Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, bir müddet önce bir gazeteye verdiği röportajda “Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi” diyerek şunları ekledi: “19. Yüzyıl ideolojisi olan ulusçuluk, Avrupa’da feodalite ile bölünmüş yapıları bütünleştirdi. Bizde ise tarihten gelmiş organik yapıları dağıtarak geçici, suni karşıtlıklar ve kimlikler ortaya çıkardı. Bu ayrıştırıcı kültürle hesaplaşma zamanı geldi. Herkesin kültürel kimliği, dili başlı başına insanlık birikimi açısından değerlidir. Ama bu, bölünme değil birleştirme vasıtası olarak değerlendirilmeli.”(1)
Davutoğlu, milliyetçilik hakkındaki bu açıklamasına aldığı tepkiler üzerine ikinci açıklamasında karşı çıktığı milliyetçiliğin “İttihat ve Terakki’nin imparatorluğu bölen Türk milleti esaslı milliyetçiliği, İngiliz ajanı Lawrence’ın yönettiği Arap milliyetçiliği, Dersim’deki isyanı bastıran CHP milliyetçiliği, 12 Eylül’ün PKK’ya işkence yapan milliyetçiliği ve otoriter PKK milliyetçiliği olduğunu” söylemektedir. (2)
Kendisi aynı zamanda bir akademisyen olan Dış işleri bakanının Avrupa ve Türkiye’de milliyetçilikle ilgili söyledikleri tarihi gerçeklere uygun mudur? Milliyetçilik /ulusçuluk toplumumuzu ayrıştırmış mı, yoksa birleştirmiş midir?
Önce Davutoğlu’nun bahsettiği ulusçuluğun anlamı üzerinde duralım. (3)
Ulus nedir?
Ulus ,eski Türkçeden köy,şehir anlamlı uluş şeklinde Moğolcaya geçen bir kelimedir. Moğol akınlarından itibâren Türkçede yaygınlık kazanmaya başlamışsa da daha sonra unutulmuş ve dil inkılâbının ardından yeniden canlandırılmıştır. Günümüz Türkçe'sinde anlamı: 1.Millet 2. Aşiret, topluluk
Millet nedir?
Millet, Arapça bir kelimedir. ”Din, şeriat, mezhep, akide, inanç topluluk anlamındadır.” (Günümüzde kendilerine “Milli Görüş” diyenler bu anlamı kullanıyor)
Ancak, kelime xx. yüzyıl başlarından itibaren Türkçede Fransızca “Nation” karşılığı olarak kullanılmış ve ilk dört anlamı Türkçede ortaya şöyle çıkmıştır:
1. Genellikle aynı topraklar üzerinde yaşayan aynı soydan gelen ve aralarında dil, din, târih, sanat, töre, dünya görüşü ve ülkü birliği bulunan insanlar topluluğu ulus.
2. Demokrasiyle yönetilen bir ülkedeki insanların bütün olarak kabul edilen ve hâkimiyetin gerçek sahibi olan hukuki varlık.
3. Benzer özelliklere sahip topluluk
4. Bir yerde toplanan kimselerin tamamı
Milliyetçilik/Ulusçuluk nedir?
Milletini sevme, milletine bağlı olma ve milletinin menfaatlerini kendi çıkarlarının üstünde tutma, milliyetperverlik, ulusçuluk.
Milletin hürriyetini, bağımsızlığını herhangi bir biçimde kısıtlayacak her türlü anlaşma, birleşme, yabancı tesir ve baskıya karşı çıkan, milletinin yüceliğine inanan ve ona yalnız kendi gücüyle başka milletler yanında üstünlük sağlayacak bir siyaset tâkip etme hakkının tanınmasını savunan doktrin.
Batıda Milliyetçilik
Batı toplumlarının gelişmesi Türk toplumundan farklıdır. Önce bunu bilmek gerekir. Bütün Ortaçağ boyunca Batı'da kilise baskısı sürüyor, merkez otorite güçlenmemiş, feodal düzen devam ediyordu. Avrupa'da bu çağlarda bazen halkla kralın birleşerek asilzadeleri saf dışı etmeleri, bazen de asilzadelerle halkın birleşmesi sonucunda kralın nüfuzuna set çekmek suretiyle daha geniş, daha büyük gruplaşmalar halinde birleşmelere yol açtı. Geleceğin milletleri bu kaynaşmalar esnasında millet topluluklarını ortaya çıkaran millî kültürün temellerini attı. Akdeniz'in Türklerin elinde bulunuşu Batılıları açık denizlere itti. Altın hırsının kamçıladığı keşiflerin ve sömürgelerin sonucu Avrupa'da sermaye birikimi oldu. Sömürgelere hakkıyla sahip olabilmek için asil millet iddiaları uyanarak, millî târih araştırmaları büyük önem kazandı. Luther'in Almanya'da başlattığı reform hareketiyle kilisenin baskısından kaçma ve dini imparatorlukların çözülmesi başladı. Târih araştırmalarını bir vatan üzerinde millet olma süreci izledi. Fransız bilginleri Fransa'yı târihte ve coğrafyada aradılar. Fransız İhtilâli’nden önce her iki Fransız’dan biri Fransızca konuşurken, ihtilâlden sonra merkezi hükümetin Fransızcayı resmi dil olarak kabul etmesi ile bütün Fransızların Fransızca konuşması mümkün oldu. Bundan sonra Avrupa ülkelerinin gelişmesi millet olma şuuru ile sıkı sıkıya bağlıdır. Bu oluşu, bu asırlarda Avrupa milletlerinin kendi kültür ve sanat vadilerinde uzun çalışmalarla ortaya koydukları eserlerinde görüyoruz. Buharın makinede kullanılması ile sanayi devrimini gerçekleştiren Batı, geniş ham madde kaynaklarına sahip geri ülkelere siyasi ve iktisadi emperyalizm yoluyla sahip olmuş, diğer taraftan merkantilizm denilen millî iktisat politikası takip etmiş, iktisadi hayatı düzenlemiş ve milli ekonomilerinin gelişmesi için her türlü tedbiri almışlardır.
Görüldüğü üzere Avrupa toplumları önce bir millet olabilme vetiresini gerçekleştirebilmişler, daha sonra milli kültür ve şuurdan hız alan iktisadi, sosyal, kültürel hamlelerle bu günkü durumlarına gelmişlerdir. Demek oluyor ki; Avrupa’da milliyetçiliğin ortaya çıkması Avrupa toplumlarının tarihi gelişimlerinin sonucudur.
Tanınmış iktisatçı Rostow; ''Geleneğe bağlı toplumların modern toplumlar haline geçebilmelerinde milliyetçiliğin başlıca rol oynadığını'' ifade etmektedir.(4)
Türklerde Milliyetçilik
Türklerin destan devirlerine dayanan millî şuurları o kadar köklüdür ki, bütün târihleri boyunca üç kıtada sayısız devletler kurmalarını, fâzilet ve kahramanlıklarını, muhteşem medeniyet, üstün toplum ve sosyal kurumlarını hep bu azim ve iradelerine borçludurlar. İşte bunun içindir ki, 1300 yıl önce bu millî şuuru bütün benliğinde duyan ve milletinin ölümsüzlüğüne inanan Bilge Kağan, Orhun Bengütaşı’na yazdırdığı ve Türk milletine seslenen vasiyetnamesinde; ''Ey Türk Milleti! Mavi gök çökmezse, aşağıda yağız toprak delinmezse senin ilini ve töreni kim bozabilir?" Diyordu. Demek ki; Davutoğlu’nun ve bâzı aydınların iddia ettiği gibi ;”Bize milliyetçilik düşüncesi Fransız İhtilâli’nden sonra geldi” iddiası doğru değildir. Türklerde milliyetçilik tarihlerinin başından beri, yabancı güçlere karşı bir ayakta kalma iradesi olarak mevcuttur.
Osmanlı toplumunda milliyetçilik
Osmanlı döneminde devlet hukuku Müslümanlar ve gayri Müslimler ayırımına dayanıyordu. Gayri Müslimler her türlü hak ve hürriyete sahip olmakla beraber, devletin yönetim kademelerinde yer alamazlardı. Bu alan Müslümanlara aitti. Avrupalılar Osmanlı -Müslüman’ı Türk’le eş anlamlı kullanıyordu. Nobel ödüllü Hırvat yazar İva Andriç, Sırbistan’da Müslüman olanlara Türk oldu diye yazar.
Batılı devletler ve Rusya Osmanlı Devleti’nin zayıflayıp güçsüzleştiği dönemlerde gayri Müslimlerin ayrılıkçı eğilimlerini tahrik ve teşvik etti. Yani Davutoğlu’nun iddia ettiği gibi; ayrışma Türk milliyetçiliği yüzünden olmadı. Batılı Devletler Osmanlıyı köşeye sıkıştırmak için gayri Müslimlere, Müslümanlara verilen aynı hakların verilmesini istediler. Bu yönde baskı yaptılar. 1839 Tanzimat Fermanı bu yönde atılmış ilk adım olmakla beraber gayri Müslimlere kamu alanında haklar vermedi. Ancak 1856 Islahat Fermanı ile gâvur-Müslüman eşitliği sağlandı.
