Örtünmek asalet mi?

Abone Ol
Yüce Mevla kulunu sadece balçıkla yaratmamış, balçığa birde ruh üfleyip hayâ örtüsüyle donatmış ta. Bu yüzden örtünme çok büyük bir nimet addedilir. İnsan yeter ki, örtünme adabına uysun asalet ve zarafet özelliği kazanır da. Elbette ki bu asalet ilahi kaynakla yoğrulmuş takva libasından başkası değildir. Zira bu hususta Yüce Allah (c.c); “Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerleriniz örtecek ve süs olacak elbise indirdik, takva elbisesi... İşte bu daha hayırlıdır” (A’raf,26) ferman buyurmakta. Madem öyle ‘ferman başımız üzere’ ölçüsünce örtünme emrini hakkıyla yerine getirmek gerekir. Sakın ola ki örtünmede nedir, bunun hakkı hukuku mu olur demeyin, bakın öyle örtünenler var ki; onlar için örtünür çıplaklar dense yeridir. Şayet örtünmekten maksat kısmen açık, kısmen dar, kısmen kapalılık, kısmen vücut azaları belli olacak türden örtünmeler kastediliyorsa, biliniz ki İslam’da asla bu tür örtünmelere yer yoktur, hatta setri avret olarak kabul görmez de. Şu bir gerçek örtünme yekpare bölünmez bir örtüye bürünmek demektir, dolayısıyla kenarından kıyısından da olsa bütünlüğü bozmaya gelmez, tam aksine setri avret hal üzere yaşamak lazım gelir. Yaşayalım ki kurtuluşumuza vesile olsun.          
         
Malum, erkeğin avret mahrem alanı (avret yeri) diz kapağı ile göbek arasıdır, kadının ise saçlarının tüy bitiminden başlayıp kulak yumuşağının çene altına kadar ki kısımdır, yani görünen el, yüz ve ayaklar dışında kalan tüm bedendir. İşte bir mümin bu örtünme usul ve adabına uymakla çok büyük avantaj elde etmiş olur. Bu öyle bir avantaj ki, örtünmeyle avret yerlerinin ulu orta sergilenmesine mani olunduğu gibi dünyanın dört bir yanını cennet hatırası giysiyle seyri âlem eyleriz de. İşte bu yüzden örtünmeyi hafife almamak gerekir. Nitekim Resulullah (s.a.v) örtüsüzlüğün vahametini şu beyanıyla ortaya koymuştur: “Cehennem halkından iki sınıf insan var ki, birincisi sığırkuyrukları gibi kamçıları olan, onlarla insanları dövenlerdir. İkinci grup ise giyinmiş, fakat çıplak kalan erkeklerin kalplerini kendilerine meylettiren vücutlarını sağa sola eğip çalımlı yürüyen kadınlardır. Onların başları Horasan develerinin hörgüçleri gibidir. Bunlar cennete giremezler. Oysa o koku çoktur, ama çok uzun mesafelerden duyulmaktadır” (Müslim).

