Hangi arada kaldığını artık bilmediğim, bir zamanlar “en uğrak” yerlerden biri olduğuna dair mersiyeler dizilen “şehrime”; neredeyse her sabah, her öğlen, her akşam uğrarım…
***
Yine bir “sabah” vakti; her zaman ki gibi “sen” derin uykudaydın!
Sadece ihtiyarların katıldığı o en kutsal yolculuğa denk düşen ve gün ışığının kendini göstermeye nazlandığı saatlerde dolaşmaya başlamıştım…
Uzaktan bile olsa sesini duyduğumda kendimi güvende hissettiğim, temizlendiğim, Murat’tan ayırt etmediğim Çoruh’un yakınlarına denk düşen yollardaydım…
Yürümeye yeni yeni başlayan kızım kadar zorlandığım “bu” tanıdık ama “zulüm görmüş” yollarda, ara ara mola verip etrafı yokluyor, havayı soluyor, sokak sokak utanıyor, cadde cadde gözlerimi kaçırıyordum!
O an, hissettiğim “duygular” tam olarak şöyleydi:
Gezindiğim ve soluduğum o kadar yurt ve o kadar kent arasında; hiç biri bu kadar canımı acıtmamış, gelip koca bir yumruk gibi boğazıma takılmamış, yutkundukça nefessiz bırakmamış, hatıralarıyla ve geride kalmışlığıyla acı acı ağlatmamış, olabileceklerin ve olamamışların kahrını yaşatmamıştı!
***
Annem ve Bayburt!
Henüz, ellerimle toprağa verdiğim annemin kabri sıcakken; “cenaze turizmine” bel bağlamış bir şehrin söylemiyle tezat “asri mezarlık” çıkışında; büyük bir sorunun yanıtını bulmuştum!
Evet; büyük bir sorunun yanıtını bulmuştum!
Çok uzun yıllardır cevabını aradığım bir soruydu bu?
Bayburt’u düşünmekten neden vazgeçemiyordum!
Neden, her kesip attığımda; olur olmaz üstünü çizdiğim gecelerin sabahında yine bu kente dair coşkuyla uyanıyordum?
Yanıt, annemdi!
Ve tabi ki, annemden aldığım genlerdeydi…
O çok kızdığım, çoğu zaman karşı çıktığım ama anne sıcaklığına ve şefkatine yenik düştüğüm, kabul ettiğim, rıza gösterdiğim düşüncelerdeydi…
Annemin yaşamı boyunca bizlere bir öğreti gibi değil ama gizli gizli kanımıza ve içimize işlediği, yemeklerimize ektiği, her sinirli bakışına gizlediği, nadirde olsa gülüşüne eklediği “o özel” öğretinin içindeydi sır!
Sabır, dua ve emek!
Her ne olursa olsun kabullenmek ve vazgeçmemek!
Kötü/çirkin ihtimali “en son” bile değil, ömrü boyunca hiç düşünmemek!
Fark ettim ki; Bayburt gibiydi annem…
Tüm Bayburtlu anneler ne kadar annemse, Bayburt da o kadar annemdi işte!
İçinden koca bir nehir geçen ama bir türlü serinleyemeyen!
Ağustos / 2012