Merhaba
‘Dil, ağrıyan dişe dokunur’ diye nicedir vurulduğum bir halk deyimi var. Kavlimiz öyle ki, bu başlık altında, burada, Bayburt Postası’nda görücüye çıkıyorum. Başka deyişle düş(ünce), görüş ve fikirlerimi paylaşıp eleştiriden güncele, denemeden röportaja, farklı içerikte köşe yazıları ile karşınızda/huzurunuzda olacağım.
Özne, Bayburt ve ona dair her şey olduğu kadar, naçizane, insanı ilgilendiren tüm konulara ve ülkemize dair tüm gelişmelere de değinmeye çalışacağım…
Ancak fikrin, daha önceden 'bilgi' payesi verilmiş veriler üzerinde oluşabileceğini sananlardan, isimler ve alıntılar sayarak kendi kişiliğini şişirenlerden değilim. Ne ki genel olarak, kanımca düşünmeyi bilmediği ölçüde düşünme üzerinden gelişebilecek gerçek sorulara da yabancı kalan ve farklı olanı ötekileştiren veya tahammülsüzlük sergileyen anlayışlardan muzdaripim...
Kendime/anlayışıma değinmişken, ‘e, kim bu adam’ sorusuna da açıklık getirmek nezdinde daha görünür kılayım bendenizi: Hayatın tüm alanlarına antenlerimi açık tuttum. Belki de sıra dışı duyarlı, ilgili, biraz da meraklı olmamın sonucuydu bu. Belki de erken yaşlarda başlayan hayat kavgamın…
Yaşadıklarım, hayatı bütünsellik içinde değerlendirmenin başka deyişle toplumu ve onun kodlarını kavramanın elzem olduğunu gösterdi. Gerisi hep eksik ve yetersizdi. Derken Mimar Sinan Üniversitesi’ne girdim. Orayı dönem birincisi olarak bitirip sanata ve fotoğrafın tüm alanlarıma yoğunlaştım. Hemen her konuda yazmaya başladım.
Eğitmenliğe soyundum. Birçok dergi ve gazetede yazılarım, fotoğraflarım ve foto-röportajlarım yayımlandı. Kimi bugünde devam eden, dokümanter çalışmalar yürüttüm. Ülkemizin birçok bölgesine dair belgesel fotoğraflar çektim. Bir yandan da öğretmenlik yapmaya başladım. Ancak her nevi uğraş ve çalışmanın hayatla karşılık bulmasına özen gösterdim. Başkalık, derinlik ve ayrıntı minvalim oldu. Ne ki içine, ayrıntılara girdikçe, zenginliğin orada saklı olduğunu fark ettim. Diğer yandan uğraştığım her sahada kendimi geliştirmeyi ve her konuda söz söyleyecek birikime sahip olmayı hep sıcak tuttum ve çaba harcadım.
Gözlerimi Bayburt’a açtığımı ve tam da tanımına yakışır biçimde bir Bayburt monografisi hazırlamak için yaklaşık çeyrek asırdır fotoğraflar çektiğimi de hatırlatmalıyım. Elbet bu süreç, çeşitli açılardan gözlem yapmama ve memleketimi daha yakından tanımama da olanak tanıdı…
Bir söyleşide, insan düşüncesi belge midir diye bir tartışma açılmıştı. Söyleşinin konuşmacısı olarak buna ‘evet’ yanıtı vermiş ve konuyu enikonu anlatmaya çalışmıştım. Hal böyleyken, aynı zamanda ve daha birçok nedenden ötürü düşünceyi, çok değerli bulanlardanım.
Kurduğumuz yahut kurulan her cümlenin, bir düşüncenin ürünü olduğu hususunda sanırım hemfikiriz. Dahası üst satırda, düşünce dağarcığımı sebep ve sonuç ilişkisi ile açıklamaya çalıştım. Ki şimdiden söyleyip yazacaklarımızın, hüsnüzanla karşılanmasını temenni ederek, okuyucularım(ız)a merhaba diyorum.
‘Dil ağrıyan dişe dokunur’ derler. Lakin bu dokunmadan açıkça eleştiriyi ve duyarlılığı kastediyorum elbet. Siz de takdir edersiniz ki, eleştiri geliştiren, dönüştüren, ufuk açan bir olgu veya eylemdir. Aksi yönde olana, zaten eleştiri de denmiyor. Ancak öte yandan eleştiri, bize sunulmuş bir elbiseye benzer aynı zamanda. Beğenmezsek, çıkarır atarız. Duyarlılık ise, çok yönlü bir sorumluluk olarak, bizi biz, insan yapan yegane tavrımız…
Yazımı noktalamadan önce, içtenliği, çok yönlü faaliyetleri ve heyecanı ile umut veren Kürşat Okutmuş’a, burada bulunma, hemşerilerimin ve kamuoyunun huzuruna çıkma, kendimi ifade etme imkânı verdiği için teşekkür etmek isterim…