“Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde,
Allah'tan nasıl korkmaz, insan Onu sever de...” Necip Fazıl Kısakürek
Tahlil edelim bu şiiri, ilk dizenin yarısından başlayarak:
“Aşk korkuya peçedir”, Aşk ve peçe… Ne peçesi imiş? Onu çekince korku gözükmüyormuş ya da birisi bakınca peçe ardındakinin korkusunu göremiyormuş, işte aşk bu işe yarıyormuş. Aşkı düşürdüğü duruma, yüklediği işleve bakınız NFK’nın, korkunun örtü ve gizleme aracı.
Dizenin ikinci kısmı da aynı minval üzere: “Korku da aşka perde” imiş. Yani aşkımıza korku perdesi çekeceğiz, o perdenin arkasına saklayacağız… Niye ki? Aşkımız ayıp, gösterilmeyecek, gösterilmemesi gereken bir şey midir?
Peçe ile perde uyaklı ya, hazret uyduruvermiş, hem dinciler peçe ile perdeyi çok severler ya…
Veee… İkinci dize: “Allah’tan nasıl korkmaz, insan onu sever de…” Seven sevdiğinden korkar mı, korkmalı mı? Sevgi ile korku bir arada olur mu? Olmaz, asla olmaz. Sevgi güven işidir, açıklık, özgürlük, coşkunluk işidir… Seviyorsan tamamdır; güvenirsin, onun uğruna her özveriyi gösterirsin, onunla olmak sana sonsuz bir haz ve mutluluk verir. Ne ki, korku yoktur, olamaz bu tablo içinde, olmamalı.
Ve gönlü nereye koyuyorsun be adam? Gönülle korkuyu nasıl bağdaştıracaksın?
Gönül nedir bilmeyen; Allah’ı korku ile özdeş duruma sokan nakşi-softa zihniyetinin kafasıdır bu, NFK da onlardandır, onların bu çarpık aşk ve korku anlayışını allayıp, pullayıp saf Müslümanları uyuşturmakta kullanmak istemektedir. Başarmıştır da…Bugün de bu dizeleri sorgulamadan okuyup uyuşan niceleri var.
Peki bizim aşk ve Tanrı bağlamındaki diğer görüşlerimiz nelerdir, bunu da “Aşk’a Zum” adlı kitabımdan buraya aktarayım:
““Apokrin ter bezleri yüzünden herkesin kendine has bir kokusu vardır. Ve herkeste çeşitli koku almaçları vardır. Eğer senin kokun karşı cinsi etkileyebiliyorsa sana âşık olur. Tabi bu olaylar bilincimiz dışında gelişir”
Hayır böyle değildir. Aşk ter bezine bağlanamaz. Aşkı beyinde bir şekilde kümelenen birtakım moleküllere bağlamak da çıkar yol değildir. Sovyet Bilimler Akademisi üyesi Dollejel, bir gazetecinin aşk nedir sorusuna şöyle yanıt vermişti: “Birtakım moleküller beyinde bir şekilde kümeleniyor; fakat ne şekilde olduğunu kimse bilmiyor. Mesela neden Demon; Tamara’yı seviyor, fakat Tamara kendisini sevmiyor” (1)
Aşk tasarlanamaz, planlanamaz da…
Tanrı’dan gelir aşk. Birdenbire, apansız gelir. Tanrı’nın vahyi, esini aşktır aslında, o dilerse verir, siz isterseniz olamazsanız. Sebebi o yaratır. Bir sesle çarpılırsınız, bir sözle bağlanırsınız, bir çift çekici, etkileyici, büyüleyici, çağrılı bir bakışa kapılıp gidersiniz gönlünüzün götürdüğü yere. Tanrı, insanlara, yalnızca aşk olarak görünür, belirir, duyumsatır; gönüllere iner, orayı sever ve oraya sığar Görklü Tanrı.
