Şehir Dergisi, yıl 19, Sayı158 ve Reyhanî-Nihanî atışması

Abone Ol

Yazımın başlığı birçok veriyi ele verdi, Şehir Dergisi’nden söz edeceğim. Evet bu dergi 19 yıldır Zonguldak Devrek’te çıkıyor, imtiyaz sahibi Ramazan Kömeçci, genel yayın yönetmeni ise sevgili şair kardeşim İbrahim Tığ. 2 ayda bir çıkan bu dergi, düzenli olarak adresime kargo ile gönderiliyor.

Birçok değerli imza bu dergide boy gösteriyor, yazılar ve hele hele şiirler oldukça nitelikli.

Derginin Ocak-Şubat 2023 sayısının benim için ayrı bir önemi var. Derginin sunuş yazısında, benim “Maria’yı Safiye Edemeyince” başlıklı şiirinden dolayı yargılanıp 7,5 ay ceza almama değiniliyor yeterli ayrıntı verilerek ve sonunda da “Cazim Gürbüz ağabeyimize geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz” deniyor.  İbrahim Tığ, daha önce de bana telefonla desteğini ve geçmiş olsun dileklerini iletmişti. Bu tür desteklerin ne denli önemli olduğunu, böylesi olayları yaşayanlar bilir. Sağ ol, var ol Şehir Dergisi ve sevgili İbrahim Tığ.

Dergiye döneyim, İbrahim Tığ’ın “Zonguldak-Devrek Türküleri” yazısı ile başlıyor derginin bu sayısı, kapak konusu da aynı, özelde de “Kiraz aldım dikmeden (Tombulacık Halimem)” türküsü ile bu türkünün yakıcısı Halime Baltacı. İbrahim Tığ’ın türkülere ilgisini biliyorum, bu bağlamda onunla “ilgidaş” olduğumuzu da söyleyebiliriz.

En arka sayfada ise Şair İhsan Birinci Şiir Yarışması ödülleri ve ödül törenine yer verilmiş. İbrahim Tığ ve Alparslan Akdağ’ı ben de kutluyorum. Devrek Belediyesi şiir ve öykü yarışması ödülleri haberleri de iki sayfa olarak dergide yer alıyor. Diğer yazı ve öyküleri de yazar ve konuları ile sıralayayım: Bahri Loş’un Uzun Yaşamak İstiyorum, Tahir Sükan’ın Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu ve Yeşil Gece, Mehmet Özçataloğlu’nun Günlükten Dökülenler,Erdinç Gültekin’in Sidikli Öykü, Çiğdem Sarıoğlu’nun Minyatürlerin Işığında Tarihin Tanıklığı, Battal Keskin Gidenlerin Ardından, Hayri Sarı Kiraz Aldım Markette, Engin Berk’in Şiir Nedir, Fahrettin Koyuncu’nun Zamanın Eleğinden, Dr.Haili Atılgan’ın Bir Olalım İri Olalım Diri Olalım, Barış Erdoğan’ın Kimliklerin Derinliği, Hayrettin İvgin’in Halk Şiirinde Köroğlu Geleneği, Necati Güngör’ün Babasın Oğlu Vedat Günyol, Emin Akdemir’in Hüseyin Alemdar ve Erol Çatmanın Behçet Necatigil ve Zonguldak.

İmzalar ve konular, çok şey anlatacaktır bu konuların ilgililerine.

Bu sayıda şiirleri yayımlanan şairleri de sıralayayım: Zeynep Aliye, Adnan Satıcı, Bilsen Başaran, Ersin Engin, Halil İbrahim Özcan, Hamit Oral, Erkan Kara, Bülend Güldal, Kemal Bayrakçı, Nizamettin Kaplan, Muharrem Akman, Ayfer Yurdakul, Figen Şentürk, Ferda Balkaya Çetin, Adil Başoğul, Hüseyin Korkmaz, Mücahit Aygören, Damar Orhan Özgül, Aykut Saka.

Diğer şairler alınmasınlar, ben yalnızca, tüm şiirlerini çok sevdiğim Bilsen Başaran’ın “İpek Yara” adlı şiirinden bir küme sunabileceğim.

“kendine takılı kaldın
şişini örten yünün rakamlarına
kime sorsan seni unutmuş
öğleden kurtulan ikindide yoksun
bazen bir dalgın gölge
bazen bir sissin odanda
günlerden kaçan o dilsiz duvarlarda.”

İşte bu… Yedi dizede bir romanlık imge ve olay.

Evet Şehir Dergisi’ni okuyunuz, okutunuz, abone olunuz. İşte iletişim bilgileri: ibrahimtig@gmail.com Bölge Haber Gazetesi 67800 Devrek-Zonguldak

REYHANÎ – NİHANÎ ATIŞMASI

Âşık Reyhanî daha yeni yetme o zamanlar… Erzurum’un Şenkaya ilçesine bağlı Bardız'a (Yeni ismi Gaziler) gider bir Cuma günü ve adını duyurmak için o zamanlar 90 yaşında olan ünlü âşık Bardızlı Nihânî'ye meydan okur. Nihânî, Cuma namazından çıkmış, bastonuna dayana dayana evine gitmekte. Reyhanî der ki ona:

Hele bakın Nihânî'nin hâline,
Kocalanmış, dişi düşmüş geliyor.
Ecel kuşağını sarmış beline,
Hayat köprüsünden geçmiş geliyor.

Baba nerde inci, mercan sözlerin?
Mahşer perdesini çekmiş gözlerin.
Eğilmiş kametin, yorgun dizlerin,
Ümit bir bastona düşmüş geliyor.

