Aziz okuyucularım; israf konusunda yazdığım iki makaleye göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konuya zaman zaman döneceğiz. Ancak bugün size hiçbir israfın karşılıksız kalmayacağını ve tokadın çok acı olacağını anlatan iki örnek sunacağım.
Öncelikle her israfın temelinde nankörlük olduğunu belirtmeliyim. Yaradanın, dünya üzerindeki bütün nimetleri size tahsis ettim “yiyin için ama israf etmeyin” ilahi ikazına rağmen ormanları kesmek, suları kirletmek, masum canlıları yok etmek nankörlüğün dik alası değil midir? Kötü dediğiniz insanlar aynı zamanda nankördür. Milletin iradesiyle devletin sağlamış olduğu onca imkanı ve kudreti milletin aleyhine kullanmak, devleti yaralamak israfın utanç verici örnekleridir.
İki harikadan biri bizde
Yaradan dünya üzerinde harika denilmeye lâyık iki tuz gölü yaratmış, birisi bizde birisi Kuzey Amerika’da. Onlar titreyerek koruyor. Biz ne yapmışız? Türkiye’nin %70 tuz ihtiyacını sağlayan bu hazineyi perişan etmişiz.
Beyşehir Gölü’nün fazla sularını Konya’nın atık sularıyla beraber Tuz Gölü’ne boşaltan bir DSİ kanalı açmışız. Bu kanaldan gelen sular 2000’li yıllarda gölün çevresinde bir metre kalınlığında simsiyah bir şerit oluşturmuştu. Koalisyon hükümetinde çevre bakanı Sayın İmren Aykut’tu. Kendisiyle yaptığımız uzun görüşmeler sonunda Sayın Aykut uluslararası kuruluşlarla da gerekli görüşmeleri yaparak 30 milyon dolarlık bir proje hazırladı. Bu proje uygulansaydı göl o zaman kurtarılacaktı. Ne yazık ki hükümet düştü, proje sahipsiz kaldı. Ülkemizde hükümetler değişse de devletin ve devlet hizmetinin devamlılığı lâyıkıyla idrak edilmemiştir. Pek çok proje bu izansızlık sebebiyle terk edilir veya yarım bırakılır. Tuz Gölü projesi de bu bahtsızlığa uğramıştır. Buharlaşma sonucu gölden elde edilen tuz Şereflikoçhisar’daki fabrikalarda yıkanıp öğütülür. İlçe ekonomisinin belkemiği bu fabrikalardır. Tuz Gölü ve çevresi 2001 yılında özel koruma alanı ilân edilmiştir. Avrupa’da çok azalan flamingo türleri için göl ana üreme alanı olmuştur. Aynı zamanda Sakarca kazının da ikinci büyük üreme merkezidir. Kışın kapladığı çok geniş su alanı su kuşları için önemli bir kışlama alanıdır. Tuzlu ortamlara uyum sağlamış olan flamingo, kılıçgaga, angıt vb.. kuşların yanı sıra yağmurcunlar, turnalar, yabankazları ve yaban ördekleri gölde büyük topluluklar halinde yaşamaktadır. Göl içinde oluşan adalar ve bataklıklar da pek çok kuşun kuluçka yapmalarına imkân sağlamaktadır. Ne yazık ki görüntü olarak turist kafilelerinin seyahat listelerinde yer alabilecek bu güzellik, nankörlük sebebiyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Konya’dan gelen atık sulara civar ilçelerin kanalizasyon suları da katılmıştır. Böylece muhteşem bir ekonomik servet, tek başına Türkiye’nin %70 tuz ihtiyacını sağlayan zenginlik, yok olmak üzeredir. Son yıllarda yaşanan kuraklıklar da göle büyük zarar vermiştir.
Toplum olarak israfı önlemeliyiz
Yapılan araştırmalara göre gölde 41 çeşit bitki türü, 12 sürüngen, 85 kuş ve 20 memeli hayvan türü tespit edilmiştir. Her yönüyle bir tabiat şaheseri olan Tuz Gölü izinsiz açılan su kuyuları, ölçüsüz ve hesapsız su tüketimi sebebiyle kuraklığın da etkisiyle coğrafyamızdan silinme çizgisine gelmiştir. Bütün bunlara ilaveten Tuz Gölü’nün altına doğal gaz deposu yapılmasına karar verilmiştir. Daha önceki ilmi araştırmalar, gölün alttan gelen tuzlu kaynaklardan beslendiğini tespit etmişti. Demek ki bu kaynaklardan artık vazgeçilecektir.
Gölün yaşaması için Çevre Bakanlığı’nın çok ciddi alternatif projelerle bu işe sahip olması elzemdir. Aksi halde tuz gibi ilahi bir nimeti bize lütfeden coğrafyamıza ihanet ederiz. Nankörlerin ve hainlerin yüzünün güldüğü de görülmemiştir. Tuz Gölü tek başına ele alınacak çok ciddi ve önemli bir zenginliktir. Bize verilen terbiye, tuz ve ekmek hakkının çok büyük olduğudur. Yere düşen bir ekmek parçası çocukluğumuzda öpülür ve başa götürülürdü. Ne yazık ki bu edepleri çoğunlukla unuttuk. Apartmanların çöplüğünde kol büyüklüğünde francala ekmekler atılmış halde, mahzun gözlerle bizlere bakıyor. Bayat ekmekleri doğrayıp üzerine su döken ninelerimizin peygamber hoşafını kaç kişi hatırlıyor? Bunca ekmeği atmak yerine hiç olmazsa biraz su veya kalan yemeklerle ıslatarak bir kabın içerisinde sokak hayvanlarına veren güzel insanlarımıza katılmayı niçin düşünmüyoruz? Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK)’nun yaptığı araştırmaya göre; ekmek israfı her gün artmakta ve yılda 3 milyar lirayı aşmaktadır. Toplum olarak bu israfı önlemek zorundayız. Bu israf önlenirse yurt dışından geçen yıl yapılan 250 milyon dolarlık buğday ithalatımız da düşecektir. ’Tarlalarımız bomboş dururken niye buğday ekmiyor da ithal ediyoruz’ sorusunu bana değil, yaklaşan seçimlerde huzurunuza oy istemek için gelecek olan adaylara sorun.
Tuzuna ve ekmeğine nankörlük edenin şikâyet hakkı var mı? Hepimiz israfa giden yolun nankörlükten kaynaklandığını unutmayalım. Nankörlerin sonu kaçınılmaz biçimde hüsrandır, felakettir...