Kurumların değişimine direnmek

Abone Ol

Türkiye'nin yaşadığı son olayların, elbette bir maliyeti vardır. Elbette siyasette istikrarsızlığa yol açan her gerilimin, ekonomiden, dış politikaya kadar uzanan, olumsuz bazı yansınmaları olacaktır; ama meselenin bir başka boyutu olduğunu da görmek gerekir. O da şudur: Türkiye'nin yaşadığı değişimin toplumsal, ekonomik, siyasal boyutları ile uluslararası ilişkiler boyutunda ortaya çıkan çelişkiler, bu tür kriz ortamlarında, daha iyi görülmekte ve anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bunlarla ilgili değişim politikalarının gecikmesinin, hangi problemlere de yol açabileceği daha iyi kavranmaktadır. 

Herkesin kabul edeceği gibi, Türkiye'de birçok şey hızlı değişmesine rağmen, devlet yapısının bu gelişmelere cevap vermesi ve ayak uydurması kolay olmamaktadır. Burada bilhassa iki önemli problemden bahsetmek gerekir. Bunlardan ilki, devlet içindeki birimlerin, yapıların, yeni toplumsal durumlara ve taleplere göre kendisini yenileyememesi dolayısıyla ortaya çıkan sorunların büyümesidir. Diğeri ise, daha önce olmayan, yaşanmamış olan yeni gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni meselelerin çözümü ve yeni taleplerin karşılanmasıyla ilgilidir. 

Eski kurumlar eski dünya 

Bütün bu meseleler, Türkiye'nin yaşadığı farklı düzeydeki yaşanan yapısal dönüşümün sonucudur. Toplumsal yapı, hızlı bir şekilde kentli bir toplum haline gelirken, kentli insanların haklarıyla ilgili talepleri, sadece kentin fiziki mekânıyla sınırlı kalmayıp, bir burjuva kültürünün yaratılmasına dönük talepleri de ortaya çıkmaktadır. Mesela insanlar, daha fazla bireysel özgürlüklerini yaşayacakları, özerk alanlar talep etmeye başlıyorlar. 

Son internet yasasıyla ilgili tartışmalara "sansür mü - güvenlik mi" ikileminden bakmak, bu bakımdan yetersiz ve meseleyi anlamaktan uzak bir yaklaşımdır. Birey daha fazla özgürlük isterken, aynı zamanda haklarının daha fazla korunduğu bir özerk alan istemesi tesadüf değildir. Bu bakımdan bireyi ve haklarını, başta devlet müdahalesi olmak üzere, dev kapitalist şirketlerin etki alanından, klasik medya kuruluşlarının veya yeni medya ortamlarındaki çetelerden korumak ve özgür kılmak gerekmektedir. 

İnternet bugün yeni medyanın temelidir. Türkiye'nin geleneksel hukuk sisteminde de, örgüt yapısında da bununla ilgili yeterli bir düzenleme bulunmamaktadır. Yeni medyayı, demokrasi içerisinde düzenlemek ve insan hak ve özgürlüğünü teminat altına almak, iletişimi yeni bir kurumsal yapıya kavuşturmak gerekmektedir.
 
Varlık mücadelesi 

Burada ortaya çıkan olay, doğrudan doğruya tekno-kültürel değişim sonucudur ve bu düzeyde bir düzenleme yapılmasına, eski söylemlerle karşı çıkmak aslında politik bir tavır bile değil, düpedüz gerici bir tepkidir. Bu bakımdan Sayın Cumhurbaşkanı Gül'ün yasayı onaylamasını, aynı teknik dil üzerinden twitter vasıtasıyla duyurması önemlidir. 

Şimdi tartışılan konu MİT'le ilgilidir. Türkiye'nin istihbarat yapılanması, özellikle NATO'ya üyelikle birlikte başta ABD olmak üzere, batıyla kurulan "soğuk savaş ilişkilerinden" sonra, bütünüyle bu merkezlerle paralelleştiği üzerinde çokça durulmuş bir konudur. Soğuk savaşın bitiminden bunca yıl geçtikten sonra, yeni bir dünya kurulmaya başlamasına rağmen, hâlâ bu paralel yapının devam ettirilmesi arzusu, bu kurumun hâlâ eski yapısında kalması ciddi bir sorundur. Hele bu yapının ve ilişkilerin devamının savunulması doğrudan doğruya Batılı merkezlerin Türk İstihbarı üzerindeki vesayetini savunmak demektir. Bunun anlamı açıktır. Bu  "Ergenekonvari örgütler devletin en mahrem yerlerinde varlıklarını sürdürmeye devam etsinler, CIA, MOSSAD ve benzerleriyle ilişkisi olan bütün eski unsurlar, varlıklarını sürdürsünler" demektir.  Bu arzuyu taşıyanlar, aslında bu yapılarla paralel ilişkili unsurlardan başkaları değildir. 

Türkiye'nin dünyadaki yeri değişirken, Batı'yla ilişkileri "bağımlılık ilişkisinden" karşılıklılık eksenine kayarken, MİT'in eski ilişkiler çıkmazında kalmasını savunmak kime hizmet edecektir. Kısaca meseleye, Türkiye yenilenirken devletin içindeki kurumların da yenilenmesi gerekliliği açısından bakmak durumundayız.