Azerbaycan’ın unutulmaz sosyalist önderi, Atatürk’ün yakın dostu, Kurtuluş Savaşımızın en büyük maddi destekçisi, büyük Türk, değerli devlet ve tıp adamı, değerli bir edebiyatçı olan Neriman Nerimanov, 1923 yılında Rusya Komünist Partisi Merkezi Komitesi’ne çağrılır, orada Azerbaycan’da yapılan sosyalist uygulamalarla ilgili öneri ve görüşlerini aktarır. O önerilerden birisi şudur:
“Azerbaycan’da büyük sanayi kuruluşlarını devletleştirirken, küçüklere dokunmamalı ve küçük çaplı ticarete izin vermeliyiz.”
Peki kabul görmüş mü; Azerbaycan’ın petrol zengini, büyük kapitalist Hacı Zeynalabidin Tagiyev’e dimdik karşı olan ve onun malını mülkünü elinden alan Nerimanov’un bu düşüncesi? Hayır, en yazık ki hayır.
O sistemin yıkılmaya yüz tuttuğu yıllarda ben Azerbaycan’da oldum. Kültür ve sanatta, edebiyatta geldikleri düzeye hayran kaldım. Bizde hıyar-domates satılan işporta tezgâhlarında Bakû’da kitap satılıyordu. Bir şiir kitabı 60 bin basılıyor, kısa zamanda tükeniyordu. Bakû’da çocuk ve kukla tiyatroları dahil birçok tiyatro bulunuyordu. Müzikte dünya çapında idiler.
Gelgelelim ekonomi kötü idi. Nerimanov’u Sovyetler Birliği yöneticileri dinlememiş, kamulaştırmayı abartmışlardı. Bakû’nun en işlek ve büyük caddesinde erişte imalathanesi vardı, devlete ait. Elektrikli alet tamircileri de öyle, devletindi… Sanayi üretiminde toplumculuk başarılmış, büyük işletmeler kurulmuş, tarımda kolektif çiftlikler olan kolhozlar ucuz, nitelikli ve bol ürünler üretiyorlardı. Dağıtım, satış ve pazarlamada ise fiyasko olmuştu. En büyük petrokimya tesislerinin olduğu Azerbaycan’da naylon poşet yoktu, büyük mağazalardan bir şey aldığınızda çimento torbalarına benzer kâğıtlara sarıyorlar, kırnap iple bağlayıp elinize tutuşturuyorlardı. Taksi işletmeciliği bile devlete aitti.
Işıklar içinde olsun, Şemsi Belli ile bir yere gidecektik, taksicinin birine sorduk:
“Azerbaycan’da büyük sanayi kuruluşlarını devletleştirirken, küçüklere dokunmamalı ve küçük çaplı ticarete izin vermeliyiz.”
Peki kabul görmüş mü; Azerbaycan’ın petrol zengini, büyük kapitalist Hacı Zeynalabidin Tagiyev’e dimdik karşı olan ve onun malını mülkünü elinden alan Nerimanov’un bu düşüncesi? Hayır, en yazık ki hayır.
O sistemin yıkılmaya yüz tuttuğu yıllarda ben Azerbaycan’da oldum. Kültür ve sanatta, edebiyatta geldikleri düzeye hayran kaldım. Bizde hıyar-domates satılan işporta tezgâhlarında Bakû’da kitap satılıyordu. Bir şiir kitabı 60 bin basılıyor, kısa zamanda tükeniyordu. Bakû’da çocuk ve kukla tiyatroları dahil birçok tiyatro bulunuyordu. Müzikte dünya çapında idiler.
Gelgelelim ekonomi kötü idi. Nerimanov’u Sovyetler Birliği yöneticileri dinlememiş, kamulaştırmayı abartmışlardı. Bakû’nun en işlek ve büyük caddesinde erişte imalathanesi vardı, devlete ait. Elektrikli alet tamircileri de öyle, devletindi… Sanayi üretiminde toplumculuk başarılmış, büyük işletmeler kurulmuş, tarımda kolektif çiftlikler olan kolhozlar ucuz, nitelikli ve bol ürünler üretiyorlardı. Dağıtım, satış ve pazarlamada ise fiyasko olmuştu. En büyük petrokimya tesislerinin olduğu Azerbaycan’da naylon poşet yoktu, büyük mağazalardan bir şey aldığınızda çimento torbalarına benzer kâğıtlara sarıyorlar, kırnap iple bağlayıp elinize tutuşturuyorlardı. Taksi işletmeciliği bile devlete aitti.
