Herkesçe malum olduğu üzere, önceden uzaklarda bir diyar ve uzaklığın sembolü olarak bilinen ama içinde yaşadığımız post-modern dönemde ve enformasyon çağında ulaşım ve iletişim ağlarının hızı sayesinde yanı başımızda bir köy mesabesine gelen Çin’de zuhur eden Covid-19 salgını çok kısa sürede bütün cihanı sardı. Hayatı felç eden, alışkanlıkları değiştiren, ibadet mekânlarını bile kapattıran salgınla baş edebilmek için hemen her tarafta çok ciddi mücadeleler veriliyor. Bir yandan da insanoğlu, tarihte böylesi bir bulaşın emsali var mıydı sualine cevap arıyor ve bunun için tarihin tozlu raflarına müracaat etme ihtiyacı hâsıl oluyor.
Tarihi kaynaklar, bizlere hemen her dönemde muhtelif salgınlar olduğu gerçeğini haykırıyor. Ancak nisyan ile malul olan insanoğlu hafızası ne yazık ki çabuk unutuyor ve bu yüzden tedbiri elden bırakıyor. Tarihte salgın denilince, 1347-1350 arasında Avrupa kıtasını büyük yıkıma götüren kara ölüm, nam-ı diğer kara veba ilk akla geliyor. Daha yakın dönemlerde özellikle 19. Yüzyılda ise dünyamız bu defa kolera illetine müptela oluyor.
Mezkûr yüzyıl boyunca 1817, 1829, 1852, 1863, 1881 ve 1899 yıllarında büyük salgınlar meydana geldi ve kitlesel ölümler gerçekleşti. Osmanlı’da salgınlarla mücadele etmek için modern manada ilk teşebbüs II. Mahmut döneminde yapıldı ve karantina uygulaması başlatıldı. Karantina, İtalyancada kırk anlamındaki quarantena kelimesinden dilimize geçti. Osmanlılar bunun yerine “usul-ı tehaffuz” kelimesini tercih ettiler. Karantina yeri için İtalyanların kullandığı lazaret veya lazaretto kelimelerinin yerine ise “tehaffuzhane” terimini ikame ettiler. (G.Sarıyıldız, “Karantina”, DİA).
Müdahale edilmediğinde öldürücü olan ve bir bağırsak enfeksiyonu olarak bilinen kolera, Osmanlı vesikalarında illet-i kolera ve illet-i adiyye şeklinde adlandırılıyordu. Akut başlangıçlı kusma ve karın ağrısı olmaksızın şiddetli ishal, hastalığın en önemli belirtisiydi. Su kaynaklarının kirliliği ve hijyen şartlarının yetersizliği, koleranın ortaya çıkışını kolaylaştırıyordu. Bu dönemde en meşhur salgınlardan birisi 1892 yılında yaşandı. Erzurum, Trabzon ve İstanbul’da görülen salgının esas çıkış noktası ise Bakü idi. (Abdülkadir Gül, XIX. Yüzyılda Erzincan Kazasında Salgın Hastalıklar, AÜ Türkiyat Dergisi, sayı 41)
1892 yılında yakın çevresini kuşatan kolera illetinden acaba Bayburt etkilendi mi? Bununla ilgili doküman var mıdır? Bunların cevaplarını bulacağımız yer, şüphesiz milyonlarca belgenin yer aldığı Osmanlı Arşivleridir. Yaptığımız araştırmada kısa sürede sonuca ulaşacak ve yukarıdaki suallerin cevabını verebilecek birkaç vesikaya ulaştık. Sonuç, evet Bayburt 1892’de kolera illetine müptela olmuştu.
Bayburt’ta kolera olduğuna dair ilk belge, Bayburt memleket tabibi Mehmet Efendi’nin İstanbul’a telgraf gönderdiği 29 Ekim 1892 tarihlidir. Olayın serencamı şöyle gelişmiştir. Gümüşhane sınırına yakın Balahor köyü (Akşar) sakinlerinden bir kişi, iş için Gümüşhane’ye gitmiş ve orada dört gün kalmıştır. Gittiğinde şehri ve bahçeleri dolaşan şahıs, köyüne döndükten sonra hastalanmış, koleraya tutulmuş ve kısa sürede hayatını kaybetmiştir. Ardından iki gün sonra köyde bir kişi daha hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine Bayburt tabibi, derhal Balahor’a giderek incelemelerde bulunmuştur. Tabip Efendi, muayene neticesinde köyde üç kişin daha kolera olduğunu görmüştür. Bu sırada aynı zamanda Bayburt şehir merkezinde de iki kişi koleradan hayatını kaybetmiştir. Böylece toplamda kolera salgınında beş kişi vefat etmiştir. Salgına yakalanan diğer üç kişi ise yapılan tedavi neticesinde sağlıklarına kavuşmuşlar ve iyileşmişlerdir. İşte bu gelişmeler üzerine tabip Mehmet Efendi, durumu ivedilikle İstanbul’a bildirmiştir. (BOA. Y.PRK. nr. 8 /4).
