Ne mutlu heyecanlı olana...

Abone Ol
Öztürkçe yanlısı bir yazar olarak, Ali Püsküllüoğlu'nun Öztürkçe Sözlüğüne bakıyorum, "Heyecan"ın Öztürkçe'sini merak ediyorum...

İki karşılık var: "Coşku" ve "Yürek Oynaması..."

Coşku, heyecan yerine türetilse de, farklı bir anlam ve derinlik kazandı, bir şiirimde dediğim gibi “Coş’un ‘ku’ hâli” gibi bir şey oldu, heyecan karşılığı olarak artık kullanılamaz. "Yürek Oynaması" da heyecan'ın yerini tutmuyor, çocukken, anam, ben ve kardeşlerimin kaygı verici ve onu meraka sevk eden davranışlarımız oldu mu "Oyy yürek oynatmaları" derdi... Bayburt ve Erzurum'da bu hep böyle kullanılır... Buna heyecan denemez, heyecanı kapsasa da... Bayburt ve Erzurum’da heyecan yerine kullanılan bir özel sözcük daha vardır ya, ne yazık ki ulusal olamamıştır, “Fenikme”dir o sözcük.

Yani demem o ki, heyecanı kullanmaya devam edeceğiz; coşku yoluna, öz yoluna gidecek, ana yürekleri de hep oynayacak fenikerek...

Bu böyledir...

Heyecan’ın böylece sözlüksel olarak “kesin kabulünü” yaptıktan sonra, horyatlayabiliriz de artık. İşte böyle:

"Hey a canım!
He ya canım…
Dilin dönsün, yüzün gülsün
Sensin benim heyecanım"

Bir uğraşa başlamadan önce duyumsadığımız kaygı ve merakla karışık olumlu bir duygu; gerilime ve panik atağa vardırmamak kaydıyla; şirin, cilveli, yaşamın tuzu biberi, başarmak için gerekli bir hal ve yoldur heyecan.  İnsan onu yitirdiğinde; ivme ve atılım gücünü, başarma istencini yitirir…
Özdeyişlerle de destekleyelim bu dediklerimizi:
“Her başarının temelinde bireysel heyecanlar yatar” Hanri Benazus

“Dünyanın en müflis insanı, şevk ve heyecanını kaybetmiş insandır. Eğer bir kimse, her şeyini kaybetmiş olmasına rağmen, şevk ve heyecanını kaybetmezse yeniden başarıya ulaşacaktır.” H. W. Arnold

“Tarih sayfalarındaki her büyük ve üstün hareket, heyecanın bir zaferidir” Ralph Waldo Emerson

Heyecansız aşk da olmaz…  Âşık yüreğinde heyecan volkanı bulunur… Bu volkan canlı tutar aşkı, o sönerse aşk da söner… 
Yazmanın, yazılanların yayımlanmasının heyecanını ise ancak tadanlar bilirler, bu anlatılmaz, yaşanılır bir durumdur. Sanatın tüm dalları da böyledir, heyecan duyulmadan yapılamaz ve sürdürülemez. Bir ressam öyküsü anlatılar buna dair. Resme hevesli gençlerin eline fırçayı tutuşturur, tuvalin karşısına geçirtirmiş o ressam ve fırça tutan elin bileğinden tutarmış, eğer heveskâr gencin bileğinde bir titreme yoksa “Senin içinde heyecan yok evlat, bu sanat o heyecan olmadan yapılamaz” der ve bıraktırırmış fırçayı.
 
Heyecan ve Tanrı bağlamında düşündüğümüzde,Friedrich Hölderlin'in “Heyecan ölürse Tanrılar da ölür” sözü gelmeli aklımıza. Heyecansız bir Tanrı algısı, coşkudan yoksundur, gönülden değildir, cennet ödülü, cehennem korkusu eksenlidir, çıkarcıldır yani.
Ve "Milli heyecan"... Heyecanın bu türü hep milli maçlarda akla gelir ya, öyle değildir, daha kapsamlıdır. Milli heyecan; tarih bilgisi ve bilincine sahip olarak, vatan coğrafyasına sevdalanarak, milli eser ve anıtlara kalp gözüyle bakarak, milli kahramanların hayatını ve menkıbelerini, destanlarını okuyarak, türkü ve şarkıları diyerek, anlayarak duyulur…  Dahası da var; Büyük Atatürk'ün özdeyişlerine başvuralım dahası için:
"Mükemmel bir millette, milli ahlakın icapları, o milletin fertleri tarafından, hiç tereddüt etmeksizin vicdani ve hissi bir şevkle yapılır. En büyük milli heyecan işte budur." (Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, sf. 302) 
Ne mutlu heyecanlı olana, diyelim son olarak...