Millet kelimesi Arapça’da koşmak, hızlı yürümek (elv), genişlemek, uzanmak, genleşmek (muluv), yazdırmak, dikte ettirmek (imla), gece ve gündüz (melevân), uzunca zaman (meliyy) kelimelerinin türetildiği (MLY) kökünden gelir.
Asıl anlamı “girilen/yürünen yol”dur. (1)
Millet kelimesinin modern manasıyla “nation” karşılığı olarak kullanılması oldukça yenidir. Eskiden bu kelime, İslam dinine girenlerin teşkil ettiği büyük cemaati ifade ederdi. “Millet-i İslamiye” bütün Müslümanları topladığı için, bugünkü millet kavramından tamamıyla farklı idi. Nitekim ümmet kelimesi de bir kökten gelen insanlar demekti. Ümmet-i Muhammed, peygamber nesli olduğu halde sonradan bu iki kelime manalarını değiştirdi; “ümmet” bütün İslam cemaati, millet de İslam cemaatinde ayrı ayrı asırlardan gelen kolları ifadeye başladı. Bununla beraber millet kelimesi bu suretle kesin ve açık bir kavram kazanmış olmadı. Tanzimat’tan beri birçok fikir ve siyaset hareketleri aynı kelimeyi birbirinden çok ayrı kavramlarda kullandılar. Bu farklar üzerinde durmadan yalnız onları işaret etmek için birkaçını zikredeceğim.
Namık Kemal bir “Millet-i Osmaniye”den bahsediyordu. Bu fikir sonraki nesilde de devam etti. Ahmet Mithat Efendi “Osmanlı lisanının Osmanlı millet için bir lisanı-ı umumi olabileceğini” savunuyordu. Fakat aynı sıralarda “Millet-i İslamiye” klişesini devam ettirenler de eksik değildi. Türkçülük hareketini kültür ve siyaset yolunda ortaya atanlar, bunlara karşı “Türk Milleti” fikrini savundular. Kelimenin birinci ve ikinci kavramları yavaş yavaş ortadan kalktı. (2)
Millet, kolay algılanan bir kavram değil, herkesin dünya görüşüne göre bir tanımı var, çoğu kimse nesnel ve bilimsel tanımlar yerine, gönlündeki milleti tanımlıyor. Sözgelimi din’in millet oluşumundaki rolünü abartıp, en başat etmen olarak algılıyor. Milletin oluşum koşullarının farklılığı da tanımlarda farklılığa yol açıyor.
Bu bölümü, Atatürk’ün Millet ve Türk Milleti tanımları ile bitirelim:
“Zengin bir anı mirasına sahip bulunan, birlikte yaşamayı isteme ve uygun görmede içten olan ve sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürme konusunda istençleri ortak olan insanların birleşmesinden oluşan topluma millet adı verilir.” (3)
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” (4)
Hangi Sosyal Topluluklar Millet Değildirler:
a) Ortak ve özgün bir tarih bilincine dayanarak kendi iradesiyle değer yaratmak kudretine sahip olmayan toplum ve topluluklar millet olamaz. Millet, insanî kültür ve tekniğe kendi tipi içinde bir unsur olarak girdiği (yani uluslararası değerlere kişisel değer kattığı) halde onlar giremezler yahut ancak herhangi bir milletin kişisel kültür yaratışları içinde unsur olarak rol oynayabilirler.
b) Paleoetnolojik unsurlar, tarihi oluşta rolü olmayan kaybolmuş etnik unsurlar millet olamazlar.
c) Tarihi ve belirli bir gelişim yazgısına sahip olmayanlar; yani mistik, akıl ve irade uygarlık aşamalarından geçerek bugün kendi başına rüştünü ispat edemeyenler millet olamazlar.
d) Eski uygarlıklarda rol oynamış toplumların artakalanları (Yahudiler(5), Asuriler vs) insanlığın geçirdiği büyük tarihi tecrübeleri geçirmeden eski uygarlıkların mirası ile millet olamazlar. Bu durumda olan toplumlar, ya milli kültür havzalarına tâbi topluluklar halinde kalmakta ya da siyaset, para ve propaganda kuvvetiyle millet rolünü oynamaya çalışmaktadırlar.
