Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, eğitim en büyük sorunların başında geliyordu. Okur yazarlık oranı son derece düşüktü. Bu oran, büyük gayretlerle 1935’te yüzde 18,7’e, 1975’te yüzde 61,6’ya, 2000’lerde yüzde doksanlara ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti, aydınlanma projesinin başarısını başöğretmen Atatürk’e ve onun öğretmenlerine borçludur.
Cumhuriyet hükümetleri, cahilliği yenmek, çağdaş ve millî bir toplum yaratmak amacıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu çıkardı.(1924 ) Halk okuma odaları ve millet mektepleri hayata geçirilip örgün ve yaygın eğitime, öğretmen yetiştirilmeye önem verildi.
Cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk, öğretmenler hakkında şöyle diyordu: ‘’Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr unsurlarıdır.’’
1926’da mevcut öğretmen okulları yanında Köy Muallim Mektepleri açıldı. Daha sonraki yıllarda köy eğitimi amacıyla 1930’larda eğitmen kursları,1940’larda Köy Enstitüleri hayata geçirildi.
Köyler için öğretmen yetiştirilmesinin amacı, cumhuriyet ilkelerinin köylerde benimsenmesini ve köylerin modernleşmesini sağlamak idi.
Köy Enstitülerine ve daha sonraki 6 yıllık yatılı öğretmen okullarına ilk okulu bitirmiş, çoğunlukla köylü, az sayıda şehirli, ama genellikle fakir aile çocukları sınavla alındı.
1 Mart 1926’da Gazi Eğitim Enstitüsü, orta dereceli okullara öğretmen yetiştirmek üzere kuruldu. Gazi Eğitim Enstitüsü ve diğer Enstitülere, öğretmen okulu, köy enstitüsü ve az da olsa liselerden sınavla öğrenci alındı. Birbirine yatılı okullarla bağlı bu okullardan mezun olan öğretmen-ler, Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlanma hedeflerini gerçekleştirmek için yurdumuzun her tarafında canla başla çalıştı.
Cumhuriyetin bu okullaşma modeli dünyaya örnek olacak ölçüde idi. Bu okullardan yalnız eğitimciler değil,Türkiye’nin en büyük yazarları, şairleri ressamları, müzisyenleri, ilim ve devlet adamları çıktı. Çünkü 11-12 yaşlarında köylerden alınan fakir aile çocukları öğretmen okullarında kabiliyetlerine göre eğitiliyordu.
Ne yazık ki, artık Türkiye’de böyle öğretmen yetiştirilmiyor. Halbuki eski öğretmen okulları ve Enstitülerden yetişen öğretmenler,yalnız eğitim ordumuzun yılmaz neferleri olarak kalmadılar, cumhuriyetin ve onun ideallerinin muhafızlığını yaptılar. Bu uğurda her türlü fedakârlığa katlandılar.
Cumhuriyetin bu önemli mimarları, bazen köylerden at sırtında öğrenci toplayan Sıdıka Avar, bazen de Kubilay oldular .
Yalnız son yıllarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bölücü terör örgütü tarafından yapılan saldırılarda 140 öğretmenimiz şehit oldu. Onlar bu ülkenin çocuklarına okuma yazma öğretmek isterken canlarını verdiler. Ellerinde kalem ve tebeşirden başka bir şey yoktu. Erol Akcan, Mahmut Çatalkaya, Mehmet Zeki Ödük. Bu isimler size ne anlatır? Onlar, PKK’lı eli kanlı canilerin pusu kurarak öldürdükleri öğretmenlerimizin adlarıdır. Sait Korkmaz adlı öğretmenimiz ise okulunun yanındaki lojmanda hamile eşi ve çocuğunun gözleri önünde şehit edildi. Bu ve diğer, eğitim şehitlerimizin hakkını kim aradı? Hangi insan hakları kuruluşu onlardan bahsetti? Ağıtlarını kim yazdı?
Öğretmenlerimiz, bizim öğretmenlerimiz...Yurdumuzun kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna, ıssız köylerinde, şehirlerinde, kendi okulunu kendi boyayan, temizleyen, tezekle dershanesini ısıtan, aynı derslikte bütün sınıfları okutan, okulunun hem hizmetlisi hem de öğretmeni olan, öğrencilerini köprüsü olmayan dereden sırtında karşıya geçiren öğretmenlerimiz...Düşük maaşla çalışan,bu yüzden ailesinin geçimini sağlamak için, pazarcılık, taksi şoförlüğü yapan öğretmenlerimiz...
Yaşadığınız bütün olumsuzluklara rağmen ‘’Bu meslek her şeye değer ‘’dediğinizi biliyorum.
Ya siz yurt dışında görev yapan öğretmenlerimiz...Alman okullarında Türkçe dersleri ve Türk öğretmeni saf dışı bırakmak için her yola başvurulur. Öğrencilerinize ulaşmak için okuldan okula koşarsınız. Velileriniz sizi yalnız bırakır.Türkçe dersler sınıf geçme ve kalmada sayılmadığı için öğrenciniz ve veliniz dersinizi önemli bulmaz. Siz okulda yalnız öğretmenlik değil, tercümanlık, sosyal danışmanlık yapar, öğrencilerinizin, velilerinizin her türlü problemine koşarsınız.
Yalnız ders verip eve gelmez, öğrencilerinize vatan kültürünü öğretmek için etkinlikler düzenlersiniz. Yabancı okulunda yapayalnız kendi başınıza mücadele edersiniz. Siz akıntaya karşı kürek çekerken, kimse halin nedir?’’ diye sormaz. Bir mum gibi etrafınıza ışık verirken erir gidersiniz.
Ama sizin için hayatta en büyük mutluluk, gurbette yetişen sevgili Türk çocuklarına; Türkçeyi öğretmektir.
Anadolu’nun, Avrupa’nın dört bir tarafındaki Türk öğretmenleri...Bütün fedakârca çalışmalarınıza karşılık, bütün istediğinizin birazcık hatırlanmak ve önemsenmek olduğunu biliyorum.
Sevgili öğretmenlerimiz, bu duygularla hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Ekim / 2010