Seçim Nutku

Abone Ol
Yegâne Hanım, tamamen eve kapanıp kalmamak için, bir yardım kurumunda görev almıştı. Son bir kaç yıldır, başkanlık görevini üstleniyordu. Tabiî karşısında bir sürü de muârızı ve muhalifi vardı. İki yılda bir yapılan seçimlerde zorlanmaya başlamıştı. Genel kurul toplandığı ve seçim yapılacağı zaman, Aslan Bey, otuz kırk ahbap, işçi, hatta hamal buluyor, kıl payı çoğunlukla seçimleri kazanıyordu.

Yegâne Hanım’ın gönlünde yatan, önümüzdeki seçimlerde, belediyede bir görev almaktı. Esasında bu yardım kuruluşu, siyasî amaçları için bir yatırımdı. Özellikle de son zamanlarda iyice sola kaydığı zannedilen parti saflarında çalışmalar yürütüyordu. Sâdık bir delege, sâmimî bir partili imajı vermek için gayret sarf ediyordu.

Fikirlerine ve siyasî görüşlerine uymayan, ama çok sevdiği bir ahbabı vardı. Onunla bir gün ciddî bir münâzaraya girdiler. Ahbabı, suçlayıcı bir edâ ile:
- Yegâne Hanım, siz kendinizi solcu sanıyorsunuz değil mi?
- A, a! O nasıl soru ayol?
- Şöyle, düşündüm ki, siz solcu molcu olamazsınız.
- Nasıl söylersin bunu? Partim belli, okuduğum yazarlar, gazetem…
- Olmaz. Sizler solcu olamazsınız.
- Nedenini açıklar mısın?
- Bakın Heybeli’de güzel bir eviniz  var.
- Eeee?
- Suadiye’deki  kışları kullandığınız  yarı  lüks  bir  daire daha.
- Anlat anlat.
- Oğullarının Reno’su, sizin Mersedes. Aşağıdaki tekne.
- Oğlum bunlar tabiî ihtiyaçlar.
- Ümraniye’deki kereste deposu, yanındaki bıçkı atölyesi.
- Bu saydıkların bizim  geçim  kaynağımız.
- Güzel ama, gerici diye nitelendirdiğiniz bizim, malımız mülkümüz yok. Evimiz kira evi. Tek bir maaşla dört kişi yaşamaya çalışıyoruz.
- Sen biz de sıkıntı içinde yaşayalım, para kazanmayalım mı diyorsun?
-  Hayır, anlatmak istediğim, hayli zengin sayılan insanların solcu olamayacağı. Çünkü para ve mal, kapitalist insanlarda olur. Partili olun ama sakın kendinizi solcu filân tanıtmaya kalkmayın.

Bu konuşma, Yegâne Hanım’ın hayli canını sıkmıştı. Sıkıntının asıl sebebi de şimdiye kadar hiç aklına gelmeyen, tatlı tatlı kendini sol düşünceye adayan bütün plânları sulara gömülmüştü.

Arkadaşı haklıydı galiba. Evet de neden haklıydı? Birazcık insanlar haksız olsalar kıyâmet mi kopardı?

Partideki konuşmaları, pazarlıkları, menfaat çatışmalarını daha duyarlı ve dikkatli biçimde izlemeye başladı. Esasında, ortalıkta inanılmaz biçimde ayak oyunları yürütülüyordu. Her şey menfaate dayalı idi. Para her şeydi. Öyle ideal mideal yoktu. Samimîyet ise buraların eşiğinden içeri adımını bile atamıyordu. Öyle kişiler vardı ki, verdiği selâmın karşılığında ne kazanacağını hesap ediyordu. Yemekli toplantılar, parti gezileri hep bu temel kurala göre uygulanıyordu.

Dayanılmaz olan bir  başka husus da yağcılığın vardığı boyut idi. Hali vakti yerinde öyle kişiler vardı ki, partinin çaycısına bile yağ çekiyor, hediye paketleri, çiçek hevenkleri, daha kimbilir ne yollarla bu yağcılar partide tutunmaya, yerleşmeye, çevre edinmeye çalışıyorlardı. Çarpıcı ve hazin bir şekilde anladı ki, parti üst yönetimi de bu para babalarına sıcak bakıyor, yüz veriyor, onların istekleri birinci plâna geçiyordu.

