Nizam; intizam ve düzen demektir. Her şeyden öte Allah adalet sahibi, dolayısıyla adaletinin hükmünü kullar üzerinde görmenin adıdır nizam. Nizam-a ilk başkaldırış şeytanın Allah’a (c.c.) karşı gelerek; “Ben ateşten, Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Onun için secde etmem” itirazıyla başlamış. Bu itiraz sesi şeytanın dergâh-ı ilahiden kovulmasına yetmiştir zaten. İblis bununla da yetinmemiş, cennetten Âdem (a.s.)’ın yeryüzüne inmesine de vesile olmuş.
Yeryüzüne inen Âdem ile Havva anamızdan dünyaya gelen Habil ve Kabil kardeşler insanlığa numune-i imtisal bakımdan iki kutbun sembolü oldular. Habil nizamın Kabil ise bozgunculuğun temsilcisi. İşte nizam ile nizamsızlık kavgası bu şekilde iki oğul arasında başlamış ve günümüze kadar süregelmiştir.
Bütün Peygamberler nizam kavgası vermiş ve bu uğurda nice zulümlerle maruz kalmışlardır. Peygamberlik makamı beşeriyetin üstünde bir mevki olmasına rağmen en çok çileyi çekenlerde yine peygamberlerdir. Hz. Nuh (a.s.)’ın kavmi ile nizam mücadelesi, dayanılmaz bir doruğa ulaşınca; “Tufan’’ kaçınılmaz olmuştu. Hz. Nuh’un oğlu Kenan, nizama baş kaldırınca gemiye binip kurtuluşa erenlerden olamadı. Demek ki; bir insan Hz. Nuh (a.s.)’ın oğlu da olsa Allah’a inanmadığı müddetçe fayda vermiyor. Kurtuluş iman iledir çünkü.
Peygamberler vahyin öncüleri ve aynı zamanda bulundukları âlem’de nizam-ı tesis için vazifeli elçilerdir. Nemrut saltanatının ilk yıllarında adalet sahibiydi. Fakat sonraları şeytanın vesveselerine kapılıp tanrılığını ilan etti. Hatta bir kısım insanlar Allah’a kulluğu bırakarak Nemrut’a tapmaya başladılar bile.
Müneccimler, "Yakında bir kimse dünyaya gelecek putlara ve saltanatına son verecek" dediklerinde, Nemrut hemen harekete geçerek, "Bundan sonra hiç kimse eşiyle ilişkiye girmeyecek, bugünden itibaren doğacak çocuklar öldürülecek" emrini verdi.
Gerçekten de yaklaşık yüz bini bulan masum çocuk katledildi. Müneccimlerin söz konusu kişinin ana rahmine düşmesinin filan gece olacak demesi, Nemrut’u iyice içgillendirmişti. İşi sağlama almak bakımdan erkekleri şehrin dışına sürgün etti. Bununla da kalmayıp şehrin sınırlarına nöbetçiler yerleştirdi. Böylece kendince erkeklerin şehrin içine, kadınların da şehir dışına çıkmasını önleyici tedbirlerini almış oldu.
Tüm bu tedbirlere rağmen, İbrahim’in annesi daha önce Taruh’dan hamile kalmıştı oysa. İşte Müneccimlerin geleceğini bildirdiği İbrahim (a.s) bu elim şartlarda mağarada böyle büyüdü. O büyüdükçe Nemrutun Kurulu düzenini sarsmaya başladı da. Nitekim İbrahim (a.s.)’ın iman gücünü görmezden gelen Nemrut, O’nu ateşe atarak muradına ereceğini sandı. O öyle sansın, ateşin içinde bile iman gücünü gören bozguncu güruhlar şaşkına döndüler. Çünkü Allah’ı Azimüşşan, dostu olan İbrahim (a.s.)’a ateşi serin kılmıştı. Ateş ol emrin etkisinden gül bahçesine, yani: “Ey ateş! Serin ve selametli ol” (Enbiya 69) emrine boyun bükerek nizama dönüşüverdi. Gül nizam-ı âlemin, ateş ise her türlü fitne ve bozgunculuğun simgesidir zaten.
Hz. Musa (a.s.) ile Firavun arasındaki nizam kavgasından alınması gereken birçok dersler var. Mısır’ın alışılmış düzenini bir anda allak bullak edecek Nizam-ı âlem öncüsü Hz. Musa (a.s.) ve inananlar hicret ettiklerinde dev sular bile yol vererek, adeta selama durmuşlardır. Aynı dalgalar çılgınca Firavun ve ordusuna ise mezar oluverdi. Su kimine ab-ı hayat kimine de Tisunuma felaketi değil miydi zaten?