Elbette ki müminler olarak örtünmesine örtünüyoruz, ama layığı veçhiyle tam örtündüğümüz söylenemez. Hele aramızda öyleleri var ki; sırf dikkat çekmek için örtünmekteler, oysa örtünme dikkat çekmenin aracı değildir. Kaldı ki dinimiz buna asla cevaz vermez. Zira Hz. Âdem (a.s) ve Havva dikkat çekmek için örtünmüş değillerdi, bilakis usulü adabınca cennet yurdunda rahatça gezinmeleri için örtüye bürünmüşlerdi. İyi ki de onlara böyle bir libas bahşedilmiş, bu sayede şu fani dünyada cennet hatırası örtüyle yüzleşmiş olduk. Sadece yüzleşmek mi, bunun yanı sıra örtünmeyle hayâ zırhına bürünüp hayâ’nın imandan bir cüz olduğunu idrak etmiş olduk.  Hatta idrak etmekle kalmadık şeytanın Âdem (a.s) ve Havva anamıza bin bir türlü desise ve vesveseyle yasak ağacın yemişinden yedirmesinin arka planında ki esrarı da anlamış olduk. Hiç kuşkusuz şeytan’ın bunca hinliği, bunca çabası imandan bir şube olan hayânın etki gücünü kırmak içindi. Bir başka ifadeyle hile yoluyla hayâ libasını açıp avret yerlerinin görünmesi içindi. Nitekim öyle de oldu ve sonunda ben-i âdemin asli vatanından fani vatana göçü vuku buldu. 
Gerçekten de avret yerlerinin açılması hayâ duygularını bir anda silip süpürmeye yetiyor. Hatta hayâsızlık her türlü felakete kapı aralar da. Nasıl kapı aralanmasın ki, her geçen mahremiyet ayaklar altına alınıp habire çiğnenmekte. Malum, mahremiyet olmayınca da dünyaya düşkünlük baş göstermektedir. Dünyaya düşkünlük ise nefse kölelik demektir, bilhassa bu düşkünlük kadınlarda vücudunu teşhir edecek derecede metalaşmaya yol açıp kadınlık ruhunu bertaraf eden unsur olabiliyor. Tabi bu arada şeytan da fırsattan istifade boş durmayıp üst perdeden kadınlara şöyle telkinde bulunmakta; “Ana ve babanızı cennet elbisesinden dünya çıplaklığına dönüştürdüğüm gibi sizlerinde hayâ perdesini çözecek örtünüzü üzerinizden almak benim asli görevimdir.” Belli ki bu telkin boşa değil, “O topraktan bense ateşten yaratıldım” hırsıyla yapılan bir telkindir bu. Ki, Yüce Allah (c.c) bu hususta; “Ey Âdem'in çocukları! Şeytan avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak anne babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın (Araf, 27) beyanıyla bu durumu teyit ediyor. Yine Allah (c.c); Ağacın meyvesini tattıklarında avret yerleri kendilerine açıldı. Bunun üzerine (hayâ duygusu ile) cennet yapraklarından üzerilerini örtmeye başladılar. Rableri onlara şöyle seslendi... Ey Âdem'in çocukları! Size avret yerlerinizi örtecek ve size süs olacak. Elbise indirdik; takva elbisesi.. İşte bu daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar” (A’raf 20–27) buyurmakta.

İşte görüyorsunuz şeytan cennette Âdem ve Havva’ya tuzak kurup asli vatandan mahrum ettiği yetmemiş gibi, birde bunun üstüne dünyada da Âdem ve Havva'nın zürriyetinden kıyamete kadar türeyecek tüm insanlığı ilahi yoldan saptırmak için ne gerekiyorsa onu yapmaya devam etmektedir. Bilhassa müminlerin yeryüzünde cennet hatırası libasla dolaşmamaları için her ne tür hile ve her ne tür desise varsa hepsini icra etmekten geri durmamaktadır. Niye geri dursun ki, şeytan çok iyi biliyor ki: bir insanın ar damarı çatlayınca imanını çalmak çok kolay olacaktır.  

Allah (c.c), tüm canlıları anadan üryan çıplak yaratmış, ama insanın diğer mahlûkattan bir farkı var ki, o da yaratılışla birlikte cennette özel örtüyle donatılmış olmasıdır. Tabi bu sıradan bir fark değil, eşrefi mahlûkat olmanın nişanesi bir farktır. Kaldı ki örtü nişane sayılmasa da, ilahi örtünme emrinin varlığı yeter. Böyle bir emir yücelerden geldikten sonra bizim yapacağımız tek şey emre itaat etmek olmalıdır. Bakın bu hususta Yüce Allah (c.c) Habib’ine ne buyuruyor:
-“Ey Peygamber! Hanımlarına kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden tanınıp eziyet edilmemeleri için daha uygundur. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir” (Ahzab, 59).
-“(Habib’im) Mümin kadınlara söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boyun, kulak, baş, kol ve bacak gibi yerlerini) açıp göstermesinler. Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüz, eller, ayaklar) müstesna. Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar (göğüs ve boyunlarını) göstermesinler, ziynet (yer)lerini ancak şu kimselere gösterebilirler: …” (Nur,31).

İşte, ayetlerden de anlaşıldığı üzere bir mümin kadın her ne surette olursa olsun yabancı erkeklere karşı örtünmesi dini bir vecibedir. Zaten kadın yaratılış gereği hayâ libasıyla donatılmış, ama zahirende bunu taçlandırması faydasınadır. Besbelli ki kadının haram bakışlara karşı tek koruyucu zırhı örtüsüdür. Ve bu zırh sayesinde örtünme asaletine bürünür de. Malum, İslam’da cariye azad olur olmaz derhal örtünmezse vakit içerisinde kıldığı namaz ifsat olmakta, bu durumda örtünüp yeniden namazı kılması lazım gelir. Çünkü bir cariye için örtünme farzı azad edildiği andan başlar. Derken özgürlük nişanesine kavuşmuş olur. Bakın,  Haneyi Saadet hanımları “(Ey Peygamber hanımları) evlerinize oturun. Evvelki cahiliye çıkışı gibi çıkmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin” (Ahzab,33) ayetine muhatap olduklarında asalet örtüsüne bürünmüşler de. Tabii onların muhatap olması tüm müminlerin muhatap olması demektir. Dahası onlar bizim için örnek teşkil etmekte. Bu örnek olmalı ki, uygulamada bir takım sıkıntılar yaşanmasın.   