Burada Yegâne Hanım’ın zihnini en çok kamaştıran soru şuydu. Peki karşımızdaki partilerin tutumları da aynı değil miydi? Hatta bu tutumu, sürekli olarak biz tenkit etmiyor muyduk? Hatta suçlamalarımızı bu doğrultuda yoğunlaştırmamış mıydık? Eğer aynı şeyler bizim Partide de oluyorsa, farkımız neydi?

Derken yerel seçimler yaklaştı. Tabiî post kavgaları da arttı. Son derece akıllı, okumuş, hatta uzman olan ama parası az olan elemanlar, çeşitli bahanelerle partiden uzaklaştırıldı. Aklı kıt, ama parası bol partililer, daha ön plâna çıktı.

Arada her iki guruba da dahil olmayan Yegâne Hanım kurtulmuştu. Asıl sebep bambaşkaydı. Aslan Bey, yine çarıklı erkân-ı harp mantığını kullanmış, parti merkezinin lâmbrilerinin yapımını —bilâ ücret— üstlenmişti. Onlar da Yegâne Hanımı partide tutmuşlar, Kayışdağı’nın altındaki gecekondu bölgesindeki seçim çalışmaları ile görevlendirmişlerdi.

Seçime bir hafta kala işler iyice  kızıştı. Bir Pazar günü mahallede konuşma yapmak için hazırlandı. Gözlüksüz uzaktan da okuyabilsin diye iri harflerle konuşma metnini hazırladı. Bu çalışmayı yaparken bir sürü kitap kurcaladı. Daha önceki okumalarında çok beğenip altını çizdiği cümlelerden, alıntılar yaptı. Jack London’un “Doğu Yakası ve Demir Ökçe”den hayli slogan aktardı. Steinbeck’in “Gazap  Üzümleri’ne” de baktı.

***

Konuşma yapacağı günden üç gün evvel, sürekli  bir yağmur başladı. Vaktiyle tarla olan gecekondu mahallesi kırmızı renkli bir bataklığa dönüştü. Kireçle badana edilmiş evler kel kel sırıtmaya başladı. Su birikintileri, çöplerle karışarak, iyice tiksinti veren bir görünüme büründü.

Ağaçlara gerilmiş naylon parti bayrakları ile seçim yeri haline getirilmiş olan açıklığa vardıklarında, Yegâne Hanım, aşağıya inemeyeceğini anladı. Yeni aldığı çizmeler mahvolurdu.

Aslan Bey, Mersedes’in tavanındaki kapağı açtı. Astragan kürkü sırtında, parti atlısı boynunda, seçmenlerini serlâmladı. Alkışını aldı. Alkışlarla beraber, epeyi ıslık da kazandı. Uzatılan mikrofona konuşmaya başlayınca heyecanlandı. Elindeki günlerce emek verdiği yazılı kâğıtları attı.

“Sevgili hemşehrilerim. Ben de sizlerden biriyim, soğuk ve rutubetli odalarda büyüdüm. Aç yattığım akşamlar oldu! Çamurların soğuğunun yalınayak nasıl acı verdiğini çok iyi bilirim. Çizgi çizgi yarılan tabanların acısını sizin kadar ben de tanırım! Bizi seçin ki, bunlar sona ersin. Bizi seçin ki, bu yol asfalt, kaldırımlarınız pırıl pırıl renkli karolarla döşensin. Bizi seçin ki…”

Konuşma bitti. Yegâne Hanım gövdesini Mersedes’in içine çekti. Aslan Bey, tavandaki kapağı kapattı. Araba hareket eder etmez, direksiyondaki Yegâne Hanım’ın böğrünü yine meşhur dirseği ile süstü.

“Ulan karı, ben seni ne zaman yalınayak gezdirdim? Çamurlara ne zaman senin ayaklarını soktum. Daha dün yüz elli kâğıda bu Hollanda çizmelerini kim aldı ha?"