluşturmayan kavgaları… Nerede Gençlik, Kurtuluş, 21 Şubat, Şeker, Kalespor’lar. Kentleşme, globalleşme, bütünleşme olguları içinde yok olup gittiler mi? Günümüzün çocukları ve ilk gençleri Pazar sonrası günlerde okulda neleri tartışıyorlar? Acaba Saraybahçesi’ndeki sıcaklığın, kucaklayıcılığın eksikliğini neyle gideriyorlar? Kentin göbeğinde oluşan ve tüm kenti saran mutluluk ve sevinç çığlıklarına ne oldu?
Hele bahçemizde yaşanan bayram günlerinin coşkusu… O gün, o toprak zeminde toplananların ortak coşku ve kucaklaşmaları ne oldu? En değerli giysileri içinde, ayrım gözetmeksizin kucaklaşanlar; insan gücüyle dönen tahta ‘dönme dolaplar’ın baş döndürücü, iç akıtıcı eğlencesi; bayram harçlıklarının sınırsız bir hırsla harcanması; “ diş donduran (!)” gazozların içilmesi…
Ne oldu?
Ne oldu ip cambazlarımıza? “Boncuk” acaba yaşıyor mu? Yaşıyorsa nerede? Yoksa göz bebeklerimizin derinliğinde mi varoluşlarını sürdürüyorlar. Yükseğe kurulan ipin üzerinde yürüyen cambazın, kana karışan adrenalinin yüreklerde oluşturduğu korkuyla karışık heyecan yaşatan mekânı nerede? İpte yürüyen Boncuk’un yalancı düşüşleriyle kopan çığlıklar, artık o anları yaşayanların kulaklarında yaşıyor sadece. İzleyenlerden “parsa” toplayan Boncuk da ipte gösteri sunan erkekle bayan da yok… Gökkuşağı renkleriyle donanmış giysileri, bu renk cümbüşüne uygun şekilde boyanmış yüzü, kocaman -cart kırmızı- burnu ve ucu püsküllü külahıyla tümümüzün sevgilisi Boncuk’u yaşatacak Saraybahçesi de yok. ..
Bir de “halka çadırları” kurulurdu Saraybahçesi’nde… Yanılmıyorsa 50 kuruşa beş halka alınır, karşıdaki tezgâha özenle atılırdı… Amaç, tezgâhtaki sigara paketlerinden birini halkanın içine almak…
Halkayı geçirdiğin sigara paketi senin olurdu. Elbette bu çok zordu… Ama özellikle gençler bu çadırların önünde kümelenirdi. Bu kümelenişte her çadırda bulunan fingirdek bayanların iç gıcıklatıcı davranışları da önemli bir etkendi. Biz çocuklar için halka atmak da, o çadırları uzun süre izlemek de ayıp kaçardı.
Ya motosiklet gösterileri? Acaba hâlâ devam ediyor mu? Saraybahçesi, motorcular gelince canlanırdı. Demir ve tahtalardan bir kule kurulurdu. Biz çocukların belleğinin kocamanlaştırdığı bu kulenin yüksekliği yanılmıyorsam 10 metre dolaylarındaydı. Kulenin çapı da 10-15 metre kadardı. İzleyecekler 25 kuruş karşılığında kulenin üstüne çıkar, kenarlarında sıralanırdı. Kulenin orta tabanında gösteri yapacak iki motosiklet ile sürücüleri bulunurdu. Seyirciler yerlerini alınca gösteri başlardı. Her motora bir sürücü, sürücünün arkasına da bir gösterici binerdi. Bu göstericiler de çoğu kez kadın olurdu. İki motor birden çalıştırılır, önce tabanda yol alırdı. Gerekli hıza ulaşınca da silindir kulenin duvarlarına tırmanır, izleyenlere kadar yükselirlerdi. Heyecanlandırıcı iniş çıkışlar, el sallamalar arasında gösteriler sürer; sürücülerin arkasındakilerin Türk bayrağını açmasıyla birlikte, izleyenlerin yüreğindeki korku ile bezenmiş heyecan büyük bir coşkuya dönüşürdü. Motorlar hız keserek kulenin tabanına inerler, izleyenler korku ve heyecandan dizleri titreyerek kuleden inerlerdi. “Merkezkaç” yeterince bilinmediği için motorların dik yüzeye nasıl tırmandığını anlamazdık. Aklımda hâlâ “Ya motorun benzini biterse, ya arıza yaparsa?” sorularının oluşturduğu kaygıları taşıyor gibiyim.
Evet, Saraybahçesi artık yok… Onu yok edeceksek niye yeni Saraybahçesi oluşturmayı düşünmedik? Günümüz çocukları ve ilk gençlerine sunduğumuz kişiliksiz çocuk parkları, bu konudaki sorumluluğumuzu ne kadar tatmin eder.
Ekim 2011