Işıklar içinde olsun, Şemsi Belli ile bir yere gidecektik, taksicinin birine sorduk:
-Altıncı Bayıl İlk Mektebine neçe manata aparırsan bizi?
-12 manata aparıram.
Bu bize göre çok ucuz bir fiyattı, Şemsi Ağabeyi takıldı taksiciye:
-Çok istiyorsun ama…
-Efendim, doqquz manatı devletindi, üç manat da menimdi..
Bu taksici hem maaş alıyordu devletten, hem de kazıklıyordu devleti… Ama kabahat onda değil, taksi işletmeciliğini devlete yaptıranlarda idi.
Bendeniz ekonomi öğrenimi gördüm, ülkenin en büyük KİT’lerinde üst düzey yöneticilikler yaptım ve yeminli mali müşavirlik yaptım, yani büyük sınai, ticari ve hizmet kuruluşlarıyla iç içe oldum. Kamu ve özel sektörün, her ikisinin de her hâlini bilirim. Bu bilmeye, araştırmalarımı da kattım ve 2 tane kitap yazdım; “Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam” ve “Atatürk Ekonomi ve Milliyetçilik”. Bu kitaplarda Atatürk’ün ekonomik anlayışının karma ekonomiye, yani her iki sektörü de yerli yerinde kullanan bir anlayışa dayandığını savundum. Ve Atatürk’ün devletçilik anlayışının dayandığı o değerli formüle dikkati çektim: “Devlet işletmeciliği geçici, devletçilik kalıcıdır” yani, devlet gerektiğinde sanayi ve ticarete el atacak, özel sektör gerekli yetkinliğe ulaştığında o alanı ona devredecekti. Yani AKP gibi ne var ne yok haraç mezat satmak ülke yararına değildi, liberal ekonomi çözüm değildi.
İşte tam burada, “Atatürk Ekonomi ve Milliyetçilik” adlı kitabımdan bir bölümü buraya almam gerek:
“MHP’nin 57’inci hükümet döneminde ne hallere düştüğünü, kitabın daha önceki bölümlerinde anlatmıştım. Aynı kafa karışıklığı bugün de devam ediyor. Manisa Milletvekili Erkan Akçay’a MHP Genel Merkezi görev vermiş 2013 yılı Haziran ayında, Bayburt’a gelmiş sorunları tespit etmiş, bir gazetede demeci var diyor ki ‘Bayburt ölmüş ağlayanı yok.’ Hükümet Bayburt’u kalkınmada öncelikli yöreler grubunda 5’inci bölümden 6’ıncı bölüme aktarmalıymış. Böylece Bayburt daha çok teşvik alabilirmiş. A efendim, Bayburt’a özel sektör yatırım yapacak olsaydı, kırk kez yapardı. Teşvik, meşvik laf bunlar. ‘Devlet yeni KİT’ler kurmalı, Bayburt gibi illere kendisi sanayi yatırımı yapmalı’ neden diyemiyorsun? Korkuyor musun liberal-kapitalist zihniyetten? ‘Devletçiliği yeniden hortlatıyorlar, vay gericiler vay’ mı diyecekler? Desinler. Sen onlara tek geçerli çarenin senin çözümün olduğunu ısrarla savun ve kafalarına vura vura kabul ettir.”1
Ettiremezler, ettiremediler, bugün de ülkenin ekonomik kazanımlarını satanların yanındalar kayıtsız ve koşulsuz. Onların öteden beri kafaları karışıktır zaten. Gençlik yıllarımızda (ben şimdilerde her şeyimle koptuğum o hareketin ilklerindenim) Türkeş, Marks’ın “Mülkiyet hırsızlıktır” sözüne karşılık olarak “Mülkiyet şahsiyettir” demişti, biz buna itiraz etmiştik şahsiyetli bir duruşla ve “Mülkiyeti olmayanlar şahsiyetsiz midir, bu sözünüzü reddediyoruz, mülkiyet ihtiyaçtır yalnızca…” demiştik.
