Şehr-i Hilâl Ramazan
Ramad, yanmış taş demek, Ramazan sıcak mevsimde zuhur ettiği için bu adı almış. Öyle ki, bu ayın doğuşuyla birlikte hararetten taşlar kızgınlaşırmış.
Taşlar kızgınlaşa dursun insanlar bu bunaltıcı sıcaklara rağmen oruç tutup günahlarını yakmışlar bile. Tabii ki Ramazanı sadece tabiat olayıyla değerlendiremeyiz, bizim için manevi ecri çok daha önem arz eder. Nitekim Hz. Enes (r.a.) bir hadis-i şerifi şöyle nakleder,
Allah Resulü Ashabına:
"- Ramazana niye Ramazan denildiğini biliyor musunuz?"
Ashap cevaben;
"-Allah ve Resulü bilir, biz bilmeyiz" der.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"- Allah (c.c) kişinin günahını yaktığı için Ramazan denmiştir."
Keza, Ebu Zer’den (r.a.) nakledilen bir hadis-i şerifte; "İbrahim’in (a.s.) suhufu Ramazanın üçüncü gecesi, İncil İsa'ya (a.s.) Ramazanın on üçüncü gecesinde, Kur'an-ı Azimüşşan Muhammed Mustafa'ya (s.a.v.) Ramazanın yirmi dördüncü gecesinde nazil oldu" diye beyan buyrulmuştur.
Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste ise şöyle buyrulmuştur; "Ramazan'ın ilk gecesi olunca melekler şeytanı ve cinleri bağlarlar, cehennem kapısını kaparlar, cennet kapısını açarlar. Bir melek hayır yapan gelsin, kötülük yapan gitsin diye çağırır. Allah'ın (c.c.) bu ayda ateşten kurtulmuş kulları vardır. Ramazan ayı çıkıncaya kadar her gece böyle derler."
İşte yukarıda zikredilen hadis-i şeriflerden hareketle Ramazan ayı için hem günahları temizleyen, hem de manen arınmaya vesile bir Şehr-i Hilâl ay diyebiliriz. Belli ki Ramazan ayını bereketli kılan husus on bir ayın toplamına bedel olmasıdır. Nasıl bedel olmasın ki, bir kere ferman Yücelerden böyle yazılmış, bu yüzden on bir ayın bütününe hükmetmesi gayet tabiidir. Nitekim bu hususta Resûlullah (s.a.v.), “Allah (c.c.) Ramazan ayını muhteşem yarattı. Kim o ayda bir lira sadaka verse, Allah (c.c.) o kişiye bütün halka sadaka vermişçesine sevap verir. Kim Ramazan'da bir rekât namaz kılsa, diğer aylarda yüz bin rekât namaz kılmış gibi sevap verir. Kim bir çıplağa elbise giydirirse, Allah (c.c.) o kişiye yedi yüz cennet elbisesi giydirir. O günde ki bütün halk orada çıplak olacaktır. Kim Ramazanda bir kul azad etse, yedi yüz kul azad etmiş gibidir. Ramazan'ın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azad olmaktır" beyan buyurmuştur. Kelimenin tam anlamıyla Şehr-i Ramazan on bir ayın baş tacı sultan aydır. Yetmedi bağrında taşıdığı mübarek üç ayların sonuncusu olmasına rağmen tek önder aydır. İşte Sultanlık böyle bir şeydir, sonun başlangıcı olması hasebiyle adından Şehr-i Hilâl diye söz ettirir de. Bakın Osmanlı bu ayların mana ve ruhunu bildiği içindir; sancağını üç tuğlu hilâlle taçlandırmış bile. Hatta “Recep-Şaban-Ramazan” diye andıkları bu üç bereketli hilâle sadık kalmanın semeresini üç kıtada cihangir bir devlet olmakla tatmışlardır. Düşünün ki devlet bazında üç hilâlin semeresi buysa, kim bilir kul bazında meyvesi nedir? Bu sorunun cevabı için şöyle kaynakları taradığımızda Şehr-i Ramazan'ın kullar üzerinde:
-Rahmet,
-Mağfiret,
-Azad olmak üzere üç meyvesi (ecri) olduğunu görürüz. Gerçekten de bahşedilen bu üç lütuf müminleri her bakımdan bereketlendirmeye yetmiş artmışta. İşte bu nedenle bu üç ecre üç hilalli bereket ay dersek yeridir. Elbette ki üç ayların hakkını yerine getiren her mümin ay yüzlü olur da. Nasıl ay yüzlü olmasın ki, bakın Resûlullah (s.a.v.) bu üç bereketli hilâl aylar için ne buyuruyor. Allah Resulü der ki;"Recep ayı Allah'ındır. Şaban ayı benim ayımdır. Ramazan ümmetimin ayıdır." Hakeza yine bir hadisi şerifte; "Recep yel gibi, Şaban bulut gibi, Ramazan yağmur gibidir. Recep ayında olan hasenat bire ondur. Şaban ayında bire seksendir. Ramazan'da bire bindir. Recep kişinin bedenini temizler. Şaban gönlünü temizler. Ramazan ruhunu temizler. Şaban’ın üstünlüğü diğer aylara üstünlüğü benim diğer peygamberlere üstünlüğüm gibidir. Ramazan ayının diğer aylara üstünlüğü Allah'ın (c.c.) halka üstünlüğü gibidir.” Böylece zikredilen hadis-i şeriflerle Şehr-i Hilâlin gerçek veçhesi ortaya çıkmış olur.
