Kriz Üretim Merkezi
Türkiye’de “kriz üretim merkezi” olarak adlandırılması gereken birçok odak faaliyet halindedir ve bunların adamları asla boş durmayı sevmezler. Bütün çabaları, Türkiye’ni istikrar içinde sorunlarını çözen bir ülke olarak gidişatını engellemeye dönüktür. Ülkenin attığı her olumlu adımı tersine çevirme gayretleri, insana bunca “ruh hastası nereden çıktı” sorusunu hatırlatmaktadır.
Bu tür olayları, sadece insanların psikolojik durumlarıyla açıklamanın yetersiz kalacağı bir durum söz konudur. Söz gelimi neredeyse birkaç yıldır “büyük bir ekonomik kriz çıktı çıkacak” diye elbirliği etmişçesine yazılar yazıp, ekranlarda yorumlar yapanlar, çözüm süreci için “PKK silahları bırakırsa biter, Öcalan bunda ısrar ederse liderliğinin sonu olur” diye şiddetin ve kanın devam etmesi gerektiğini, çözüm ancak “Rojova devrimi gibi defakto bir bölünmeden geçtiğini” savunanlar; “HDP seçime baraj bu orandayken girmesi halinde asla Meclis’e giremez” o zaman “kendi parlamentosunu kurmaktan başka bir yolu kalmaz”, böylece “siyasi bölünmenin yolu açılır” diye sevinenler… Bunların hepsi birden ruh hastası olabilir mi?
Kriz severler
Bu durumda, “HDP baraja takılırsa, AK Parti’ye 400 milletvekili kazandırmak için bilerek yapılan bir taktiktir” diye açıklamaya çalışanlar, “PKK liderinin bir bildiği vardır ya da kendisi için örgütü gözden çıkarmıştır” türünden parlak yorumlar yapanlara ne demeli?
Ortada hiçbir şey yokken, durduk yere seçim barajının tartışmaya açılmasını fırsat bilip, buradan kriz senaryoları hazırlığına girenler ya onlar neyin peşindedirler?
Son Milli Eğitim Şurası’nda yaşananları, önerileri, alınan kararları “Türkiye’nin rejim değiştirmekte olduğunun kanıtı” olarak sunanlar, rejimin sahipleri olduklarına inandıklarına son bir umutla “hâlâ tehlikenin farkında değil misiniz?” gibi mesajlar vermeye çalışanlar; Osmanlıcanın “Türkiye’yi Araplaştırma projesinin bir parçası, hatta kendisi olduğunu” söyleyenlerin darbe dönemlerinin bilmem kaç numaralı bildirisini kaleme alan, bir cunta mantığıyla yazanların yazar diye ciddiye alınmasını ne yapalım?
Bu cehalete “Osmanlıca değil eski Türkçe, Türkçenin eski yazı dili”; onu da bin yıllık bir tarihin yarattığını, bu tarih edebiyat ve kültür birikiminden kopmanın bir halkı ancak “Hotanto Kabilesi” düzeyine indirmek anlamına geleceğini kim anlatabilir? Anlatamaz çünkü “cehalet bir bütündür asla bölünemez”.
Ruh sağlığı meselesi
Bütün bu örneklerin bize söylediği şey aslında şudur: Türkiye’deki kriz üretim merkezleri eski kapalı-antidemokratik zihniyet dünyası üzerinde kurulmuşlardır. Sadece bu değil; bu dünya görüşünün “kapalı siyasal rejimi” ile derin bağlar kurmuş bulunan çeşitli uluslararası unsurlar da devrededir.
Unutmayalım, Türkiye denilen bu ülkenin üzerine kurulduğu bu topraklar, ilk çağlarda Akdeniz üzerinden, orta zamanlarda dünya ticareti vasıtasıyla, yeni zamanlarda ise enerji kaynakları ve stratejik bakımdan hep cazibe merkezi olmuştur. Bu coğrafyanın “yönetimini Türklere bırakmak istemeyenlerin” Türkiye’nin güçlenmesine razı olmayacaklarını gösteren birçok olay vardır. Türkiye her konuda güçlü ve kararlı adımlar atıldıkça, bundan rahatsız olanlar bir biçimde bu rahatsızlıklarını ifade etmenin yolunu arayacaklardır.
Etnik çatışma çağrıları, mezhep çatışması kışkırtıcılığı, ekonomide kriz çıkarma kampanyaları ya da “Türkiye din devleti olma yönünde ilerliyor” türünden eski “irtica hortladı” masalını anlatanlarıhepsi, sadece psikolojik bir bozukluğun işareti olmayabilir. Bu işin içinde Türkiye’nin istikrarını ve büyümesini istemeyenlerin, kriz üretme merkezlerinin, servislerinin, adamlarının payını inkâr etmek onlara haksızlık olur!