Ama zaman içinde MHP, Milliyetçi-Toplumcu, daha doğrusu karma ekonomi anlayışından uzaklaşıp, eyyamcı oldu. 57’inci hükümet döneminde Kemal Derviş’e teslim olması bunun en çarpıcı örneğidir.
Evet neyse, konu MHP değildi aslında, birçok partimiz de bu bağlamda aynı kafa karışıklığı ve ilkesizlik içindedirler.
Sözü bağlayalım ve şu saptama ile bağlayalım: Dünya bugün karma ekonomiye, üçüncü yola doğru gidiyor. En büyük Türk Komünisti olan Neriman Nerimanov’un 1923 yılında çizdiği çizgiye, Atatürk’ün 1923-1938 yılında gerçekleştirdiği büyük ekonomik mucizeye doğru… Bunu Türkiye komünistleri de bilsinler, özeleştiri yapsınlar. Dünyanın yeni bir sosyalist devrime ihtiyacı var, ancak bu, yukarıdaki eleştirilerimden ders alınarak olmalı.
1) Yeni KİT’ler kurmak ne demek… Neden gerekli?... Bilsay Kuruç, Devletçilik uygulamasının bugünün ölçüleri içinde nasıl bir enstrüman olarak elde tutulması gerektiğini şöyle ifade ediyor: “Eğer dünyada hakikaten teknolojiye ve işbilgisine erişmek istiyorsak, yeni KİT’ler kurabilme olanağını elimizde tutmamız lazım. Fransa bile iki ay önce (1993 yılından söz ediyor) Siemens modeliyle yeni KİT’ler kurmaya başladı. Fransa ki, AB üyesidir. Yeni KİT’ler kurmasının nedeni, Avrupa ve dünya çapında ileri teknolojiyle rekabet edebilmektir. Dünyada teknoloji ilerlediği ve büyük ölçekli işletmeler gerekli olduğu sürece KİT’lerin var oluş gerekçesi ortadan kalkmaz. Ama her firma için olduğu gibi KİT’ler arasında da kapatılacaklar, devredilecekler, satılacaklar olabilir. O ayrı konu (Ahmet Taner Kışlalı ile söyleşi/Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Ağırlığı adlı kitaptan)
Bu taksici hem maaş alıyordu devletten, hem de kazıklıyordu devleti… Ama kabahat onda değil, taksi işletmeciliğini devlete yaptıranlarda idi.
Bendeniz ekonomi öğrenimi gördüm, ülkenin en büyük KİT’lerinde üst düzey yöneticilikler yaptım ve yeminli mali müşavirlik yaptım, yani büyük sınai, ticari ve hizmet kuruluşlarıyla iç içe oldum. Kamu ve özel sektörün, her ikisinin de her hâlini bilirim. Bu bilmeye, araştırmalarımı da kattım ve 2 tane kitap yazdım; “Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam” ve “Atatürk Ekonomi ve Milliyetçilik”. Bu kitaplarda Atatürk’ün ekonomik anlayışının karma ekonomiye, yani her iki sektörü de yerli yerinde kullanan bir anlayışa dayandığını savundum. Ve Atatürk’ün devletçilik anlayışının dayandığı o değerli formüle dikkati çektim: “Devlet işletmeciliği geçici, devletçilik kalıcıdır” yani, devlet gerektiğinde sanayi ve ticarete el atacak, özel sektör gerekli yetkinliğe ulaştığında o alanı ona devredecekti. Yani AKP gibi ne var ne yok haraç mezat satmak ülke yararına değildi, liberal ekonomi çözüm değildi.
