Mustafa hocam inanıyorum ki yerin rahat ve sen Cennettesin. Çünkü sen hiç kimseyi incitmedin, hiç kimseyi hor görmedin. İnsanlara dinimizi anlatırken o güzel davudi sesinle, ses kirliliği yapmadan hep doğruları, İslam’ın güzelliklerini anlatır ve adeta beyinlere nakşederdin. Duru ve temiz Türkçen ile öyle güzel vaaz verirdin ki... Bilhassa Ramazan aylarında Cami cemaatleri bir birlerine sorarlardı; “Bayburtlu bugün nerede, hangi camide?”
Öyle güzel anlatırdın ki İslamı, seni dinleyenler adeta mest olurdu. Çünkü İslam ve onun kitabı Kuran-I Kerim dünya nizamıdır. Öyle anlatırdın ve adeta beyinlerimize nakşederdin.
Muhterem Hocam. Kendi kendime hep derdim; “Bir çuval altınım olacağına, Mustafa Hoca’nın bilgisine vakıf olmak daha büyük zenginliktir.” diye. Ve çevremdekilere idda ile şunu söylerdim; “İnançsız ve başka dinden olan bin kişiyi bir salonda toplayın, Mustafa Yumak Hoca vaaz etsin. O toplantıdan çıkanların % 60’ı müslüman olur.” Hocam, din adına kavram kargaşası yayanların çok olduğu bu dönemde siz ve sizin gibi aydın din adamlarına öyle ihtiyaç varki.
Muhterem Hocam ile 1954 yılında İstanbul Mecidiyeköy’de tanıştık. Mecidiyeköy Avcılar Atıcılar Kulübü vardı. Rahmetli ağabeyim Kazım Usta orayı çalıştırıyordu ve Cami’nin karşısında misafirlerimiz için küçük bir odamız vardı. Hafta sonu kurslardan ve okuldan izinli çıktığında yanımıza gelir ve orada misafir kalırdın. İşte sizi o zaman tanıma fırsatım oldu. Tüm hemşehrilerimin olduğu gibi başta ağabeyim olmak üzere aile fertlerimizin cenazelerinde hep bulundun. Bilhassa yeğenim ve şehit olan Recep Silo ile, Sakızlı (Cilara) Derneğinin ilk kurucusu olan Hulisi Parıldar’ın cenaze merasiminde definden sonra telkin verirken ayrılıp giden cemaate; “Nereye gidiyorsunuz beyler? Söylediklerim ölüye lazımda diriye lazım değil mi? Kuran-ı Kerim ölülere değil dirilere indirilmiştir.” diye seslenmenizi hiç ama hiç unutmam. Ve kendi kendime söylerim; “İşte hoca bu. Hoca böyle olmalı.” Bildiğini insanlara anlatmayanlara, aydınlatmayanlara ben hocamı derim?
Ah Hocam, müşterek o kadar çok hatıralarımız var ki... Hangi birini anlatsam? Bebek sırtlarında 1960 lı yıllarda yaptığımız herfenede Cümbüşçü Mınak Usta’nın yamaçtan aşağıya yuvarlanması ve iri cüssesinden dolayı yerden kalkamazken siz; “Mınak Usta şimdi sana üç İhlas bir Fatiha okurum birşeyin kalmaz.” dediniz ve okudunuz. O yerden kalkamayan dev gibi adam birden doğruldu ve kulağıma; “Yahu Lütfü bu adamda tılsım mı var ne? Hiçbirşeyim kalmadı.” dedi.
Özel uçak ile Bayburt’a gittiğimiz 1985 yılında, Rahmetli Başbakan’ımız Turgut Özal sizi görünce Yahu Yumak; “Bedrettin burada, sen burada, İstanbul’da fırıncılar grevde, bu Mehmet Emin’in ne işi var burada? İstanbul’u kime bırakıp geldiniz? Tez M. E. Sungur’u gönderin gitsin.” deyince, sayın Sungur’u, Erzurum’da uçağa götürdüğümüz yolculuk esnasında Bayburt, Malatya espirileri unutulur gibi değil.
Evet Hocam, hatıralar o kadar çok ki. Esenler Belediye Başkanlığınız, Bayburt K. Y. Derneği Başkanlığınız, köyünüzün Dernek Başkanlığı, müşterek faaliyetlerimiz, Bayburt’ta vermiş olduğunuz vaazlar, Bayburt esnafını müşterek dolaştığımızda, Bayburt dışındaki Bayburtluların nasıl gönül sevdalısı olarak kahraman ve güzel Bayburt’umuza bağlı olduklarını anlatmamız, velhasıl dolu dolu bir hayat yaşamanın sonunda, Çamlıca mezarlığında “Benim sadık yarim kara topraktır.” diyen Aşık Veysel’in gibi kara toprağa ram oldun. Ne diyelim emir büyük yerden geldi.
Hocam biz senden memnunuz. Canabı Allah’ta senden memnun ve razı olsun. Ve başta siz olmak üzere tüm ölmüşlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun.