Kurtuluş Savaşı’nda bir Alman Yüzbaşı ve Demiryolcu Behiç Bey Destanı

Abone Ol

Hans Tröbst, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu’nda görevli bir yüzbaşı. Savaş bitiyor, Almanya yenik, Türkiye yenik… Almanya’nın gıkı çıkmıyor, Türkiye’de Mustafa Kemal diye bir paşa çıkmış, yedi düvele kafa tutmak üzere işe girişmiş.

Tröbst, bakıyor ki Alman Ordusu’nda kalmanın bir anlamı yok, karar veriyor, mutlaka bir yolunu bulup Türkiye’ye gidecek, Ankara’ya geçecek ve Mustafa Kemal Paşa’nın ordusunda görev alacak. Öyle kolay da değil o gün, Almanya üzerinden Türkiye’ye geçmek. Hele de bir Alman subayı iseniz. Uzun ve maceralı bir yolculuktan sonra İstanbul’a gelebiliyor Tröbst. Gelebiliyor ya, şimdi de Kemal Paşa’nın İstanbul örgütü ile temas kurmak, onlara kendini inandırmak ve onlar aracılığı ile gemiye binip İnebolu’ya gitmek gerek. Bu kararlı Alman bunu da başarıyor. İnebolu’da karşılıyorlar ilgililer kendisini, harcaması için para veriyorlar, kalacak yer sağlıyorlar ve Ankara’dan gelecek yanıtı beklemesini söylüyorlar. Tam kırk gün bekliyor Tröbst, sonunda İnebolu’dan Ankara’ya çileli ama sevinçli bir yolculuk başlıyor. Sonra Ankara… Orada da ilgililer kendisini alıyorlar her şeyi ile ilgileniyorlar hatta Savunma Bakanı’na bile çıkarıyorlar.

Bütün bunları okuyunca şunları görüyoruz bir kez daha. İstanbul-İnebolu ve Ankara arasında son derece sağlam bir köprü kurulmuş. İletişim mükemmel. Yollarda asayiş tam olarak sağlanmış. Ve öyle her isteyen elini kolunu sallaya sallaya Ankara’ya varamıyor, varsa da görev alamıyor.

Ve yüzbaşı rütbesiyle ordumuza alınan Hans Tröbst’e tüm ısrarlarına karşın savaş görevi verilmiyor, geri hizmetlere ve sonunda da demiryolu ile ilgili olan son derece önemli ikmal ve lojistik görevlerine atanıyor. Ve ordumuzda bu yüzbaşı hep hoş tutuluyor.

Savaş bitince Almanya’ya mektup yazıp sevdiği kızı Anadolu’ya çağırıyor, burada evleniyor onunla. Ama sonra yurduna dönme kararı alıyor ve kendisine gerekli ödemeler de yapılarak ordumuz tarafından oraya uğurlanıyor.

Hans Tröbst, daha sonra anılarını kaleme alıyor. Bu anılar, Yüksel Pazarkaya tarafından dilimize çevrilip “Mustafa Kemal’in Ordusunda Bir Alman Subayı” adıyla Kırmızı Kedi Yayınları tarafından kitap olarak yayımlandı. Bu kitabı herkesin okumasını diliyorum ve kitaptan önemli bilgileri özetle aktarmak istiyorum:

- Eskişehir’de vagon akslarından top kamaları yapılıyordu. Ankara’da garda bir küçük fabrika… Kaçak yollardan gelen İngiliz piyade mühimmatı, eldeki Alman piyade tüfeklerine uygun hale getiriliyor. Yoktan uçaklar yapılıyor ve uçuruluyor her türlü riske karşın.
- Cephede Ramazan Bayramı kutlaması… Rakı da içiyorlar ama gizli, kahve fincanlarının içinde.
- Asker kaçaklarının çoğu Konyalı… “Konyalılar oldum olası sağlam pabuç sayılmıyordu.” Ve kaçaklara falaka… 
- Bir Hoca… “Din fanatizmi ve çarpık görüşleriyle Türkiye’nin ilerlemesi önünde en büyük engel.” “Zavallı Türkiye! Dininizi modernleştirin. Anadolu’da da kadınlarınıza özgürlük tanıyın.”
- Türk zaman kapitalisti…
- Anadolu eşeği ve kaba Alman eşeği… “Soylu bir at hayal edilmeli ve onun yarı büyüklüğü düşünülmeli, işte o zaman bu eşek görülür. Kadife yumuşaklığında, ayna gibi düz bir deri, zarif ince bacaklar, cam gibi kemikler, her bakımdan uyumlu yapıda, kısaca resim gibi güzel hayvandan anlaşılanın ta kendisi. Buna ilâveten güçlü, dayanıklı, alçakgönüllü, daima keyifli ve canlı. Ve onun ‘a-i’ anırışında bazen gerçekten insani bir ses var.” Hans Tröbst, bizim eşeklerimizi böyle övüyor. 