Milletin temelleri şu halde irade ve bağımsızlıkla çizilmiş, açık bir tarih bilincine dayanan vatan ve bu vatandaki maddi ve manevi değer kaynaklarıdır; milletin hedefi, kişisel değerler yaratışı ile vücuda gelen ve başka milletlerin yaratışları ile birleşen kültür ve medeniyettir.
(…) Millet ve milliyetçiliğin sınırlarını –bu suretle- çizdikten sonra, onu kendisinden daha geniş veya dar sosyal zümrelerden ayırmalıyız ki, millet –sırf bir sosyal bünye olarak- birincileri tarafından kuşatılır ve ikincileri kuşatır. Milletten daha geniş olan topluluklar kavim, ırk, ümmet, medeniyet dairesi ve insanlık; ondan daha dar olan topluluklar ise etnik grup, dinsel cemaat, sosyal sınıftır.
Irk, antropolojik ve filolojik bazı niteliklere göre kurulmuş soyut bir zümredir. Renklere, kafataslarına, saçlara, kan gruplarına göre yapılan türlü tasnifler tamamen birbirine uymamaktadır. Dillerin kök birliğine göre yapılan tasnifler ötekilerden daha esaslı görünüyor ise de kan ve dil birliği her zaman sosyal birlikleri meydana getirmiyor. Burada, klasik olan Belçika, İngiltere, İsviçre vs örneklerini tekrar edebiliriz. Bunla beraber, siyasi ve iktisadi endişelerle zaman zaman ırk kavramı bir istila, birleşme veya kurtuluş vesilesi olarak kullanılmış ve milletle karıştırılmıştır.
Kavim, belirli bir vatana yerleşmemiş; ortak bir tarih bilinciyle ayrı bir kültür yaratmamış olan göçebe veya yerli dil ve soy birlikleridir. Aynı kavimden birçok millet doğabileceği gibi, birkaç kavmin birleşmesiyle de bir millet vücuda gelebilir; İngilizler Kelt, Anglosakson, Norman kavimlerinin; Almanlar Cermen, Slav, Latin; Birleşik Amerikalılar Anglosakson, Latin yerli kavimlerin karışmasından doğmuşlardır. Buna karşılık Latin kavmi parçalanarak Fransız, İtalyan, İspanyol; Cermen kavmi bölünerek Alman, Danimarka, Hollanda vs. milletlerinin doğmasına sebep olmuştur. Şu halde kavim, milletin doğuşunda hammadde görevi görür ve ondan tamamen ayrıdır.
Ümmet, aynı üniversal dine inanan insanların topluluğudur. Bu topluluk Ortaçağda Kilise, din devleti gibi siyasal kültürel temellere dayandığı için yaptırımlı idi; fakat milli kiliselerin oluşumu ile birlikte fiilen rolünü kaybetmiştir. Milli kiliseler (doğuda ve batıda) milli devrin doğuşunu habercileridir. Milli kültürün nüveleri, milli edebiyat ve sanatlar onların içinde gelişmiş ve gittikçe dinsel niteliğini kaybetmiştir. Bugün ümmet, ancak milletlerin kültür ve tarih yakınlıklarını ifadeye yaradığı oranda, milletlerarası bir ilişki aracı olabiliyor.
Medeniyet, kültür ve teknik alanında toplumların yaratışlarının objektif bir duruma gelmesinden doğar ve onunla kaimdir. Şu halde tek bir medeniyetten değil, toplumsal çağlara göre medeniyet tiplerinden söz edilebilir. Eski çağların mistik akıl medeniyetlerine karşı, bugün onların gelişimine dayanan ve onları aşan bir milli irade medeniyeti vardır. İnsanlık ise her devirde (her sosyal çağda) ayrı anlama gelir. Bir çağın insanlığı, o çağın değerlerinin ideal gayesidir. Şu halde insanlık gerçek değil, idealdir. Zamanımızda milli medeniyetlerin değerlerinin ideali olan bir insanlıktan söz edilebilir.