Seller coş ettikçe dere darlanmış.
Dalgalar vurdukça uçmuş, yarlanmış.
Kervan yoruldukça yük ağırlanmış,
Akşam olmuş, güneş aşmış geliyor.

Nihânî, karşısında sıradan bir âşık olmadığını anlar, yanıt verir:

Ben de senin gibi yüce dağ idim,
Şimdi başım duman oldu ne yapim?
Mor sümbüllü bahçe idim, bağ idim,
Dolu dövmüş bostan oldum ne yapim?

Bir zamanlar meclislerde baş idim,
Hamzalara, Halitlere eş idim.
Turna telli, bülbül sesli kuş idim;
Feryat ettim, sesten oldum ne yapim?

Ben de Nihânî'yim bir bostan ektim.
Hargımı payladım suyumu çektim.
Vardım hasılatı harmana döktüm.
Varidatım noksan oldu ne yapim?

Bu ilk atışmayı duyan köylüler, akşama iki âşığı köy odasına davet ederler ve atışmalarını isterler. İstek kabul edilir ve atışmada Reyhâni'ye öncelik verir Bardızlı Nihanî:

REYHANÎ:

Hele bakın bu dünyanın işine,
Gözleri kan dolmuş figan gözetir.
Neredeyse varmış doksan yaşına,
Hâlâ gelmiş bennen meydan gözetir.

NİHÂNÎ:

Elif hiçbir mahreç ile hecelmez.
Aşıklar yorulmaz, dünya dincelmez
Ömür geçer amma gönül kocalmaz
Yüz yaşında bile meydan gözetir.

REYHANÎ:

Baba senin hükmü halın kalmadı.
Söndü peteklerin balın kalmadı.
Bir yana gidecek yolun kalmadı.
Gayrı seni bir kabristan gözetir.

NİHÂNÎ:

Böyle ham fikiri sokma araya,
Çam sakızı ilaç olmaz yaraya,
Azrail gelirse bakmaz sıraya,
Bazen pir yerine civan gözetir.

Reyhanî yaşlılığı bırakır bu kez de Afganistan'da olduğunu söylediği ve uğruna âşık olduğu sevdiği ile vurmak ister koca aşığı:

REYHANÎ:

Âşıklarda maşuk için va'd olur.
Zannetme ki bu dünyada tat olur.
Belki acem kızı senden yad olur.
Onu da el alır, düşman gözetir.

Nihânî’yi ağlatır bu dörtlük, ama verir karşılığını: 

NİHÂNÎ:

Merhametin yok mu ben ihtiyara,
Aciz vücuduma açtın bir yara,
Ben yar ile söz kesmiştim mezara,
İkrârımız Ulu Divan gözetir.

Ve yeni bir ayak açarak Reyhanî’yi yoklamak ister:

NİHÂNÎ:

Ben seni bilirdim has kumaş gibi,
Sen kendin gösterdin kara taş gibi,
Şavkın ziya verse ay, güneş gibi,
Önen gelen bulutlara ne dersin?

REYHANÎ:

Çok serttir, çekilmez feleğin yayı,
Sen arifsin, okumuşsun imlâyı,
Bulut olup siper çekme semayı,
Dağıtacak rüzgârlara ne dersin?

NİHÂNÎ:

Bir gün dağ başını sis duman alır.
Umutlar gelecek bahara kalır.
Bir söz var ki, “Yel kayadan ne alır!”
Önen gelen şu dağlara ne dersin?

REYHANÎ:

Anladım ki dağlar gibi ulun var.
Gelenin var, geçenin var, yolun var.
Çiçeğin var, çimenin var, gülün var;
Üstünü örtecek kara ne dersin?

NİHÂNÎ:

Esnafı tanırlar has kumaş ile,
İnsanı ölçerler ağır baş ile 
Çok öğünme altı aylık kış ile,
Eritecek bir bahara ne dersin?

REYHANÎ:

Çeliktir çekilmez feleğin yayı
Korkarım ki olur emeğin zayi
Sel olursun basmak için ovayı
Mevcut olan derelere ne dersin?

NİHÂNÎ:

Hiç rast gelmedin mi er oğlu ere?
Düşün sözlerimi fikret bir kere,
Bir denize ne yapacak bir dere?
Önen çıkan ummanlara ne dersin?

REYHANÎ:

Mert elinden zehir içer giderim.
Namert altın olsa geçer giderim.
Lütuf olsa yelken açar giderim;
Üstündeki kaptanlara ne dersin?

NİHÂNÎ:

Sözüm haksız ise gel beni kına,
Faydasız bir işin düşme ardına,
Pusulan kaybolur, çıkar fırtına,
Gidemezsin bir kenara ne dersin?

REYHANÎ:

Haberin yok mudur Perverdigâr'dan;
Bütün âlemlere yar olan Yar'dan?
Hazreti Yunus'u kurtardı dardan,
Sahip olan o Settar'a ne dersin?

NİHÂNÎ:

Evladım, belli ki etmişsin talim.
Lâkin şöyle biraz halim ol halim.
Hâsılı vesselâm uzatmayalım,
En nihayet bir mezara ne dersin?

REYHANÎ:

Sen usta ben çırak gerisi hava,
Öper ellerinden beklerim dua,
Hakk buyurmuş külli nefsin mevtiha,
Bozulmayan mukaddere ne dersin?

Ve Reyhanî kalkar, elini öper Nihânî'nin. Koca Âşık sırtını sıvazlayıp “Söz altında kalmayasın oğul” diye dua eder ona.