- Bektaşilik hakkında da ayrıntılı bilgiler veriyor Tröbst, Bektaşi fıkraları anlatıyor. 
- Doğa güzellikleri için Türk’ün bir anlayışı yok. Köylü bir ağaç gördüğünde onu deviriyor, zira yakacak odun çok değerli.
- Afyon Bolvadin’de insanlar aldırışsız bir koyun sürüsü gibi. Nargile çekip düşüncelere dalan ihtiyarlar… Çamur burada vazgeçilmez. 

Yukarıda kısaca değindim Tröbst’ün demiryolculuğunu. Tröbst bu görevini hakkıyla yaptığını ayrıntısıyla anlatıyor, ama Genel Müdür Behiç Bey olmasa hiçbir başarının olmayacağını da belirtiyor. Ben demiryolcu Behiç Bey’in Destanı’nı yazmışım. “Atatürk Ekonomisi ve Beş Destan Adam” adlı kitabımda var. O destanı aşağıya alıyorum. Herkes okusun ve savaşın yalnızca top tüfek atarak, süngü hücumu yaparak kazanılmadığını, ikmal ve lojistiğin de yaşamsal önemde olduğunu anlasın. 


 
DEMİRYOLCU BEHİÇ BEY DESTANI

Ray devriydi o devirler
Ray demek “uzayıp giden o tren yolları”.
Tek ulaşım aracı değilse de
Tek sevkiyat aracıydı o devirlerde.
İri ve verimli
Yükle düzü-dünyayı çekip götürsün.
Askerin kendisi 
         Nevalesi
               Ve cephanesi
Kara trenle daha kolay ve daha çabuk sevk ediliyor  
         Ve daha ekonomik.
Ve dahası
Vergi artırma umudunu raylara bağlamıştır Osmanlı Maliyesi.
Köylünün ürününden aynî vergi olarak
Daha çok pay alacağından 
Ve kayıt dışılık da olmayacağından
Hububat, bakliyat, endüstriyel bitkiler
           Ve canlı hayvan
Trenle taşınsın istiyor belirli pazarlara.
                                 
Osmanlı için ray bunlardan ibaret işte
Gelgelelim dünya egemenleri
Ray ray ray ray nidalarıyla
Bir sömürgecilik marşı çalmaktadırlar.
Öyle bir ray devriydi ki o devir
Ray yayılmacılık
           Ray buyurmacılık
                      Ray ayrıcalık
Demek oluyor.

Siz toprak yol yapamıyorsunuz
Demiryolları ne haddinize!..
Siz bu işi kesinlikle yapamazsınız.
Yapsanız bile
Nerde sizde şimendifer yürütecek bilgi beceri?
Verin ayrıcalıkları
Yapıp teslim edelim biz işletmek kaydıyla.
Bizim kârımız
            Sizin de rayınız olsun.
Olsun da..
40 kilometrelik bir ceremesi var.
O iki uzun çizgi nereden geçer ise
Sağında ve solunda
20 kilometrelik bir alanda
İsviçre büyüklüğünde bir toprakta yani
Her türlü maden ve petrolün arama ve işletme hakkı
Verilmekle kalınmayacak
Orman ve tarım alanlarından sınırsız yararlanacaklar
Buldukları tarihi eserlere de 
Öz malları gibi el koyacaklar...
İşine gelirse!

İşine geliyor hasta adamın
Bunlar “ehven-i şer” 
Savaşla tehdit etmiyorlar Rus Çarı gibi
Yapın yapın ama bizi de görün demekteler. 

Böylece döşüyor ehven-i şer olan gâvur
Döşüyor demiryollarını ve işletiyor.
Bu gâvur hep de gâvur çalıştırıyor
Muhabere dili de gâvurcadır yalnızca.
İşine gelirse!..

