XII. yüzyılda Çin dâhil tüm Doğu Türkistan’ın kuzeyi kabileler halinde yaşıyorlardı. Şüphesiz bu toplulukların çoğu Moğol’du. Uygurlar ve Karahitaylardan sonra bu coğrafyanın İslam âlemiyle bağlantısını kesmeye çalışan tek güç sadece Moğollar olmuştur.
Zaten Cengiz Han öteden beri gözünü hep buralara dikmişti, ama o dönemde İslam âleminin içerisinde hatırı sayılır rakip olarak görünen Harzemşahlar’ın varlığı, onu ürkütüyordu. Her iki tarafta aralarında şeklen hiç bir şey yokmuş gibi davransalar da, bu tutumları nereye kadar devam edebilirdi ki? Nitekim Hârizmşâh valisi, İnalcık’a varmakta olan Moğol Kervanına saldırıp, o saldırı sırasında hamamda banyo ederken bir Moğol’un gizlice kaçıp kurtularak durumu haberdar etmesi Cengiz Hanı biranda çileden çıkarmaya yetmişti. Derken önce Otrar (Yesi civarı), ardından Hârizm şehirleri birbiri ardınca düşer de. Bu da ne ki, ardından Buhara ve Semerkand gibi iki gözde şehirler de büyük bir yara alıp teslim olmak zorunda kalır. Tabii acı son Sultan Muhammed Hârizmşâh’a geleceği sırada, o da soluğu kaçmakta bulur. Sonrasında amansız bir takip başlar, ama yakayı ele vermez. Akabinde Hazar denizinde bir adaya sığınmayı başarıp hayatının son yıllarında orada vefat eder. Demek ki düşüş ve kalkışlar beşer içinmiş, malum bir düşüp kalkmayan Allah’tır. Madem öyle “ya baki entel baki” demek düşer bize.
Evet, Cengiz’in orduları kasırga misali bütün şehirleri yağmalayıp oraları viraneye çevirmişlerdir. Hatta arkalarına baktıklarında yakıp yıktıkları şehirlerin semalarında dumanlar tütüyordu hâlâ, tahribatın boyutu gerçekten çok büyüktü. Neyse ki bir yıllık tahribatın ardından Çin’den gelen birtakım haberlere dayanarak Cengiz Han ordusuyla birlikte yurduna dönmek zorunda kalır. Celaleddin Harzemşah fırsattan istifade, bu arada yaraları sarma adına birtakım girişimler başlatır başlatmasına ama Moğol Hanı Ögeday tekrardan ordusunu göndererek bu hevesinin önüne set çekmiştir. Yine de hakkını teslim etmek gerek; Celaleddin Harzemşah Moğol kasırgasının daha da vahim sonuçlara yol açacak boyutları geciktirmesi bakımdan tarihte mühim bir rol oynamış bir hükümdardır.
Kuşaktan kuşağa mücadeleler devam ederken, belki de tarihin seyrini değiştirecek en mühim hadise diyebileceğimiz; Büyük Moğol Han’ı Güyük Han döneminde batıya sevk ettiği kardeşi Hülagû Han baş komutasında ki ordu tarafından gerçekleşen çıkarmadır. Böylece bu çıkarma sayesinde İslam âleminin fitne kolu Bâtınilerin yok edilme hadisesi gerçekleşip Abbasi hilafeti son bulmuştur. Sanki Moğol tahribatı bu sefer işe yaramış gibiydi. Hani derler ya; onların bir hesabı varsa Allah’ında bir hesabı var elbet. Şöyle ki; Bâtınîler gerçekten İslam âleminin derlenip toparlanması önünde en büyük engeldiler, hatta Müslümanlar arasına serpiştirdiği fitne tohumları birliği ve dirliği yok eden cinstendi. Bâtınîlerin tarih sahnesinden çekilmesinin akabinde her ne kadar o muhteşem eski dönemler geri dönmese de nihayet Maverâünnehir’de parlayan ışık yeni bir ümit kaynağı olur. Nitekim bu ışık bir şekilde Moğol Kasırgasının sürüklediği âlimler, müderrisler, alperenler, Horasan erenleri vasıtasıyla Anadolu’ya taşınabilmiştir. Belli ki bu hicret sıradan bir göç değildi. Tabiî ki, ileride bu hicretin İslam âlemine nefes aldıracağı görülecek ve bu ilk meyvelerinin işareti olarak Anadolu’ya Kını boyunun göç etmesi yüreklere su serpmeye yetecektir. Nasıl yetmesin ki, adı bile heyecan verip sonunda doğurgan toprağı yeşerten bir durum ortaya çıkar. Gerçekten de Kını boyu Anadolu’da Türklüğün ümit kalesi olur da. Zira Ertuğrul Gazinin açtığı sancak etrafında toplanan bu ümit kaleleri; ileride hem Orta Asya’nın hem de Türk ve dünya tarihinin gidişatını değiştirecek yeni bir çağın kapısı aralayan güç olarak tarihe damgasını vuracaktır.
Velhasıl; Moğol kasırgasının ardından yeni bir medeniyet hamlesi başlamış, Selçuklu kilimi işlenmeye başlamıştı bile, vesselam...
Şubat 2013