Bu fermanların Osmanlı toplumunda birliği sağlamak yerine ayrıştırdığını biliyoruz. Meşrutiyet meclisinde gayri Müslimler Müslümanlarla birlikte yer aldılar. Osmanlı İmparatorluğu bu dönemde dağılma, parçalanma sürecine girdi. Bu dönemde ortaya atılan Osmanlılık(ittihadı-ı Anâsır ,yanî unsurların birliği )düşüncesine, devletlerinin devam etmesini isteyen Türklerden başka katılan olmadı.Bu boş düşünce kimyadaki şu olaya benzer; “gelişkin bir madde nasıl elementlerine ayrıldığı anda yok olursa” farklı kökenliler ayrılık güderse, üst kimlik, yani ulus da darmadağın olur. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu da devletin kuruluş felsefesine aykırı olarak batılıların baskısıyla ayrıştırılınca dağılmıştır. Davutoğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma ve parçalanma sürecinde Rusların Kırım’ı işgalini (1783), Fransa’nın Cezayir’i işgalini(1830) İtalya’nın Libya’yı işgalini ve(1912) Yunan(1821) , Sırp(1804) ve Bulgar(1878) ayaklanmalarında Ruslar ve batılıların, kısaca emperyalizmin rolünü neden görmezden geliyor da, Türk milliyetçiliğini suçluyor?
Şimdi burada Davutoğlu’na sormak lâzım, ünlü düşünür ve yazarımız Cemil Meriç ’’Batı karşısında milliyetçi olmağa mecburuz…” derken haksız mıydı?
Bütün bu târihî gelişmelerin benzerlerinin günümüzde yine devletimizin kuruluş felsefesine aykırı olarak sahneye konduğunu anlatmadan önce Türk târihindeki yolculuğumuza devam edelim.
Balkan Savaşı
Balkan Savaşı, şüphesiz bütün Türk tarihinin en büyük felâketlerinden biridir. 8 Ekim 1912’de başlayan bu savaş sonucu Türkler, 550 yıllık Türk Yurdu Rumeli’ni kaybetti.
Balkan Savaşı’nda; Bulgar, Sırp ve Yunanlılar gerek düzenli ordu birlikleri, gerekse çetelerle sivil Müslüman-Türk ahaliye karşı çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden bir soykırım savaşı yürüttü. Soygun, işkence, cinayet ve tecavüzle Balkanlardaki Türk varlığı kökünden silinmek istendi.
Osmanlı Devleti Balkanlardan çekilirken milyonlarca şehit bıraktı. Anadolu’ya gelebilen kılıç artığı göçmenlerin sayısı 5 milyonu aşkındı. Buna Kafkasya, Kırım, göçmenleri ve mübadiller de eklenmelidir. Bu muhacirler anavatan saydıkları ülkeye gelmeden önce çoktan Türkleşmişlerdi. Balkan’dan, Kafkasya’dan zalim düşmanın yürüttüğü soykırımından kaçan göçmenler Türk kültür dairesinde yaşadıkları, Türk kimliği içinde oldukları için Türkiye’ye geldiler. Eğer böyle olmasalardı başka ülkelere giderlerdi. Anadolu’ya gelenler yaşadıkları büyük felaketi anlatıp, bir tepki olarak Türkiye’de millî şuurun ve milliyetçi anlayışın uyanmasına sebep oldular.
Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki yabancı unsurların Türk Devleti’nden ayrılmak istemesi karşısında Türkler, Osmanlı kimliğinin arkasında tuttukları milliyetçi kimliği, ön plana çıkararak; İstiklâl Savaşı’nda ayakta kalma mücadelesi vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi kurmuşlardır.
Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti
Batı emperyalizminin Türkiye'ye sahip olma planı Atatürk’ün önderliğinde yürütülen Milli Mücadele ile çöpe atılmış, Türklerin milliyetçi bir ruhla şahlanışı sonucu düşmanlar yurttan kovulmuştur. İşte bu milliyetçilik, Türkiye'nin yeniden küllerinden doğuşunu sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yeni devlete 1000 yıldır bu topraklar üzerinde kültürü ve oynadığı rol ile hâkim olan Türk milletinin adı verilmeyecekti de kimin adı verilecekti?