Şurası muhakkak insan mizacını ortaya koyan beden, gönül ve ruh üçlüsü bir birinden ayrılmaz üç arkadaş gibidirler. Nitekim beden sıhhat bulmazsa gönül huzur bulmaz. Tabii gönül huzur bulmayınca ruhta huzur bulamaz. Dahası gönülsüz bir ruh kafese kapanmış bir kuş gibidir, ister istemez kendini tutsak hissedecektir, bu kaçınılmaz. Anlaşılan, huzurlu bir hayat için beden, gönül ve ruh dünyamızı dengede tutmak gerekir. Maazallah bir insan muvazeneyi (dengeyi) yitirmeye dursun, bir anda iç ve dış dünyası karanlığa bürünmesi an meselesi. Neyse ki bu noktada imdadımıza üç hilâlin bereket remzi “Recep, Şaban ve Ramazan” aylar yetişmekte. Hem de ne yetişme, icabında bu üç aylar Hızır gibi yetişir de. O halde fırsat bu fırsat deyip beden, gönül ve ruh dünyamızı temizlemeye bakalım. Ruhunu temizleyen bir insan düşünün ki, hakiki kul olmanın idrakine ermiş olmaz mı, elbette ki olur. Zaten üç hilâl aylar yel, bulut ve yağmur misali beden, gönül ve ruh üçlüsünden oluşan dünyamızı temizlemek için vardır.
Hele hele Ramazan ayının içinde gizli bir gece var ki, Allah-u Teâlâ o gece hakkında bakın ne buyuruyor; "(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, Kur'an onda (kadir gecesinde levh-i mahfuzdan semâ-i dünya'ya) inmiştir” (Bakara 185). Evet, ayette geçen Kadir gecesi, bizi ötelere kanatlandıran bir müjdedir. Hakeza yine Allah-u Teâlâ bir başka ayet-i celile de, “Gerçek biz onu (Kur'an’ı) kadir gecesinde indirdik” (Kadir/1) beyanıyla bu gecenin önemine dikkat çekmiştir. İyi ki dikkatimize sunulmuş, Kur’an-ı Mucizül Beyanla muştulanırız da. Öyle bir muştu ki, tüm meşayıhı kiram ve âlimler Kadir gecesini Ramazanın kalbi mesabesinde gördüklerinden diğer gecelerin Şah-ı olarak ilan etmişler bile. İşte bu yüzden Hâce Ali Râmitenî (k.s) “Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi Kadir bil” demiştir.
Her kim ki Şehr-i Ramazanı hakkıyla yâd eder ve geçmiş günahlarına pişmanlık duyup tövbe ederse annesinden yeni doğmuş çocuk gibi hiç günah işlememiş saf bir hüviyet kazanır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuş: "Ramazanın ilk gecesi olunca Allah (c.c.), kim beni severse, bende onu severim. Kim beni isterse ben de onu isterim. Kim istiğfar ederse, bağışlarım."
Yine nakledildiğine göre, Ramazan hilâli gözüktüğü zaman arş, kürsi ve melekler kendi hal lisanıyla şöyle dile gelirler;
"- Ne mutlu Muhammed ümmetine, Allah katında kerametleri çoktur. Güneş, ay, yıldızlar, gece, gündüz, denizlerdeki balıklar, karalardaki canlılar, şeytandan başka her şey Âdemoğulları için istiğfar ederler."
İşte onların bu dile gelişi karşısında Yüce Allah (c.c.) meleklere:
"- Namazınızı ve tespihinizi Muhammed ümmetine bağışlayın" buyurur. Onlar da bağışlarlar (Bkz. Envârül aşıkın. S. 320).