Milleti kuşatan daha geniş topluluklar olduğu gibi milletin içine giren daha dar toplulukların da bulunduğunu görmüştük. Bunlardan birincisi “etnik grup”tur. Aynı dil ve soydan gelen küçük topluluklar (toplu veya dağınık) bağımsız bir kültür oluşturamazlar; onlar, her millete (az ya da çok kaynaşmasız) unsur olarak girerler; iradelerini onun iradesiyle birleştirirler ve bu suretle milli kültürün doğuşuna hizmet de edebilirler. Fakat etnik topluluk, kendi yetersizliğine karşın “milletlik” iddiasına kalkarsa anarşilere sebep olur. Etnik grubun milletlik iddiası tarih şuuru ve tarihi kadere aykırı olduğu için, hangi siyasi kaygıdan doğarsa doğsun, gerçek dışı ve hatalıdır.
Dini cemaat, eski ümmetler veya kiliselerin parçalanmasından doğan küçük kiliselerdir. Feodal toplumlarda mezhep mücadelesine ve parçalanmalara sebep olan dini cemaat, laik milletlerin içinde sırf itikat olarak özerkliklerini korurlar. Fakat milli iradenin kültür ve teknik birliğine engel olurlarsa (yani toplum içinde toplum şeklini alırlarsa) anarşik bir rol oynarlar. Buna ait Osmanlı tarihinin son devrinden, Avusturya ve Sırp tarihinden, bugünkü Hint’ten pek çok örnek bulmak kabildir.
Kapalı cemaat, etnik grup ile dinî cemaatin birleşmesinden doğmuş olup milli kilise dışı (heterodoks) bir oluşumdur. Resmen kabul edilmemiş olduğu halde devam ederse, gizli ve samimiyetsiz bir hayat şekli doğurur, milli hayatın birliğine engel olur.
Her toplum gibi millet de sosyal tabakalardan oluşmuştur. Bunların arasında çelişki ve tamamlama ilişkileri vardır. Sosyal sınıfların çelişkileri gerginleşirse, sosyal sınıfların (ve meslek birliklerinin) yaratış kudreti de, milli iradenin tezahürü olduğu için kültür ve teknikte sınıf değerleri milletlerarası bir karakter alır. Fakat bunları doğuran milli sosyal sınıflar unutulur da, sonuçlar üzerinde düşünülürse bu sınıf değerleri insanlık, hürriyet ve adalet kavramları gibi soyut ve boş kalıplar haline gelir. Aynı işi yapan ve aynı şeylerden şikâyet eden insanlar birbirine benzerler. Fakat her millette iş organizasyonunun kuruluşu ve sosyal tabakalar arasındaki ilişkiler, oraya özgü sorunlar çıkarırlar. O derecede ki, bir milletin basınında sınıf sorunlarından doğmuş terimleri, aynı sosyal sorunları yaşamayan başka milletlerin benimsemesi boşuna gürültü ve kavram kargaşası yaratır.
Millet, kendisinden geniş ve kendisinden dar olan bu tek etkenli topluluklar arasında modern medeniyetin temeli olan gerçek toplumdur. Modern çağın özgürlük, eşitlik, dayanışma, rekabet, sosyal adalet, sosyalizm gibi beşeri ölçüde yayılan bütün yeni fikirleri ve sorunları, milli toplumun ürünüdür ve onun gerçek varlığında doğarak anlam ve ifade kazanır; ondan bağımsız, asırların üzerinde ezelî olarak yaşayan soyut varlıklar değildir. (6)
1) Sema Gül-Türklerin Etnik Kökenleri
2) Hilmi Ziya Ülken-Millet ve Tarih Şuuru
3) Medeni Bilgiler Kitabı/Örgün Yayınevi
4) Aynı eser
5) Ülken, burada yanılıyor, Yahudiler millettirler, zaten birçok değerli düşünür ve bilim adamı da onları millet olarak kabul ediyor. Yani bugünkü İsrail’de yaşayanlar ne milletidirler, İsrail milleti mi?
6) Hilmi Ziya Ülken-Millet ve Tarih Şuuru