Salgın haberi hemen İstanbul’da heyecana sebep olmuş, dönemin sağlık bakanı durumu Sadrazam Cevat Paşa’ya iletmiştir. Meseleyi enine boyuna ele alan İstanbul bürokrasisi, vakanın Gümüşhane merkezli çıktığını ve özellikle Trabzon’a yayılması halinde sorunun daha da büyüyeceğini tespit etmişlerdir. Bunun için Gümüşhane’nin sağlık durumunun işin uzmanları tarafından tahkik edilmesini istemişlerdir. Bulaşın önüne geçmek için derhal Trabzon valiliğine emirler gönderilmiş ve vilayetin sınır giriş çıkışlarının güvenliği için kullanılan kordonların bir kat daha kuvvetlendirilmesi istenmiştir. Alınan tedbirler etkili olmuş ve bu tarihte Bayburt’ta yeni bir ölüm vakası yaşanmamıştır. Ancak bölge 1910 yılında yeni bir salgın tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir.
1910 yılında Rusya’da ortaya çıkan yeni kolera salgını, Trabzon, Samsun gibi Karadeniz şehirlerini tedirgin ettiği gibi Trabzon’a yakınlığı nedeniyle Bayburt’ta korku ve paniğe sebep olmuştur. Salgının ülkeye girişini önlemek için birçok tedbir alınmış, Rusya’dan gelmekte olan sebze, meyve ve konserveler bile yurda sokulmamıştır. Bu sıkı tedbirler sayesinde kolera salgını Bayburt’a ulaşmamıştır. (BO. DH. MUİ. nr. 104 /26)
Bayburt’ta ikinci kolera salgını ise Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında 1915 yılında ortaya çıkmıştır. Erzurum Valisi Tahsin Bey’in savaş nedeniyle şifreli olarak İstanbul’a gönderdiği telgrafta durum hakkında bilgi verilmiştir. Buna göre Veli Şaban Mahallesi sakinlerinden Halil Efendi adlı bir şahıs, 25 Kasım 1915’de hastalanmıştır. Yapılan muayenede kolera olduğu teşhisi konulmuş ve gerekli tedbirlerin alınması için ilgili birimler harekete geçirilmiştir. Erzurum Valisi Tahsin Bey, hastalığın salgın haline gelmemesi için vilayet sıhhiye müdürü ile ordu tabibini Bayburt’a göndermiştir. Yapılan araştırmada koleranın Trabzon’dan Bayburt’a bulaştığı anlaşılmıştır. (BOA. DH. ŞFR. nr. 499 /23) Heyet, bir süre Bayburt’ta kalmış ve alınan önlemler, hastalığın yayılmasını engellemiştir. Öyle ki 4 Aralık 1915’de Vali Tahsin Bey’in İstanbul’a gönderdiği yeni bir şifreli telgrafta, son yirmi dört saatte Bayburt’ta kolera vukuatı olmadığı bildirilmiştir. Böylece Bayburt, savaşın ortasında çok ciddi bir salgın tehlikesini tabiri caizse ucuz atlatmıştır. Koleradan kurtulmuş ama birkaç ay sonra Kop savunmasının akamete uğraması nedeniyle Rus işgaline düşmekten kurtulamamıştır. Ardından bir de Ermeni çetelerinin saldırıları eklenmiştir. Ancak Bayburtluların dirayeti, azim ve karalılığıyla 21 Şubat 1918’de şehir düşman işgalinden ve mezalimden kurtulmuştur.
Bir sonraki yazımızda buluşmak umuduyla hepinize sağlıklı ve sıhhatli günler dilerim.
Tarihi kaynaklar, bizlere hemen her dönemde muhtelif salgınlar olduğu gerçeğini haykırıyor. Ancak nisyan ile malul olan insanoğlu hafızası ne yazık ki çabuk unutuyor ve bu yüzden tedbiri elden bırakıyor. Tarihte salgın denilince, 1347-1350 arasında Avrupa kıtasını büyük yıkıma götüren kara ölüm, nam-ı diğer kara veba ilk akla geliyor. Daha yakın dönemlerde özellikle 19. Yüzyılda ise dünyamız bu defa kolera illetine müptela oluyor.
