Biri bana, bir gün gelecek Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Bayburt’ta konser verecek dese gülüp geçerdim… Öyle ya; gençliğimizi yaşadığımız yetmişli yıllarda Bayburt’taki sanat hayatı bizler için Çoruh ve Yıldız sinemalarında Malkoçoğlu ve Kolsuz kahraman filmlerinden ibaretti. Bir de 21 Şubat Kurtuluş gecelerinde Folklor Derneği ve Halk eğitimdeki ağabeylerimizin tamamen amatör ruhla icra ettikleri, yine bu sinemalarımızda sahnelenen konser, skeç ve piyesler…
Ara sıra Anadolu turnesine çıkmış üçüncü sınıf ses sanatçılarının konserleri de kaba bir deyimle piyango sayılırdı.
Her şey Dede Korkut olgusunu sürekli gündemde tutan Cennetmekân Osman Okutmuş büyüğümüzün açılımı, Yahya Akengin hocamızın fikir babalığı ve Bayburt’un makus talihini yenme kararlılığındaki gayreti ile dönemin valisi Sayın Ali Haydar Öner’in kişisel çabası sonucu ilki 1995 Temmuz ayında gerçekleşen “Bayburt Uluslararası Kültür ve Sanat Şöleni” ile başladı.
Başlar da “abesle iştigal” sayılan bu şölenler beklenilenden de öte bir ses getirdi. Öyle ki; Bayburt adı Anadolu coğrafyasını da aşarak Türk Cumhuriyetlerinde yankılandı. Ülkemizin ve Türk dünyasının önde gelen kültür, sanat ve fikir adamı Bayburt’a akın etmiş, Bayburt halkının aşina olmadığı ya da daha doğrusu hasret kaldığı bir çok etkinlik bu topraklara ayak basmıştı. Böylelikle bizzat Bayburtlunun kendisine, Zihni’nin torunları olduğu hatırlatılmıştır.
1997 yılında üçüncüsü yapılan şenliklerde Bayburt’taki ilk profesyonel resim sergisi açma onurunu yaşadığım o gün, beni şaşırtan en önemli olay halkın olağanüstü ilgisiydi. Tüm samimiyetimle ifade etmeliyim ki; bu ilgiyi ne defalarca sergi açtığım İstanbul da, ne Ankara da, ne Çanakkale de, ne de Yalova da gördüm. Üstelik bu memnun edici yoğun ilgi sadece resim sergisine değil, şiir dinletileri, tiyatro oyunları ve slayt gösterileri gibi diğer sanatsal etkinliklerde de vardı. Zaten öyle olmasaydı, 3 kişisel ve 3 karma sergi için tam 6 kez şenliklerde olur muydum?
NTV televizyonuna verdiğim röportajda da belirttiğim gibi; her ne kadar mizahi bir yaklaşım olsa bile, nerden çıktığı hala muamma olan “Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” söylencesi, konser salonunun tıka basa dolması ile bir son bulmuştu. Bayburtlu; iyi yapılan her işi nasıl takdir edip alkışladığını göstermiş ve Bayburt’un ne kadar sanatsever potansiyeli olduğunu kanıtlamıştır.
Bu konuda beni üzen tek şey, bu potansiyele rağmen Bayburt halkı olarak sanatla iştigal eden hemşerilerini yeteri kadar tanımamalarıdır. Örneğin sergilerimizi gezen bazı hemşerilerimizin “Bayburtlu ressamımız da varmış” diye şaşırmaları beni gerçekten üzüyor. Oysa ülke genelinde hatta yurt dışında yaşayan ve başarılarıyla kendini kanıtlamış en az 30 Bayburtlu ressam vardır. Bu 30 ressam da sadece bizzat benim bildiklerimdir. Üstelik bu satırların sahibi bendeniz, bu 30 ressamın içerisinde ancak son sırada yer alabilir.
Sadece resim mi?
Sanatın hemen hemen her dalında gurur duyacağımız çok sayıda önemli sanatçılarımız var. Eğer Bayburtlular bu kişilerden haberdar değillerse, bunda kendi memleketlerini küçümsemesi kadar sanatçı kavramının içini iyice boşaltan, sanatı sadece şarkıcı ve türkücüden ibaret sanan ulusal medya ve önemsediği halde yeteri kadar sayfalarında yer verip tanıtamayan yerel basının kabahati büyüktür bence.
Ve Baksı Sanat Müzesi…
Değerli Prof. Hüsamettin Koçan hocamız bir ilke daha imza attı. Benim gibi pek çok kişiye ütopik gelen müzeyi inşaat aşamasında iki kez ziyaret ettim. Sanatı metropollerden kırsala taşımayı amaçlayan bu muhteşem müze sanırım önümüzdeki ay açılarak Türk sanat alemine sunulacak. Siyasetçilerimizin yıllardır yapamadıklarını yapıp, hem yöre halkına maddi-manevi kazançlar sağlayacak hem de bölgeye canlılık kazandıracak olan bu müze, Sanat’ın yeni mabedi olarak ulusal ve uluslararası arenada Bayburt’umuzun gurur kaynağı olacaktır. Buna adım gibi eminim.
Sağolun Hüsamettin hocam… Bayburtlu bir sanatçının nelere muktedir olabileceğini gösterdiğiniz için sağ olun… Emeklerinize ve yüreğinize sağlık.
Selam ve saygılarımla…