40-50 imza toplanmış öğrenci derneği başkanlığına verilmiş “Genel kurul toplansın, fakültenin sorunları konuşulsun…”
Öğrenci Derneği Başkanı, 1980 sonrası Türkeş’li MHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Rıza Müftüoğlu.
Topluyor genel kurulu, biz de varıyoruz toplantının yapıldığı anfiye… “Aaa ana-baba günü, yahu arkadaşlar ne kadar ilgililer fakültenin sorunlarıyla” diye düşünüyorum. Üstelik her kesim orada sağ-sol demeden.
Konuşmalar bir yere geliyor, Fakülte yönetiminin sorunlara kulak tıkadığı, bu bağlamda yapılan istemleri savsakladığı görüşü egemen oluyor ve birdenbire boykot sesleri yükseliyor.
Rıza Müftüoğlu’nu istiyorlar kürsüye “Sen ne diyorsun, çık söyle” dilekleri ve açıklama istemleriyle. O da çıkıyor: “İrade yüce genel kurulundur, fakat boykot bizim işimiz değildir, bize uymak ve yardımcı olmak düşer…” diyor.
Ve boykot oya sunuluyor, büyük bir çoğunlukla kabul ediliyor. Şimdi bir boykot komitesi kurulacak ve o komite
Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’nin sorunlarını üniversite yönetimine götürecek ve çözümünü sağlayacak.
Bir kara tahta duruyor divan başkanlığının yanında boykot komitesine seçilmesi istenenlerin adları oraya yazılıyor. Hoppala… Bir de bakıyorum ki benim adım da orada… Gidiyorum divana doğru, en yakın arkadaşlarımdan Süha Durutaş, önüme çıkıyor “Ben yazdırdım senin ismini, birlikte olalım, ciddi sorunlarımız var, çözelim bunları, sağ sol demeden bir araya gelindi, böyle fırsat bir daha ele geçmez” diyor. Ben de az düşünüp “tamam” diyorum.
Boykot komitesi başkanı Karslı Seyfi (soyadını anımsayamıyorum ne yazık ki), sosyal demokrat ve Alevi. Benle Süha Ülkü Ocaklarından, Dev-Genç’ten var iki arkadaş ve dinci kesimden iki öğrenci, iki de ortacı var… Komitenin bileşimi böyle…
Seyfi çıkıyor kürsüye “Arkadaşlar bu onurlu görevi bize yüklediniz ama işiniz bitmedi, çekip gitmeyin memleketlerinize, bizlerin size ihtiyacımız olacak, bizi yönlendirin, denetleyin, destekleyin. Belki farklı eylemler koymamız gerekecek, o durumda yeniden size başvurmamız gerekecek…”
Ohoo kim dinler, çekti gitti yüzde sekseni, kalan yüzde yirmisi de boykot kırıcısı ama şimdilik korkudan gelemiyor, havayı kokluyor, fırsat bulunca gelip derslere girecekler.
Bu arada biz de görüşmelere başlıyoruz, oyalıyorlar bizi, yalanlar söylüyorlar akademik unvanlarına ve yaşlarına bakmadan, birbirlerinin aleyhine kışkırtmalar yapıp bizleri kullanmak istiyorlar. Bir çarpıcı örnek vereyim:
Profesör Osman Arıkan vardı, ona gittik, bizi çok iyi karşıladı, övdü, başarılar diledi ve bizimle beraber olduğunu söyledi. Ve bir gün komite üyesi dev-gençli bir arkadaşımız bir yazı getirdi komiteye, odacının elinde görmüş, kuşkulanmış, çekip almış, okumuş ve şoke olmuş. Osman Arıkan kavgalı olduğu dekan Prof.Dr. Turhan Tufan Yüce’ye yazı yazıyor, diyor ki: “Boykot üç beş tahrikçinin eseridir, hiçbir talepleri haklı ve doğru değildir, ciddiye ve dikkate alınması gerekmez.”
Kalkıp hınçla, hışımla gittik Osman Arıkan’ın odasına, arkadaşlarımızın birisi “Dekanlığa bir yazı yazmışsınız, ne yazdınız Hocam” diye sordu. Önemli değilmiş yazdıkları, temenni mahiyetinde şeylermiş… Süha ile ben “Yahu utanmıyor musun yalan söylemeye, biz okuduk o yazıyı…” dedik, adam yine yazdıklarında bir şey olmadığını, bizi desteklediğini söylüyor, aklımızla alay ediyor. “Hastir ulan” dedik çıktık odasından.
Böyle böyle bir 15 gün geçti… Ve bir gün dediler ki, bir grup boykot kırıcı gelmiş, Dr.Mehmet İshakoğlu’nun dersine gireceklermiş. İshakoğlu, bütün derslerine düzenli olarak girip herkesi yok yazıp çıkıyordu.
Vardım İshakoğlu’nun dersinin yapılacağı dershanenin kapısına, bir sandalye koydum ve oturdum. O boykot kırıcılara dönüp dedim ki “Derse girmeye teşebbüs eden sonucuna katlanır, hadi girin de göreyim!”
Geri durdular… İshakoğlu geldi o arada, baktı kapıyı kesmişim. Dedi ki “Boykot yaptınız biliyordum, oysa sen işi işgale dönüştürmüşsün, benim içeri girmemi engellemek işgaldir, öğrenim özgürlüğünü engellemedir. Çekil gireyim içeri.”
Çekildim girdi. O arada “Ustura Necla lakaplı kız bitiverdi yanımda” içeri girecekmiş.
“Çekil git” dedim, “Asabımı bozma benim…”
“Ne yaparsın, döver misin?” diye sordu. İshakoğlu kapıya geldi, “Gir kızım, burası dağ başı değil” demez mi…
“Bak hoca, sözlerine, yaklaşımına hak verdim, senin içeri girmeni engellemedim. Girdin içeri. Yoklamanı yap ve çık git… Öğrencilere boykot kırıcılığı yaptırtmak senin işin değildir, ayrıca yakışmıyor da sana…” dedim, İshakoğlu kıpkırmızı oldu, mert ve dürüst bir adamdı, alıp çantasını çıkıp gitti.
O gitti ben de Ustura Necla’ya okkalı bir küfür savurdum, çantasına usturasına yeltendi, bazı arkadaşları eline sarılıp koymadılar, alıp götürdüler, giderken o da bana sövüyordu.
İshakoğlu’na gelince; birkaç yıl sonra bir dersinde, o boykotun haklı nedenlerden dolayı yapıldığını, kendilerinin değerlendirme hatası yaptıklarını itiraf edecekti.
Neyse baktık olmuyor, bir gün topladık genel kurulu “Çekip gittiniz, yükü vurdunuz bizim sırtımıza, işte bunları bunları yaptık… Bizden bu kadar, dilerseniz bitirin bu işi, dilerseniz yeni bir komite oluşturun” dedik. Bitirdiler
İşte bir boykot böyle başladı, böyle bitti. O boykotun bana en büyük yararı farklı düşüncede olanlarla çalışabilme kültürünü ve alışkanlığını edinmemdir.