Türk Tarihi sayfalarını aralıyorum; gözlerim nemli ama gururla. Malazgirt’te bir Cuma sabahı, Alparslan’a bakıyorum. Sayfaları okudukça farkında olmadan yudum yudum içim ferahlıyor: Gönül sultanlarından Osman Gâzi’nin rüyasında gördüğü, göğsünde büyüyen o çınar ağacı ve 1299’da kurulan Osmanlı Devleti’ni, Osman Gâzi’nin torunları, Yavuz’ları, Fatih’leri, Kanuni’leri okuyorum.
Gâzi Osman Paşa’nın bütün insanlığı imrendiren Plevne harikasını, cephedeki Bogot Karargâhı’nda bulunan Çar İkinci Aleksandr’ın kendisini tebrik ederken söylediği sözlerin arasından şu cümleyi çekip çıkarıyorum: “Sen benim esirim değil, misâfirimsin! Kılıcını sana verdim! Senin gibi cesur, gayyur ve yüksek liyâkatli bir kumandanla harp etmiş olduğumdan dolayı kendimi bahtiyâr addederim!”
Şan ve şeref dolu sayfalar akıyor gözbebeklerimde: Kâh Kop Savunması’nda isimsiz kahramanlarla beraberim, kâh Erzurum Tabyaları’nda Nene Hatun anamızın yanındayım...
Şan ve şeref dolu sayfalarla yoğruluyorum… Türk Ordusu yeniden şahlanırken, Çanakkale destanlaşıyor. Akdeniz’in suları çil yavrusu gibi doluşmuş müttefik askerlerinden gözükmüyor… Kaçan Rus askerlerinin tabanlar enselerine vururken, arkalarından onlara yetişmeye çalışan, kuyrukları bacakları arasına sıkışmış Rus uşağı çeteler de kayboluyor…
Anadolu’yu bölük-pörçük parsellemiş Yunan’ı, İngiliz’i, İtalyan’ı, Fransız’ı, Rus’u pay masası başında görüp de, bir güneş gibi doğan o mübarek insanı okuyorum… Bir 19 Mayıs günü Samsun’a çıkıyor; Erzurum’a, Sivas’a kadar uzanıyor… Ve ben tertemiz Anadolu toprağına henüz serilmiş olan İstiklâl halısına bakıyorum: İlmik ilmik el emeği, ilmik ilmik göz nuru…
Üzerinde bir gönder ve göndere çekilmiş ay-yıldızlı al bayrak, yanı başında ona selâm durmuş canımızın bir parçası Mehmetçik...
Şimdi o İstiklâl halısının serili olduğu mübarek Anadolu toprağı üzerinde, her yirmi yaşına erişmiş bir Mehmetçik nöbet tutarken, bizler serhat türkülerimizi terennüm ediyor, “Çırpınırdı Karadeniz”in nağmeleri arasında hür doğup büyüdüğümüz topraklarımızı, aynı sevgi, aynı duygular içerisinde gelecek nesillere emanet etmeye hazırlanıyoruz…
Osmanlı’nın asırlar boyu adalet ve insanlık tohumlarını, mertlik ve dürüstlük ilkelerini taşıyormuşuz… Arap coğrafyasında yaşayan ve Türk-İslâm adaletini arayan insanlara baktıkça, bir teneffüs halinde her an soluduğumuz bu duygunun kıymetini, biz farkında olmadan da olsa biliyor, yaşıyor, yaşatıyormuşuz:
Meğer biz vatanımızı, vatanımızın toprağını çok çok seviyormuşuz...
Bayburt Postası Arşivinden / 14 Nisan 2003