Mezkûr yüzyıl boyunca 1817, 1829, 1852, 1863, 1881 ve 1899 yıllarında büyük salgınlar meydana geldi ve kitlesel ölümler gerçekleşti. Osmanlı’da salgınlarla mücadele etmek için modern manada ilk teşebbüs II. Mahmut döneminde yapıldı ve karantina uygulaması başlatıldı. Karantina, İtalyancada kırk anlamındaki quarantena kelimesinden dilimize geçti. Osmanlılar bunun yerine “usul-ı tehaffuz” kelimesini tercih ettiler. Karantina yeri için İtalyanların kullandığı lazaret veya lazaretto kelimelerinin yerine ise “tehaffuzhane” terimini ikame ettiler. (G.Sarıyıldız, “Karantina”, DİA).
Müdahale edilmediğinde öldürücü olan ve bir bağırsak enfeksiyonu olarak bilinen kolera, Osmanlı vesikalarında illet-i kolera ve illet-i adiyye şeklinde adlandırılıyordu. Akut başlangıçlı kusma ve karın ağrısı olmaksızın şiddetli ishal, hastalığın en önemli belirtisiydi. Su kaynaklarının kirliliği ve hijyen şartlarının yetersizliği, koleranın ortaya çıkışını kolaylaştırıyordu. Bu dönemde en meşhur salgınlardan birisi 1892 yılında yaşandı. Erzurum, Trabzon ve İstanbul’da görülen salgının esas çıkış noktası ise Bakü idi. (Abdülkadir Gül, XIX. Yüzyılda Erzincan Kazasında Salgın Hastalıklar, AÜ Türkiyat Dergisi, sayı 41)
1892 yılında yakın çevresini kuşatan kolera illetinden acaba Bayburt etkilendi mi? Bununla ilgili doküman var mıdır? Bunların cevaplarını bulacağımız yer, şüphesiz milyonlarca belgenin yer aldığı Osmanlı Arşivleridir. Yaptığımız araştırmada kısa sürede sonuca ulaşacak ve yukarıdaki suallerin cevabını verebilecek birkaç vesikaya ulaştık. Sonuç, evet Bayburt 1892’de kolera illetine müptela olmuştu.
Bayburt’ta kolera olduğuna dair ilk belge, Bayburt memleket tabibi Mehmet Efendi’nin İstanbul’a telgraf gönderdiği 29 Ekim 1892 tarihlidir. Olayın serencamı şöyle gelişmiştir. Gümüşhane sınırına yakın Balahor köyü (Akşar) sakinlerinden bir kişi, iş için Gümüşhane’ye gitmiş ve orada dört gün kalmıştır. Gittiğinde şehri ve bahçeleri dolaşan şahıs, köyüne döndükten sonra hastalanmış, koleraya tutulmuş ve kısa sürede hayatını kaybetmiştir. Ardından iki gün sonra köyde bir kişi daha hayatını kaybetmiştir. Bunun üzerine Bayburt tabibi, derhal Balahor’a giderek incelemelerde bulunmuştur. Tabip Efendi, muayene neticesinde köyde üç kişin daha kolera olduğunu görmüştür. Bu sırada aynı zamanda Bayburt şehir merkezinde de iki kişi koleradan hayatını kaybetmiştir. Böylece toplamda kolera salgınında beş kişi vefat etmiştir. Salgına yakalanan diğer üç kişi ise yapılan tedavi neticesinde sağlıklarına kavuşmuşlar ve iyileşmişlerdir. İşte bu gelişmeler üzerine tabip Mehmet Efendi, durumu ivedilikle İstanbul’a bildirmiştir. (BOA. Y.PRK. nr. 8 /4).
Salgın haberi hemen İstanbul’da heyecana sebep olmuş, dönemin sağlık bakanı durumu Sadrazam Cevat Paşa’ya iletmiştir. Meseleyi enine boyuna ele alan İstanbul bürokrasisi, vakanın Gümüşhane merkezli çıktığını ve özellikle Trabzon’a yayılması halinde sorunun daha da büyüyeceğini tespit etmişlerdir. Bunun için Gümüşhane’nin sağlık durumunun işin uzmanları tarafından tahkik edilmesini istemişlerdir. Bulaşın önüne geçmek için derhal Trabzon valiliğine emirler gönderilmiş ve vilayetin sınır giriş çıkışlarının güvenliği için kullanılan kordonların bir kat daha kuvvetlendirilmesi istenmiştir. Alınan tedbirler etkili olmuş ve bu tarihte Bayburt’ta yeni bir ölüm vakası yaşanmamıştır. Ancak bölge 1910 yılında yeni bir salgın tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir.