İşine geliyor Saray’ın gelmesine de
Askeri bakımdan düşünülürse                                                               
Bu iş iş değil.
Demiryolu köprülerini muhafız kıtalarımızla 
Biz korumaktayız.
1908 Mart ayında Urumeli’nde
Türk zabiti Behiç Bey
Demiryolu köprülerinin muhafız kıtalarını
Teftişle görevlendirilince
Neler ortaya çıktı neler...  
Raporunda diyordu ki Behiç Bey
“Demiryollarında gayrimüslimler değil
             Türkler çalışmalı
                      Ve iletişim dili Türkçe olmalı.
Yoksa bu raylar vayımız olur”

Bu tanılar ve öneriler
Osmanlı tarihinin ilk Türkçü ve anti-emperyalist
Bildirisidir de aynı zamanda.
Behiç Bey bu bildiriyle de yetinmeyecek
Balkan Savaşında demiryollarıyla
Başarılı bir lojistik yapılamadığını görüp
Bir ilke daha imza atacak
Kitabını yazacaktır rayların
Ve raylarla gelen bozgun bozgun
Göç göç vayların.          
Bu rapor ve bu kitap
Bir büyük demiryolcuyu 
Hünerli ve erdemli bir lojistikçiyi
Doğurup yoğurmuş da olmaktaydı aynı zamanda. 

Bu kutlu doğum
Yüz dönümlük alan içinde  
Yarım milyon insanın can verdiği
Ve denizin kıyıdan 50 metre açığa dek
          Kan kırmızı olduğu
                Çanakkale’de gösterecektir ilk üstün başarısını.
“Önce cephe sevkıyatı, sonra cephe savaşı”
Genel kuralının 
          Şart ve elzem olduğu     
                 Bu büyük boğuşmada
                       Behiç Bey’in kurduğu seferberlik dairesi
Cepheye sürekli ve aksamadan
        Ve ölümüne
                   asker, mühimmat ve erzak sevk edebilmişti.

I.Dünya Savaşının sonunda
Hükmen yenik saymışlardı bizi 
Başımızdakiler de kabullenmişlerdi bu yenilgiyi
Ardından işgaller, emperyalizmin torbadaki yüzü. 
Bütün bunlara karşı Türk Milleti’nin 
“Ya istiklal ya ölüm” direnişi.      
Behiç Bey İstanbul’da o sıralar
Yüreği ve aklı hep Ankara’da.
Anadolu’ya geçmesini istediği subayları
Ona bildirmekte Mustafa Kemal Paşa
Behiç Bey de derhal yapmakta gereğini
Sevk onun işi değil mi zaten.

Ve gün oluyor kendini de sevk ediyor Ankara’ya.
Diyorlar ki Ankara’da
“Ya genelkurmay ikinci başkanı olursun
Ya da demiryolları genel müdürü
            Tercih senin, ver kararını!”
Verecek
Ama gitmeli Mustafa Kemal’e sormalı bir de. 
“Geç demiryollarının başına
            Oraya sen gereklisin
                     Ora da ordumuza” 
                            diyor Mustafa Kemal.

Geçecek ama tek bir şartı var
İşine kimse karışmayacak.
“Karışmayacak!” dedi Kemal Paşa                   
Behiç Bey de aldı kabul etti bu ağır vazifeyi.
Cephelerin erzak, silah ve asker ihtiyacının
Sevk ve idaresi
Demiryolları vasıtasıyla giderilecek.
Demiryollarınınsa durumu kötü.
Vardı Eskişehir’e Behiç Bey
Geçmez akçeyi geçer akçe yapmakla başladı işe          
Mısır Lirası yerine artık
Osmanlı Parası geçecektir demiryollarımızda.
Tamir malzemesi yakında bitecek dendi
Parasızlık had safhadaydı
Yakıt yani odun ve kömür bulunamıyordu
Alınanların parası ödenmemişti.
Ya keyfilik?.. Ailesiyle piknik yapmak için
Tren isteyen komutanlar bile görülüyordu. 
Ve çeteler köprü uçuruyorlardı
Yurtseverlik yaptıkları zannıyla  
Demiryollarını işletebilecek tek beşeri unsur olan
Gayrimüslim personeli katlediyorlardı.

Hemen sıvıyor kolları Behiç Bey
Behiç Bey hükümet gibi adam.
O çözüyor
         Birileri hep sorun çıkarıyorlar.
Kolordu Komutanlığı demiryollarının parasını gasp eder
İzinsiz odun kestirdi diye 
Mahkemeye verilmeye kalkışılır Behiç Bey.   
Hattın güvenliğini tehlikeye sokan sorumsuzluklar 
Olağan işler haline gelir.
Nafıa Vekili işi bilmemektedir
Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa da 
İşine çok fazla karışmaktadır.

