Ankara’dayım bir tarihte…Yorgundum, otele gidip istirahat etmem gerekiyordu. Gerekiyordu da uyuyabileceğimi sanmıyordum. Yıllar önceki huyum hiç değişmedi çünkü. Şu dizeleri yazdığım günlerdeki gibiyim yine:
“Gökle bulut özdeşse/Güneşsin önünde buzlu cam varsa/Ve ben garip düştüğüm o kentte/Otel soruyorsam/Bavul elimde/Garip gelirim insanlara/Garip gelir insanlar.
Kimsesiz odalarda/Uyku atlı ben yaya/Yatamam kalırım konforlu çilehane/Elime doğunca gün/ Biter kovalamaca./Bildiklerim sevdiklerime doğru/Yola çıkarım/Çıkarım gariplikten.”
Kitap gerek bana otel odası yalnızlığımı paylaşacak... Kitapçıları dolaşıyorum yorgun argın... Ve bir kitapçıda aradığımı buluyorum ya da o kitap beni buluyor. Hani o ünlü sahaf sözü vardır ya: “Kitap sahibini bulur”, aynen öyle oluyor işte...
Yazarı Rıza Zelyut, adı da “Seçkinler Kitabı/Kitab-ı Ekabir”, bir de üst başlığı var Kripto yayınlarından çıkan bu kitabın: “Selçuklulardan Osmanlılara sansürlenen beyitler ve mısralar”.
Rıza Zelyut, Mehmet Akif’in “Eski divanlarımız dopdolu oğlanla şarap” savına itiraz ediyor ve bu itirazını haklı gösterecek yüzlerce; yürekli, içerikli ve de imgeli dizeyi okuruna sunuyor.
Öyle yürekli ki bu dizeler, bugün deseniz kıyamet kopar... Örnekleyeyim:
“Kâbe hakkı Avnî baş eğmez nemaza yüz yumaz
Kaşlarun mihrabına secde yeter kıblem bana”
Günümüz Türkçesine aktarırsak şöyle deniyor: “Kâbe’ye and olsun ki, bu Avnî, namaz için başını eğmez, ona yüz vermez. Ey sevgili! Kaşlarının mihrabına secde etmek benim için yeterlidir, Kâbem orasıdır”
Kim yazmış bunu? Fatih Sultan Mehmet... Her yıl 29 Mayıs’ta, beyaz atlara binip stadyumlarda arz-ı endam eden, Fatih’i ‘evliya’ olarak ilan eden taife ne buyurur acaba bu dizelere? Haberleri bile yoktur, onlara bir Fatih belletilmiştir, onu bilir, onu söylerler.
Divan şairi Hayalî’nin şu dizeleri de molla takımını çileden çıkaracak türden:
“Düşünde görmeye bir ayak bâde hâletin
Sofi riyazet ile eğer kim ola kadid”
(Softa, gece gündüz ibadetle kendisini kupkuru bir ağaca çevirse bile bir kadeh şarabın zevkini düşünde dahi göremez).
Hani şehir şehir dolaştırılan inanç soyadlı bir divan şiiri tüccarı var, bunları anlatıyor mu muhatabı olan softa kitleye? Hiç sanmam. Anlatmaz ya ad saptırır onların hoşuna gidecek tarzda.
Neyse biz devam edelim. Bakınız büyük Fuzûlî’mizneler diyor:
“O bütebrusınkoyub mihraba döndürmem yüzüm
Koy beni zahid bana çok verme Tanrı’yçün azap”
(O put kadar güzelin kaşlarını bırakıp da namaz için yüzümü mihraba çevirmem. Kaba sofu yakamı bırak, Tanrı adına bana azap çektirme)
Fuzûlî der de Bâki durur mu? O da der ki:
“Meyhaneler Beytülharam pir-i muganŞeyhülharam”
Ey Neo-Osmanlıcı kardaşlar!.. Muhtemelen anlamamışsınızdır, âmin falan demişsinizdir. Demeyin, Bâki diyor ki “Meyhaneler Mekke’deki Kâbe gibidir, meyhanenin baş ustası da Kâbe’ye bakan şeyh gibidir”.
Böylesi örnekler pek çok bu kitapta, ancak hepsini de buraya taşıma olanağı yok, son dönem Osmanlı şairlerinden de bir örnek verebileceğim ancak. İşte Şair Eşrefin dedikleri:
“Seni tekfir eder mutlak, desem dünya yuvarlaktır/Döner dünya, o dönmez çünkü sabittir inadında/Sorulsa hâce-i dânâ Selanik nerdedir bilmez/Bilir amma kaç tüy var Cibril’in kanadında.”
Osmanlı ve Selçuklu şairlerinden kimileri sızma Türk düşmanı, dizelerine de yansıtmışlar bunu. Kimileri de Türk oldukları için gadre uğramışlar. Zelyut bunları da bir tamam yazmış.
Bu kitap benim sık sık başvuracağım, özel kitaplarımdan biri olacak, siz de edinin mutlaka...