1923’de Cumhuriyet’in kurulmasında esas alınan temel, ırk temeli değildir. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda bazı aşırılıklara sapılsa da, devlet Osmanlı anlayışını devam ettirdi. Yani Müslümanlar kurucu unsur olarak kabul edildi ve gayri Müslimlere azınlık hakları verildi. Davutoğlu, İngiliz ajanı Lawrence’ın tahrik ettiği Arap milliyetçiliği ile Atatürk’ün vatan kurtaran milliyetçiliğini aynı kefeye koyuyor. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken Türk milliyetçiliği üzerine kurmuştur. Türk ise, Türk kültür dairesindeki Müslümanlardır. Hıristiyan Türkler Yunanistan’a yollanmış, Müslüman Pomaklar kabul edilmişlerdir. T.C kurulurken Osmanlının vermiş olduğu haklardan hiçbiri Kürtlerden geri alınmamıştır. Tunceli operasyonu o günün terörle mücadelesidir.
Bu tek millet 1924 ve diğer anayasalara Türk adıyla girdi. Türk’ün Müslüman’la eş anlamlı olduğu yolunda yazılmamış, ortak bir anlayış vardı. Cumhuriyet Türkiye’si Türk kavramını ırk değil, Anayasal bir kavram olarak kullanır.1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasalarımızda bu kural özenle korundu. Türkiye Cumhuriyeti ayrılıkları değil, benzerlikleri, ortak yanları millî bir devlet çatısı altında kurumlaştırmak istedi. Türk kültürüne, diline, târihine sahip çıkıldı.
Atatürk’ün ‘’Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka Türk milleti denir.’’ Ve anayasamızın 66.maddesi ‘’Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türk’tür’’ cümlesi bu kuralı açıklar. Türkiye’de Türk bayrağı altında yaşayan herkese, dini, inancı, etnik kökeni ne olursa olsun Türk denildi. Din ya da ırk üzerine kurulu bir devlet düzeni reddedildi.
Davutoğlu’nun yukarda verdiğimiz, milliyetçiliği ayırımcı diye nitelediği sözleri mizah olsa gerek! Siz milleti her Allahın günü “sen şusun, sen busun! Diye ayrıştıracaksınız. Sonra bu ayrışanlar, bir araya gelir mi? Nitekim gelmiyor da . Sonra da tarihten gelen yapıyı dağıtan, ayrıştırıcı kültür olarak milliyetçiliği göstereceksiniz!
Hâlbuki milliyetçilik düşmanlarının yaptıkları yüzünden günümüzde Türkiye’yi 3 büyük tehlike tehdit etmektedir. Bunlar;
1. Bedeli şehit kanlarıyla ödenmiş, Anadolu toprağı üzerindeki 1000 yıllık devletimiz ve egemenliğimiz ayrıştırılıp, etnik gruplara dayalı” çok ortaklı devlet” yâni tarihte benzerinin nasıl bir felâketle yıkıldığını gördüğümüz yeni bir ittihad-ı Anâsır kurulmaya çalışılmaktadır. Bu amaçla” yeni sivil anayasa “ yapacağız kisvesi altında emperyalizmin öteden beri isteği olan bu proje ile Türk’ün elinden devleti alınmak istenmektedir.
2. Emperyalizmin son aşaması olan küreselleşme ile Türkiye’nin bütün zenginlikleri ve kaynakları yabancılar tarafından ele geçirilmektedir.
3. Yabancıların sahip olduğu ve İngilizce eğitim yapan okullar ve yaygınlaşan misyoner faaliyetleriyle eğitim ve kültür alanında yabancılaşma hızla sürmektedir.
Bugün emperyalizmin son projesi olan millî devletimizin yıkılmasına, ekonomimizi elden çıkaran küreselleşmeye, kültür emperyalizmine karşı en etkili silâhımız milliyetçiliktir.
Türk milliyetçiliği emperyalizme tepki olarak doğmuştur. Özünde vatan sevgisi vardır. Soya, ırka değil, ortak bir târih yaşayan ve ortak unsurları paylaşan topluluğa yâni millete dayanır. Türk milliyetçiliğini eleştirmek vatanseverliği ve milletin birliğini eleştirmektir.
Varlığını Türk milliyetçiliğinin zaferine borçlu olan Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüzdeki bir dışişleri bakanının milliyetçiliğe karşı çıkışı bindiği dalı kesen adama benzemektedir ve bu durum Türkiye için talihsizliktir!
Ekim 2012
Kaynakça:
1) Cansu Çamlıbel,Yüzyüze, Hürriyet, 17 .9.2012
2) Ümit Özdağ, Davutoğlu’nun Hastalıklı Yaklaşımı, Yeni Çağ,29.9.201
3) İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lügati, İstanbul, Ocak 2010
4) W.Rostow, İktisadi Gelişmenin Merhaleleri, Çev. Erol Güngör, Ötüken,İstanbul, 1999