İşte tam burada, “Atatürk Ekonomi ve Milliyetçilik” adlı kitabımdan bir bölümü buraya almam gerek:
“MHP’nin 57’inci hükümet döneminde ne hallere düştüğünü, kitabın daha önceki bölümlerinde anlatmıştım. Aynı kafa karışıklığı bugün de devam ediyor. Manisa Milletvekili Erkan Akçay’a MHP Genel Merkezi görev vermiş 2013 yılı Haziran ayında, Bayburt’a gelmiş sorunları tespit etmiş, bir gazetede demeci var diyor ki ‘Bayburt ölmüş ağlayanı yok.’ Hükümet Bayburt’u kalkınmada öncelikli yöreler grubunda 5’inci bölümden 6’ıncı bölüme aktarmalıymış. Böylece Bayburt daha çok teşvik alabilirmiş. A efendim, Bayburt’a özel sektör yatırım yapacak olsaydı, kırk kez yapardı. Teşvik, meşvik laf bunlar. ‘Devlet yeni KİT’ler kurmalı, Bayburt gibi illere kendisi sanayi yatırımı yapmalı’ neden diyemiyorsun? Korkuyor musun liberal-kapitalist zihniyetten? ‘Devletçiliği yeniden hortlatıyorlar, vay gericiler vay’ mı diyecekler? Desinler. Sen onlara tek geçerli çarenin senin çözümün olduğunu ısrarla savun ve kafalarına vura vura kabul ettir.”1
Ettiremezler, ettiremediler, bugün de ülkenin ekonomik kazanımlarını satanların yanındalar kayıtsız ve koşulsuz. Onların öteden beri kafaları karışıktır zaten. Gençlik yıllarımızda (ben şimdilerde her şeyimle koptuğum o hareketin ilklerindenim) Türkeş, Marks’ın “Mülkiyet hırsızlıktır” sözüne karşılık olarak “Mülkiyet şahsiyettir” demişti, biz buna itiraz etmiştik şahsiyetli bir duruşla ve “Mülkiyeti olmayanlar şahsiyetsiz midir, bu sözünüzü reddediyoruz, mülkiyet ihtiyaçtır yalnızca…” demiştik.
Ama zaman içinde MHP, Milliyetçi-Toplumcu, daha doğrusu karma ekonomi anlayışından uzaklaşıp, eyyamcı oldu. 57’inci hükümet döneminde Kemal Derviş’e teslim olması bunun en çarpıcı örneğidir.
Evet neyse, konu MHP değildi aslında, birçok partimiz de bu bağlamda aynı kafa karışıklığı ve ilkesizlik içindedirler.
Sözü bağlayalım ve şu saptama ile bağlayalım: Dünya bugün karma ekonomiye, üçüncü yola doğru gidiyor. En büyük Türk Komünisti olan Neriman Nerimanov’un 1923 yılında çizdiği çizgiye, Atatürk’ün 1923-1938 yılında gerçekleştirdiği büyük ekonomik mucizeye doğru… Bunu Türkiye komünistleri de bilsinler, özeleştiri yapsınlar. Dünyanın yeni bir sosyalist devrime ihtiyacı var, ancak bu, yukarıdaki eleştirilerimden ders alınarak olmalı.
1) Yeni KİT’ler kurmak ne demek… Neden gerekli?... Bilsay Kuruç, Devletçilik uygulamasının bugünün ölçüleri içinde nasıl bir enstrüman olarak elde tutulması gerektiğini şöyle ifade ediyor: “Eğer dünyada hakikaten teknolojiye ve işbilgisine erişmek istiyorsak, yeni KİT’ler kurabilme olanağını elimizde tutmamız lazım. Fransa bile iki ay önce (1993 yılından söz ediyor) Siemens modeliyle yeni KİT’ler kurmaya başladı. Fransa ki, AB üyesidir. Yeni KİT’ler kurmasının nedeni, Avrupa ve dünya çapında ileri teknolojiyle rekabet edebilmektir. Dünyada teknoloji ilerlediği ve büyük ölçekli işletmeler gerekli olduğu sürece KİT’lerin var oluş gerekçesi ortadan kalkmaz. Ama her firma için olduğu gibi KİT’ler arasında da kapatılacaklar, devredilecekler, satılacaklar olabilir. O ayrı konu (Ahmet Taner Kışlalı ile söyleşi/Atatürk’e Saldırmanın Dayanılmaz Ağırlığı adlı kitaptan)