Baktı ki olmuyor
Tutmaz oldu sinirlerinin frenleri
“Alın genel müdürlükten beni 
            Alın şu trenleri”
                      diyerek bıraktı görevini. 

Bıraktı da ne oldu
Yokluğu öyle bir hissedildi ki
Eskişehir’in boşaltılması sırasında
Ne odun ne kömür bulamadı demiryolcular
Nafıa Vekaleti’ne sordular.
“Vagonları yakın” dedi Vekalet
           Yaktılar.
Bu haberi duyduğunda Fevzi Paşa küplere bindi
“Ehil ellerde olmazsa demiryolları
           Vagon yaktırır böyle işte keyifçioğulları”
                        Diye tepki gösterdi.       

Ve gün oldu
Fevzi Paşa acilen yanına çağırttı Behiç Bey’i
“Zafer demiryollarının iyi işletilmesine bağlıdır” dedi
Ondan ayrıntılı rapor istedi.
Rapor?.. Okunmayacak, uyulmayacak olduktan sonra
Neye yarar ki?..
“Raporla olmaz!” dedi Behiç Bey
“Terazinin bir gözüne Nafıa Vekili Ömer Lütfi Bey’i  
             Bir gözüne de zaferi koyun
                       Hangisi ağır basarsa ona uyun”
Behiç Bey ciddi bir karara zorluyordu kumandanları
Kumandanlar düşündü taşındılar      
Meclise taşıdılar işi
Düşürdüler Nafıa Vekilini
Rauf Bey Nafıa Vekili oldu
Behiç Bey de yeniden
Ve yeni şartları kabul edilmiş olarak
Eski görevinin başına döndü. 

Genel Müdürlük merkezi Konya’ya naklolundu
Büyük Taarruz hazırlıkları oralardan yapılıyordu
Lojistik de oradan yönetilmeliydi.
Behiç Bey hünerini orada göstermeliydi.
Ne hüner... Ne hüner ama...
Olmazları oldurma
Olanaksızlıkları ortalardan kaldırma.
Yeni raylar ve malzemeler satın alınıyordu
Kömür ihtiyacını karşılamak için gösterilen 
              Özveri
                        Savaşım         
                                 Ve buluculuklar ise
Tam bir tedarik mucizesiydi.
Paraysa yine yoktu
Meteliğe kurşun atıyordu Behiç Bey
Vurdukça hedeften para dökülüyordu. 

Eskişehir’i yitirmişizdir
Ankara-Konya hattına ağırlık verilmelidir artık
Garp Cephesi ile Ankara’nın bağlantısı 
                Buradan kurulacak.
Azari Köyü istasyonundan 50 kilometrelik 
Ek bir yol yapılmalı
Bir dekovil hattı döşenmelidir
Hem de mümkün olan en kısa zamanda.
Bir gün bile tehiri 
                Büyük Taarruzun tehiri demektir ki
                        Bunun ağır sorumluluğunu hiç kimse kaldıramaz.       
Demiryolcular seferberdiler 
               Zaferberdirler şimdi.
Çobanlar yöresinden sökülüp getirilen kırık rayların
                Uçları düzeltilerek
                        35 kilometrelik ray ve malzeme elde edilmiştir
Hattın 25 kilometrelik bölümünün toprak düzlemesi tamam
18 kilometrelik ray döşenmiş bile
8 kilometrelik bölümün balast döşenmesi de bitti.
600 işçi gece gündüz çalışarak
Toroslardaki dekovil hatlarında
Ne kadar ray, travers ve malzeme varsa         
Azariköy’ye taşıyacaktır.
Ve duydular ki
Anamur ve Silifke demiryolları çevresinde Fransızların
İşletmeyi durdurdukları maden ocaklarında
15-20 kilometrelik dekovil malzemesi bulunmaktadır.
4000 tonluk bir malzeme bu... Dile kolay...
Türk oğlu kayıklarla taşıdı bu malzemeyi 
           Anamur’dan Mersin’e.
Azariköy dekovil hattının yapımını
Fevzi ve İsmet Paşalar da gün gün izliyorlardı.
Merakla, kaygıyla ama güvenle soruyorlardı Behiç Bey’e
“Ne zaman bitirirsiniz?”
15 Haziran 1922 dedi Behiç Bey
15 Haziran 1922’de küçük bir törenle açıldı bu hat
Açılışı yapan Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa 
            Mutlu ve rahat.

