Savaşa çare buldum

Abone Ol
Hüseyin Avni Dede ölüme çare buldu, bense savaşa çare aradım ve sonunda hayalde olsa buldum! İnsanların iliğini kurutan kapitalizm ve kolluk kuvvetleriyse “bizlere, bizim gibilere, insanı inandığı değerlerin mihenk taşı kabul edenlere” inat yaparmışçasına dünyayı kana boyuyor!

Boyamak! Ne kadar da çirkin bir kelime. Tılsımlı bir el günü karanlığa boyuyor, karanlığı maviye, maviyi griye… Kapitalizmse dünyayı kırmızıya boyuyor…

Emperyalizm, Kapitalizm ve bütün kolluk kuvvetlerinin canı cehenneme!

Direneceğiz!  

***

Ne demişti koca çınar: 

“Yaşamak 
İyileri ve kötüleri  
İkiye bölmektir 
Ölüme çare buldum 
İnsanları sevmek  
Hiç ölmemektir” 

Evet, Hüseyin Avni Dede ölüme çare buldu! İnsanları severek. “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü.” diyen Yunus Emre gibi. Kulak verip, kalbini açan kim? 

Homurtu!
Homurtu!
Herkeste bir homurtu…

Toplum olarak acayip hallere büründük! Ölüye ve ölüme sevinir olduk. Senin ölün, benim ölüm edebiyatı yapar olduk! Yazık çok yazık…

Bu edebiyatı yapanların da canı cehenneme!

Ölümün rengi, dili, dini, ırkı yoktur baylar ve bayanlar. Savaşın bir galibi olmadığı gibi! Evet, savaşın bir galibi yoktur günümüzde; mağlubu erkekler, mağduruysa kadınlar ve çocuklardır!

Savaş edebiyatı yapanların da canı cehenneme! 

***

Nereden geldik buraya? Ne çok ölüyoruz, ne çok öldürüyoruz! Yahu kim için öldürüyoruz ya da niçin ölüyoruz? Kemal Sunal’ın bir filmindeki “ben buraya neden çıktım” repliğine benzedi. Son kahramanlar Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Yemen’de, Trablusgarp’ta, Balkan harbinde Emperyalizme karşı savaşarak şehit oldular. Emperyalizmin sömürgesi olmamak için Cumhuriyeti kurdular! Neydi gayeleri, neden öldüler, niçin Cumhuriyeti kurdular? Düşünmek gerek! Galip Erdem’in, dava misalini sizlerle paylaşıyorum, herkes düşünsün ve neden ölmek istediklerini, neden öldürmek istediklerini kendi kendilerine açıklasınlar!

“Bizler davayı ‘insanlığı’ Ağrı Dağı’nın zirvesine taşıyacaktık. Bu yola koyulduk. Bin zahmet ve emekle, acılar çekerek dağa tırmandık ‘Kurtuluş Savaşı’nda verilen mücadele zirveye tırmanışın başlangıcıydı’. Zirveye vardığımızda ‘günümüz’ sevincimiz sonsuzdu.  Ama küçük(!) bir noksanımız olduğunu fark ettik.  Davayı ‘insanlığı’ dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı ‘insanlığı’ değil, kendimizi ‘benliğimizi’ zirveye çıkarmışız!”

Seçim dönemlerinde bir paket makarnaya oyunu satan soysuzlar ve bir oy için “işinden olursun”  diye tehdit savuran partililerin zirveye çıkıp insanlıklarını dağ eteklerinde unuttukları gibi. O gün de söylemiştim “siyasi başkanlarımıza dostlarımızı satmayın…” diye, ölmek ve öldürmek meselesi de buna paralel aslında. Burnumuzu sildiğimiz mendilden içtiğimiz sigaraya, tükettiğimiz gıdadan kullandığımız ilaca, ölünce(!) sarılacağımız kefenden kıçımıza tıkanan pamuğa kadar Emperyalizmin ve para baronlarının kölesi olmuşuz… Sahi gaye ne?

Düşünün! Dinin gereği olarak taktığınız başörtüsü bile onların elinde, modasını bile onlar belirliyor, siz kalkmış neden bahsediyorsunuz?!

İslamcılar (!)

Hakkınız var, yıllarca başörtüsü takan insanları mağdur ettiler! O mağduriyeti yaşayanların öpüyorum güzel yüreklerinden günümüzdeyse durum değişti… O zamanlar başı örtülü insanlar mağdur edildi, şimdilerdeyse insanlar tarafından örtü mağdur ediliyor!

Yine aynı örtülüler, dün hümanizm çağrısında bulunarak, “analar ağlamasın!” diye slogan atarken, günümüzde savaş çığlığı atıyorlar…

Size de çok yazık!

Bizler günümüzde onlar “Emperyalist Güçler” için ölüyor, onlar için öldürüyoruz! Bunu ister kabul edersiniz, ister etmezsiniz…

Yazının başında savaşa çare buldum demiştim. Evet, hayalî bir çare:

Bütün bir insanlık silah bıraksın!  
Şimdi birisi diyecek yahu gayen ne be adam? 
Ölmek, öldürmek yerine kitap okuyarak eceli bekleyelim. En güzel ölüm olsa gerek!

Gayem mi? Sevmek! Çok sevmek…