Evet, mahremiyet örtü ile anlam kazanmakta. Ama gel gör ki, bir takım aklı evveller örtüsüzlüğü çağdaşlık olarak addetmekteler hala. Oysa bu nasıl çağdaşlıksa kalplerinin safiyetini yitirdiklerinin farkında bile değiller. Neredeyse teşhircilik tek safiyet gibi sunulmakta, aslında bu hal vaziyet ne denli değer kaybına uğradığımızın bir işaretidir. Sadece tek dert bu olsa yine gam yemeyiz, bizi daha da çok düşündüren tablo her geçen gün aile ocaklarının çökme yönünde alarm vermesidir. Şayet hal vaziyet böyle giderse artık yuva kurmak ve aile olmak bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir. Madem hal vaziyet bu mecrada ilerlemekte, o halde neydik edip bir an evvel bu çıkmaz kuyudan çıkmanın yollarını aramalı.  Nasıl ki oruç ibadetiyle hem iç, hem dış dünyamız kontrol altına alınıp nefsimiz dizginleniyorsa, aynen bunun gibi örtüyle de iç ve dış âlemimiz her türlü haram bakışlardan korunmaya alınmakta. Bilhassa bu noktada çıkmaz kuyudan çıkmanın çözümüne yönelik evlilik büyük bir nimet olarak karşımıza çıkmakta. Nitekim evlilikle eşler birbirinin örtüsü olur da. Nasıl mı? İşte bu meyanda Allah Teâlâ’nın; “Onlar sizin elbiseniz, sizde onların elbisesiniz” (Bakara 187) beyan buyurduğu ayette gizlidir. Öyle ki Peygamberimiz (s.a.v) bu gerçekler ışığında “Ben ümmetimin çokluğuyla övünürüm” buyurmuştur. Madem öyle, bir ömür boyu tek baş yastıkta eşlerin birbirine örtü olduğu aile ocaklarını tüttürmek varken, örtüsüz yuvasızlığa özenmek niye? Evet, çözüm aile olmaktan geçmekte. 

Gerçekten de yuvasızlık ve eşsiz hayat örtüsüzlük demektir. Bakmayın siz öyle “bekârlık sultanlıktır” deyip ahkâm kesenlere, kazın ayağı hiçte öyle değil, tam aksine tek başına hayat çoraklık ve çöllükten başkası değildir. Dahası evlilik dışı hayat çırılçıplak hayat yaşamak gibidir, O halde avara avara bu dünyada boşa nefes tüketmek nereye kadar devam edebilir ki?   
         
Örtünmek o denli mühim bir haslet ki, Hicretin otuz beşinci yılı geçiyordu ki Hz. Osman (r.anh) Hane-i Saadetinde Kur’an okuyordu, o sırada isyancılardan birkaçı ellerinde birkaç meşale ile dış kapıyı aleve vermeye başlamışlardı, sonra alevler içerisinde muhafızları yangın söndürmekle meşgul edip bir anda odaya daldılar. Onları bu halde gören Hz. Osman'ın (r.anh) hanımı Naile yerinden fırlayınca başörtüsünü çektiler. Tabii bu vahim durum karşısında Hz. Osman (r.anh); ‘Ey Naile! Başını ört, öldürülmek bile senin başının açık kalması yanında hafif kalır’ demekten kendini alamamıştır. İşte örtü hassasiyeti budur, hem de ecele şerbet demek olan şehit düşme esnasında yaşanılan bir hassasiyettir bu. Zaten hayâ deyince ilk evvela Hz. Osman akla gelir. Hakeza Fatıma annemizde öyledir. Öyle ki, Fatıma annemiz; Ben ölürsem beni gece defnedin ki erkekler beni görmesin diyecek kadar hayâ sahibiydi. 
Velhasıl; her iki misalde bize şunu gösteriyor ki, ölürken bile örtü hassasiyeti şarttır.        

Vesselam.