Biz Tanrı diyoruz, Cengiz Aytmatov, Kozmos’a bağlıyor… Adı ne olursa olsun, bizim dışımızdaki bir büyük güç tarafından yazgılama var:
‘Aşk, evrenin, o içinde her şeyin birbirine bağlı olduğu olgularından biri. İnsan şöyle düşünür: işte ben şöyle biriyim şöyle birini sevdim ve bu benim şahsi seçimim, sadece bana bağlı. Ama bütün bunlar önceden belirlenmiştir, Kozmosla bağlantılıdır. Doğanın verdiği her şey, yaşamın ortak kumaşında yer alır. Sevgimizde… Onda her şey yoğunlaşmış halde bulunur.’ (2)
Gelir aşk… Tanrı’dan, Kozmos’tan gelir ve sonra neler olur neler…
Artık bir velvele düşmüştür insanın özüne ve sözüne; duyguları coşa gelir, bozulur mevsim normalleri, öyle esrir ki, yanılsar algıları, özveriler doğar hadsiz hesapsız, düşler kurulur en ileri, en aşırı, en olmaz, en hesapsızından.
Evet hesapsızından… Aşk sele’yisel’e vermektir gerektiğinde. Batar mı sele, çıkar mı, kıyıya mı vurur, parçalanır mı? Bunlar düşünülmez, sele sel’le serüveninden mutlu mudur, ona bakılır.
Aşkta hak ve haklı da aranmamalı, aşkın kendisi haktır, haktandır.
Bu Tanrısal olağanüstülük, kendini kendine, kendini sevdiğine ve kendini cümle âleme söylemek ister ya, bu iş kutsal bir iştir; düz, yalın, sıradan, bayağı söylemlerle söylenemez. Ya içine kapanacaktır âşık ya da müzik yetişecektir imdadına, edebiyat kâğıt ve kitap uzatacaktır önüne, öteki güzel sanatlarda aşka geleceklerdir gönüllü olarak.
Aşkın yalvaçlarını da demiş olmaktayız böylece. Tanrı onlar eliyle tebliğ eder aşkı. Şairdir onlar, bestecidir, yontucu, ressam, öykücü, oyuncu, hatta hattattır.
Aşkın tarihsel süreci budur bizce, bu süreçte herkes bir yer, bir işlev, rol, misyon, yazgı, üzgü, mutluluk ya da mutsuzluk bulur kendine.
Tanrı’ya ‘Bana çok aşk ver, aşksız bırakma, aşkla eğit, aşkla yol göster, aşkım karşılık bulsun, bitmesin, yitmesin, artsın eksilmesin’ diye yakarılmalı. Bir toplumda böyle yakaranlar çok olursa o toplum yücelir, büyür, sever özünü de özgeyi de…
Ya aşk biterse? Aşkı bitmişler, bitmişlerdir. Öylesine yaşarlar; tutkuları, dürtüleri vardır, onlar da aşkın yerini tutmazlar, kaba sabadırlar, doyum sağlamak işlevindedirler ya, doyurdukça acıktırırlar, acıktırdıkça da acımasızlaştırırlar.
Ve kıyamet kopar o zaman, kıyamet aşk bittiğinde kopacaktır.
Aşka dair bayatılar da (hoyrat) yazmışızdır, gelin, onlarla ilân-ı aşk edelim, olur mu?
Gelmemenden
İnlerim gelmemenden
Gel de cana geleyim
Gel öpem, gel memenden
Sev giderim
Sevdiğim sev giderim
Ayrılık artırırsa
Ben ona sevgi derim
Özlemde mi?
Sevdalık özlemde mi?
Vuslata sancı olur
Âşığın özlem demi
Sev dalı
Dal gönüldür sev dalı
Dallar özleyiş olur
Ermedi mi sevdalı
Albeni
Büyüledi albeni
Gözüne girdim ise
Gönlüne de al beni
Hey a canım!
He ya canım…
Dilin dönsün, yüzün gülsün
Sensin benim heyecanım
Çiğdemi
Solgun gördüm çiğdemi
Çiğdemin demi geçti
Şimdi artık çiğ demi”
1) Elçin-Kırk Ambar)
2) https://bianet.org/biamag/dunya/107613-cengiz-aytmatov-ask-olmazsa-insan-yasami-bombos-olur