Evet! Ramazan müminlere rahmet olmakla kalmaz, bu ara da şeytan ve cinlerde etkisizleştirilip adeta zincire bağlanır da. Zira Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.); "Ramazanın ilk gecesinde şeytanları ve cinnileri bağlarlar. Cehennemin kapısını kaparlar, Cennet kapılarını açarlar" buyurmuşlardır.
Şehr-i Ramazanın adını sıcak taşlardan aldığını belirtmiştik. Bu konuyla ilgili Begavi, tefsirinde şöyle der: "Şüphesiz Ramazan, bir ayın adıdır. O zaman oruç çok sıcak bir aya gelmişti. Halk o ayda oruç tutuyordu. Taşların hararetinden o ayın adı "Ramazan" oldu. Kur'an'a, sureleri, ayetleri, kıssaları emir ve nehyi, vâdi ve vahidi topladığından dolayı "Kur'an" dediler. Çünkü asıl manası toplamaktır."
Yine Ramazana şan katan bir diğer husussa hiç kuşkusuz Kuran’ın bu ayda inmesidir. Malum, Kur'an Allah'ın sıfatı olması hasebiyle insanlık ona koşmaktadır. Çağlara ferman okuyan tek kaynaktır Kur’an-ı Mu'ciz'ül Beyan. Bir başka ifadeyle Ramazan'a yücelik veren Kelam-ı kadimdir. Bir kere Allah kelamının geçtiği yerde tüm mahlûkatın başı eğiktir. İşte bu yüzden Ramazan'ı Kur’an’ın kalbi olarak biliriz. Madem öyle, bu ayda Kur’an’ı hatmetmek gerek, çokça ibadet etmek gerek, orucu halis niyetle tutmak gerek, ana ve babanın gönlünü hoş etmek gerek, müminlere karşı alçak gönüllü olmak gerek, iftar sofralarını fakirlere ve dostlara açmak gerek. Tüm bu gereklilikler içerisinde Ramazan’ı hakkıyla yâd etmek gerek ki Mevla’ya layık kul olabilelim.
Anlaşılan, Müminlerin gözünde üç aylar bir bambaşka duygu selidir. Öyle bir duygu seli ki, üç bereketli hilâlin manevi ışığıyla hem gönüller şadan olur, hem cümle âlem bu büyük nimetten nasiplenir de. Zaten üç hilâle adını veren Recep, Şaban ve Ramazan bunun için vardır. İyi ki de varlar, bu sayede inananlar üç ayların gelmesiyle birlikte bir başka nurlanırlar. Ne kadar birikmiş günah kiri varsa temizlenir de. İşte bu yüzden başta Peygamberimiz olmak üzere Sahabe ve Evliya-i İzam bu ayların bereketini öve öve bitirememişlerdir.
Şehr-i Ramazan mağfiretimize kapı aralayan ümit kalemizdir. Hele şafakta Ramazan hilâli görünmeye dursun hemen rahmete kavuşuruz da. Hatta hilal göründüğünde “Allah'ım bu ne güzel Şehr-i Hilâl ay” demekten kendimizi alamayız da. Kim bilir ‘Şehr-i Hilâl’ olmasa halimiz nice olurdu. Beşer olmamız hasebiyle her an bir ayağımız çukurda olabilirdi. İşte bu noktada Ramazan ayının bizim için ne denli bulunmaz büyük bir nimet olduğunu fark ederiz. Malum, bir düşüp kalkmayan Rabbül Âlemindir. Kul, düşer kalkar da. Sonuçta kul’uz, düşsek te, kalksak ta amacımız Allah'ın rızasını kazanmak ve istikamet üzerine yaşamak olmalıdır. İstikameti yakalamak için de, mutlaka Recep, Şaban ve Ramazan aylarını üç bereket hilalle taçlandırmak gerekir. Ki; diriliş muştusu gerçekleşebilsin. Zaten diriliş gereği cümle âlem Recep, Şaban ve Ramazandan mümkün mertebe nasıl istifade ederim diye kendini zorunlu hisseder de. Işıl ışıl yedi kat göklerden süzülen o üç bereketli hilâl’ler kalbimizi aydınlattıkça kendimize geliriz de. Yetmedi üç ayların son on gününe gelindiğinde Şehr-i Hilâl Ramazan’ın nübüvvet gülüyle buluşuruz da. Elbette ki bu gül Leyle-i Kadir gülünden başkası değildir. Derken beden, gönül ve ruh üçlüsü bu üç ay boyunca huzura erer de. Yeter ki, "abd" olmasını bilelim, Allah (c.c) rahmetiyle affedeceğine inancımız tamdır.
Velhasıl; bereketli üç aylar bizim üç hilâlimizdir.
Vesselam.