Aylardan Ağustos’tur ve ayın on dördüdür
Gel talihim
            Gel tarihim
                      Gel de seyreyle ayın on dördü gibi
Cepheye başlayacak o büyük sevkiyatı.
İkmal yapılıyor bunca zamandır
Görev tanımları ve ezberler çokça
             Tembihler sıkça.

Yol göründü şimdi işte
          Garip serime de 
                       Şimendiferlerime de
Haydi uğurlar ola!
Uğurlar oluyor uğurlar
Uğursuzluk yok!
Tam yüz bin asker trenle yer değiştirip
Kayıyor Afyonkarahisar’ın güneylerine
Yunan’ın ruhu duymuyor bile.

17 Ağustos’ta yani tam üç gün sonra
Mustafa Kemal giriyor bir gece ansızın
             Behiç Bey’in odasına.
“Gizli geldim” diyor 
“Burada kalacağım, kimseye duyurmayalım!”
Niye? Çünkü Büyük Taarruzu hiçbir biçimde
Sezmemeli Yunanlı
Onlar Paşa’yı Ankara’da çayda bilmeli.
Sonra konuşuyorlar ordunun ve şimendiferlerin durumundan
Behiç Bey Başkumandanı rahatlatıyor:
“Biz şimendiferciler hazırız Paşam!”  
Hazırlar ya... Kemal Paşa bu...
Gözünden hiçbir şey kaçmaz.
Diyor ki: “O bölgede eli silah tutan
On üç yaş üstü herkesi asker ettik
Siz Çobanlar-Afyon arası onarımını
            Kimlerle yapacaksınız?”
Kimlerle mi? Kadınlarımızla elbette
            Kadınlarımız sağ olsun Paşam!

Çobanlar-Afyon arası onarımı da ne demek peki?
Şu demek: Kaçacak olan düşman
Demiryolu köprüleri ve raylarını tahrip edecek
Demiryolcular çok süratli hareket edip
Yoğun çalışarak
Onaracaklar bütün ray ve köprüleri.
Böylece hem takviye güçler yetiştirilecek
Hem de cephane takviyesi yapılabilecek.

Büyük Taarruzun başladığı Behiç Bey’e
Telgrafla bildirildi Ankara’dan.
Nafıa Vekaleti’ne vekalet eden Reşat Bey’in telgrafı:
“Millet işte bu andan itibaren fedakâr şimendifercilerimizi
                Kahraman ordumuzun zaferinin 
                        Biricik yardımcısı olarak görmektedir.”
26 Ağustos’ta başladı Büyük Taarruz
27 Ağustos akşama doğru
Garp Cephesi Kurmay Başkanı 
Asım Bey’den de bir telgraf geldi:
“Afyonkarahisar Tanrı’nın yardımıyla geri alındı
Gece gündüz çalışılarak
                  Şimendifer hattı buraya ulaştırılmalı!”
Behiç Bey hem yanıt verdi hem de güvence:
“Bu geceden tezi yok
Bu hattın onarımına başlanacaktır!”
Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın da 
Aklı fikri bu hatta.
Sözüne elbet güveniyor Behiç Bey’in
Ama kesin bir süre istiyor.
“5 Eylül’e kadar bu yol biter mi?”
Bitecek bu yol
Başka yolu yok!
Behiç Bey iş katarlarına 40 vagon daha ekliyor
Bazı hatların rayları sökülüp buraya çekiliyor
Azari Dekovil hattından bir amele taburu gelmiş
İşe koyulmak için emir bekliyor.
Böylece tam üç ekip harıl harıl çalışmaktadır.
Çalışıyor ya, malzeme yine eksik
Yunan’ın tahrip ettiği demir köprüler
Ray parçaları ve kalaslarla berkitiliyor güya.
             Başka çare var mı ki?

Ve Behiç Bey bir emirname yayımlıyor şimendifercilere:
“6 Eylül sabahı Çobanlar’dan 
İlk cephane treni hareket edecek.
Bu tren saatte 5 km hızla gidecek.
Ben de içinde olacağım.
Hangi bölümde yol bu sürate göre ikmal edilmemişse
O bölümün fen memurları ve zabitlerini
Sorumlu tutacağım!”     
                                 
Behiç Bey’in emri bu
Bu emir demir keser vallahi
Demir döşer rekorlar kıra kıra.