1910 yılında Rusya’da ortaya çıkan yeni kolera salgını, Trabzon, Samsun gibi Karadeniz şehirlerini tedirgin ettiği gibi Trabzon’a yakınlığı nedeniyle Bayburt’ta korku ve paniğe sebep olmuştur. Salgının ülkeye girişini önlemek için birçok tedbir alınmış, Rusya’dan gelmekte olan sebze, meyve ve konserveler bile yurda sokulmamıştır. Bu sıkı tedbirler sayesinde kolera salgını Bayburt’a ulaşmamıştır. (BO. DH. MUİ. nr. 104 /26)
Bayburt’ta ikinci kolera salgını ise Birinci Dünya Savaşı’nın ortasında 1915 yılında ortaya çıkmıştır. Erzurum Valisi Tahsin Bey’in savaş nedeniyle şifreli olarak İstanbul’a gönderdiği telgrafta durum hakkında bilgi verilmiştir. Buna göre Veli Şaban Mahallesi sakinlerinden Halil Efendi adlı bir şahıs, 25 Kasım 1915’de hastalanmıştır. Yapılan muayenede kolera olduğu teşhisi konulmuş ve gerekli tedbirlerin alınması için ilgili birimler harekete geçirilmiştir. Erzurum Valisi Tahsin Bey, hastalığın salgın haline gelmemesi için vilayet sıhhiye müdürü ile ordu tabibini Bayburt’a göndermiştir. Yapılan araştırmada koleranın Trabzon’dan Bayburt’a bulaştığı anlaşılmıştır. (BOA. DH. ŞFR. nr. 499 /23) Heyet, bir süre Bayburt’ta kalmış ve alınan önlemler, hastalığın yayılmasını engellemiştir. Öyle ki 4 Aralık 1915’de Vali Tahsin Bey’in İstanbul’a gönderdiği yeni bir şifreli telgrafta, son yirmi dört saatte Bayburt’ta kolera vukuatı olmadığı bildirilmiştir. Böylece Bayburt, savaşın ortasında çok ciddi bir salgın tehlikesini tabiri caizse ucuz atlatmıştır. Koleradan kurtulmuş ama birkaç ay sonra Kop savunmasının akamete uğraması nedeniyle Rus işgaline düşmekten kurtulamamıştır. Ardından bir de Ermeni çetelerinin saldırıları eklenmiştir. Ancak Bayburtluların dirayeti, azim ve karalılığıyla 21 Şubat 1918’de şehir düşman işgalinden ve mezalimden kurtulmuştur.
Bir sonraki yazımızda buluşmak umuduyla hepinize sağlıklı ve sıhhatli günler dilerim.
Belge:1- Bayburt Memleket Tabibi Mehmet Efendi’nin Kolera Salgınını İstanbul’a Bildirdiği Telgraf Metni BOA. Y.PRK. A. nr. 8 / 4.
Bayburt Memleket Tabibi Mehmed Efendi Tarafından Tevârüd Eden Fî 17 Teşrîn-i Evvel sene 1308 Târihli Telgrâfnâme Sûretidir:
Gümüşhane hududuna iki saat mesafede bulunan Bayburd’un Balahor (Akşar) karyesi (köyü) ahalilerinden bir kişi Gümüşhane’nin şehr ve bağçelerine gidip dört gün kalarak avdetinde (geri dönüşünde) koleraya tutulup vefat ettiği, anı müteakip iki gün sonra diğer birisinin vefatı ve şimdiki halde karye-i mezkurede (Balahor’da) üç musab (hastalığa yakalanmış) olduğu bi’l-muayene (muayene ile) tahakkuk etmekle Bayburt kasabasında dahi bu gün iki kişi koleradan vefat ettiği ve iki günden beri kolarin hüküm sürüyor ise de bi’t-tedavi (tedavi ile) kesb-i sıhhat (sağlığına kavuştukları) ettikleri maruzdur.
Gümüşhane hududuna iki saat mesafede bulunan Bayburd’un Balahor (Akşar) karyesi (köyü) ahalilerinden bir kişi Gümüşhane’nin şehr ve bağçelerine gidip dört gün kalarak avdetinde (geri dönüşünde) koleraya tutulup vefat ettiği, anı müteakip iki gün sonra diğer birisinin vefatı ve şimdiki halde karye-i mezkurede (Balahor’da) üç musab (hastalığa yakalanmış) olduğu bi’l-muayene (muayene ile) tahakkuk etmekle Bayburt kasabasında dahi bu gün iki kişi koleradan vefat ettiği ve iki günden beri kolarin hüküm sürüyor ise de bi’t-tedavi (tedavi ile) kesb-i sıhhat (sağlığına kavuştukları) ettikleri maruzdur.