Hatemül Enbiya, yani en son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’dır. O aslında hem son, hem de sonun başlangıcı. Kâinat O’nun yüzü-suyu hürmetine yaratılmıştır. Kâinat yaratılmadan O’nun nuru ile şenlenmiş. Hakeza ‘’Ey Habipim! Sen olmasaydın, sen olmasaydın, sen olmasaydın bunca felekleri yaratmazdım’’ buyruğunda tanımlanan Peygamberdir O.
Kelimenin tam anlamıyla bütün Enbiyanın reisi ve ümmetin kurtuluş nizamını tesis eden en büyük rehber o’dur.
Hadis-i Şerifte beyan edilen, ‘’Ben en güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim’’ sözü Nizam-ı âlem’in ilk nüvesi mesabesinde olan ahlak-ı hamidiye biricik temel öğedir bu yüzden. İlk oku emriyle üstlendiği âleme nizam vermeye yönelik diye tarif edilen Nizam-ı âlem davası, küfrün başına inen ilk hamledir. Vahyin Peygamber üzerinde meydana getirdiği ağır yük annemize inci misali yansıması mübarek dilinden tane tane dökülen: “Ey Hatice üzerimi ört” dedirttirebilmiştir. Örtülere bürünen Fahri Kâinat Efendimiz, örtünün altında zıngır zıngır titremelerin ardından gelen emri ilahiye ile mübarek başını dışarı çı¬kararak, Allah’ın ahkâmını yeryüzüne yaymak için İlay’ı Kelimetullah (Allah adını yüceltmek) davasının ilk tebliğini zevcesine yapmıştır. Ardından Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Ömer ve derken on binleri bulan İlay’ı Kelimetullah için Nizam-ı âlem kervanı yola koyuldular. Ancak âleme nizam verme davasının karşısında adeta etten duvar örmüştü müşrikler. İ’lây-ı Kelimetullah için Nizam-ı âlem davasının gerçekleşmesi hiçte kolay olmadı. Hor görüldüler ama çiçek gibi açıldılar. İşkencelere tabi tutuldular ama yılmadan, usanmadan zafere koştular, sonunda zafer inananların oldu. Bedir, Uhud ve Hendek savaşları bunun en belirgin tipik misalleridir. Mekke’nin Fethi muştudur, hatta gönüllerde esen mutluluk rüzgârıdır. İşte Âleme nizam verme davası, Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.)’in öncülüğünde ‘’Çöle İnen Nur’’ şeklinde böyle tecelli etti.
Veda Hutbesi’nin ardından Sahabe, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ebedi yolculuğuna uğurladıktan sonra, meşaleyi Ebu Bekir Sıddık (r.a.) devraldı. Âleme nizam verme meşalesi, Ebu Bekir Sıddık (r.a.)’in elinde sıddıkîyet makamının doruğuna ulaştı. Yalan, dolan ve talan hertürlü şeytanı düzenlerin işi. Sıddikiyet denilen doğruluk ise adaletin ve nizamın süsüdür. Sıddık-ı Ekber de dar-ı bekaya iltihak edince bayrağı Hz. Ömer-ül Faruk (r.a.) devraldı. Adaletin mümessili olan Hz. Ömer (r.a.) sırtında un çuvalı ile Halifeliğin “Hadimiyet”ten geçtiğini ispatlarcasına yoksulların imdadına koşması İslâm’ın daha da büyümesine vesile oldu. Aynı zamanda Nizam-ı âlemin parlayan adalet güneşi olan en büyük Emirü’l Mümindir O.
Hz. Ömer (r.a.)’den sonra Âlem’e nizam verme misyonunu Hz. Osman (r.a.) devraldı. Peygamberimizin damadı olan Hz. Osman (r.a.) hilm ve yumuşaklığı gibi meziyetlerle “Zinnureyn” unvanına(çifte nur sahibi) layık görülmüştü. Ne var ki devrinde birçok fitne hareketlerinin doruğa ulaşmasıyla birlikte, âlem’e nizam verme davası sekteye uğramış ve karşı duruş diyebileceğimiz fitne odaklarının gayri nizami harekete geçtiklerine şahit oluyoruz. Malum olduğu üzere Hz. Osman (r.a.) İbn-i Sebe Yahudi dönmesinin fitne eylemleri sonucu şehit oldu ve nizam-ı âlem büyük bir yara aldı böylece.