7 Eylül saat birde
Bir saat gecikmeyle Afyon’a vardı katarımız.
Bu varış sayesinde Büyük Taarruzun onuncu günü
Trenler Çobanlar’dan yola çıkıp 
120 kilometre ilerideki İslamköy’e dek
Rahatça gittiler.
Ordumuzun cephane ve erzağını
Zamanında ve eksiksiz yetiştirdiler.    
Sonra sonra...
Ordunun ardından ray yetiştirdiler
Demiryolcularımız Hızır.

İzmir’i aldıktan sonra 9 Eylül’de
Behiç Bey Eskişehir’e doğru yollandı
Oradan Adapazarı, İzmit, Gebze
Onara onara
              Ala ala  
Vardı Haydarpaşa’ya.

Zafer bizim ama İngilizler umursamıyor
Yine çıkar derdindeler
Yine dolaplar çeviriyorlar.
Demiryollarını bize vermeyecek 
Kendileri işletecekmiş.
Vay vay vay...
İsmet Paşa Lozan dönüşü soruyor Behiç Bey’e:
“Çift hattı işletemezsiniz diyorlar
                Ne yapacaksın?”
“Merak buyurmayınız Paşam
Onu da muntazaman işleteceğiz”
İşte cevap bu!
Cevap bu ama
Gâvur da bu, durur mu?
Önce Behiç Bey’e parlak teklifler
Sonra Nafıa Vekili’ne, İsmet Paşa’ya ulaşıp etkilemeler.
Demiryollarının akıbeti görüşülürken Meclis’te
Behiç Bey’in orada olmasını çok gören İsmet Paşa
“Yine propaganda yapmaya mı geldin?” diye sormakta.
Ama o meclis öyle bir meclistir ki 
Bilir emperyalistlerin her oyununu.
Maliye Encümeni 
“Bu demir, al kemir, kemirebilirsen!” duruşuyla
Demir gibi bir yanıt uzatır önlerine:
“Eğer Hükümet demiryolunun satın almazsa       
               Bütçe çıkmaz haberiniz ola!”
Ancak bütün bunlara karşın 
Demiryolları yine de millileşemezdi
Behiç Bey’in arkasında Atatürk olmasaydı.                                                                   
O Atatürk, Behiç Bey’e daha sonra da hep sahip çıkacak
Nafıa Vekili olmasını da o sağlayacaktır.
 
Ve Atatürk 
Sekiz yıl gibi kısacık bir sürede 
Milli imkânlarla yurda demirağlar ören  
Bu mert yürekli demiryolcu yoldaşına bir gün
Şunları anlatacaktır:
“Onun Yıl Marşında
‘Yurdun her tepesinde dumanlar tütüyor’ deniliyordu     
Baktım senin emeğini ifade etmiyor
                  Çizdim
                         ‘Demirağlarla ördük anayurdu dört baştan’ yazdım”
                                 
Demirağlarla anayurdu ören bu Türk çocuğunun
O Amerikalıya verdiği ders
Kulağımıza küpe olsaydı
Bugünkü karayolu ve petrol esaretimiz de olmayacaktı.
Diyordu ki o aval Amerikalı:
“Vazgeçin demiryollarından
Birlikte karayolu yapalım
Milyonlarca motorlu aracınız olsun
Yük ve yolcu taşıyın
Varsıllaşsın böylece insanınız”
Bir ziftlenme kokusu aldı Behiç Bey, sordu
“Ziftten mi yapılır bu yollar? “
“Ziftten”
“Ne yakar bu araçlar, petrol mü?”  
“Petrol”
“Ve bu petrol bizde bulunmaz öyle değil mi?”
“Korkarım hayır” dedi aval Amerikalı
“Hadi yürü” dedi Behiç Bey
“Yürü de ense tıraşını göreyim senin!”
Hani demiştik ya demiryollarının kilit personeli
                 Ya Rum’du ya da Ermeni
Bunların içinde sadakatle çalışanlar da vardı
Onlar olmasaydı Kurtuluş Savaşında kim bilir neler olurdu.
Behiç Bey hem bunlara kol-kanat gerdi
Hem de Türk çocuklarını demiryolculuğa özendirdi.
Demiryolları artık ondan sorulduğunda
Türkiye’nin ilk ve tek demiryolu mektebini açıyordu 
                  Öncelik ve ivedilikle.