Hz. Osman (r.a.)’ın şehit olmasından sonra, Âleme nizam verme karşıtı fitne odakları eylemlerine devam ettiler, gayri nizam uğruna hiçbir zaman boş durmadılar. Nizam-ı Âlem davasını Hz. Ali(k.v.) devraldıktan sonra kavgalar daha da değişik boyutlarda baş gösterdi. Peygamberimiz (s.a.v.); “Ben Kuran’ın tenzili üzerine, sen ise tevili üzerine savaşacaksın” dediği mucizevî olay, Hz. Ali(k.v.)’in hayatı boyunca hep yaşandı. İlim beldesi Hz. Ali (k.v.), nüzul olan ayetlerin doğru tanımlanması ve anlaşılması için mücadele verdi hep. Kur’an ayetlerinin ne anlama geldiğini araştırmadan kendi vehimlerine göre sloganlaştıran Hariciler ise tarihte birçok kanlı eylemler gerçekleştirdiler sürekli. Harici eylemlerine karşı Hz. Ali (k.v.) ilim ve hikmetle cevap vermeye çalışsa da söz dinlemediler. Sonuçta sahabe içinde yaşanan bu kanlı kavganın özünde “tenzil ve tevil” olayı en büyük etkendir. Hâsılı; Peygamberimiz (s.a.v.) Kuran’ın tenzili üzerine mücadele verdi, Hz. Ali (k.v.) ise tevili uğruna. Tenzil ve tevil her ikisi de vahiy kaynaklıdır. Elbette ki hikmetinden sual olunmaz ama belli ki ötelerden böyle arzu edilmiş. Böylece içerisinde bin bir hikmet gizli bir durum yaşadı tüm cümle âlem. Bu âlemlere inen rahmet bayrağı çileli de olsa elden ele devam edebildi nihayet.
Sahabeden sonra bayrağı tabiin devraldı. Tabiinin ulularından Hz. Hasan-ı Basri (r.a.) âleme nizam verme duygusunun mana ve ruhunu yansıtması bakımından Piri sayılır. Öyle ki; Hasan-ı Basri; “Benim zannımı, Dicle kenarında bir ana ile oğul düzeltti’’ diyecek kadar hüsn-ü zan örneği vermiş ve derken Allah’a giden yolun hüsn-ü zandan geçtiğini göstermiştir. Hüsnü zanlık nizamın ruhunu yansıtır zaten.
Âleme nizam verme davasının bayraktarlığı Türk’ün eline geçince bu dava daha da âleme yelpaze açıyor. İslâmiyeti Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya taşıyan Alparslan, “Biz bidat nedir bilmeyen temiz Müslümanlarız” diyerek Romen Diojen’i dize getirmiştir. Selçuklu, coğrafyasında Nizam-ı Âlem davası vatanlaşarak İslâmiyet’e renk katmıştır. Ne var ki; Moğol kasırgası bu Nizam-ı âlem meşalesine büyük bir darbe vurmuş ve Selçuklu devletinin varlığına son verilmiştir.
Moğol kasırgasından dolayı Anadolu uçlarına yerleşen Türkmenler, şeyhler, dervişler, alperenler sınır uçlarına yerleşerek Ertuğrul Gazi’nin açtığı bayrağın altında yeniden ümit vermeye başlamışlar. Ertuğrul Gazi’nin etrafında birleşen bu güçler sayesinde o müthiş ulu çınar Osmanlı doğuyor tarih sahnesine. Söğüt’te kurulan Osmanlı otağı kuruluşta henüz yolun başında bir kıvılcımdı sadece. Bu kıvılcım Osman Gazi ve Şeyh Edebali elinde alevlenerek ileride cihanşümul bir devlete dönüşür. Kuruluşumuzdaki heyecan, aşk, sevgi ve İlay’ı kelimetullah için Nizam-ı âlem duygusu üç kıtaya hükmeden cihangir bir devleti vücuda getirdi. Nizam-ı âlem ülküsü Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle doruğa ulaşır.
Yükselişimizdeki ruh, tamamen Nizam-ı âlem ülküsüdür. Öyle ki; bu ülkü Osmanlı’nın elinde âleme nizam götürme davası şeklinde sembolleşti. Gerçekten de ecdadımız, fethettiği yerlere gözyaşı, kan, zulüm götürmedi, bilakis medeniyet ve adalet götürerek âleme büyük bir “Nizam’’ dersi verdiler. Eğer zulüm üzerine kurulu bir devlet olsaydık, altı yüz sene gibi uzun süre ayakta durabilir miydik hiç? Medeniyet olarak dünyaya ilk damgasını vuran tek ülke Osmanlı olsa gerektir. Osmanlı sayesinde âleme nizam verme davası uygarlaşmıştır.
***
Ne yazık ki; bu misyonumuz zaman içerisinde eriyince, düşüş kaçınılmaz oldu.
Yükselişimizdeki anlayışla, düşüşümüzdeki anlayış farkı “Devlet ebed müddet” ülküsünü bertaraf etmiştir maalesef.
Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye derken âlem’e nizam verme davası günümüze kadar uzanmış ve kıyamete kadar da devam edecek tek ülküdür, bu uğurda dün olduğu gibi bugün de ümit kalelerimiz kurtuluşumuz olacak elbet.
Velhasıl İ’lây-ı Kelimetullah için Nizam-ı âlem biricik ülkümüz olmalı… Vesselam...
Ocak 2012