“Palandöken Şiir Akşamları"nın başlatılması. Teklif bana sıcak geliyordu. Şairlerin uçakla gidiş gelişlerini İLESAM, Erzurum’daki misafirliği de üniversite üstlenecekti. Yönetim Kurulu'nda görüşülmüş, kabul edilmiş. Fakat Genel Sekreter Fehmi Paşa, Başkan Ahmet Sonel’in kafasına bazı soru işaretleri yerleştirmiş olmalıydı ki Sonel bir gün beni arayıp, bu işin gereksizliğinden söz ediyordu, Bir meslek birliğinin bu tür etkinliklerde yer alması gerektiğini anlattım. Söz döndü dolaştı, uçak paralarına geldi. Fehmi Paşa’nın bu durumun bizi zorlayacağını ifade etmiş olduğunu söyledi. Ben bunun doğru olmadığını belirttim. Mesele bir şiir programı için böyle bir harcamanın lüzumsuzluğu anlayışında düğümleniyordu.
Fehmi Paşa asker, Sonel Hoca hekim bakış açısı ile böyle düşünmüş olmalıydılar. Ben bundan dönüş yapmanın hoş olmayacağı görüşünde direndim. Sonel Hoca hiç beklemediğim bir çıkış yaptı: “Benden habersiz bir şeyler dönüyor…” deyince benim de ses tonum değişti. “Hocam, bir araya gelip konuşalım. Eğer siz bu iş olmasın diyorsanız, ben de sizin kafanızda ne olduğunu bilmediğin sorularınızı cevaplandırarak Başkan Yardımcılığından çekileyim…” cevabını verdim. Alınan bendim ama, Sonel Hoca da “Yahya beni ayağına çağırdı” diye algılamış ve alınmış. İstifamı yazıp Yönetim Kurulu gündemine aldırdım. Yönetim Kurulu gündemine aldırdım. Yönetim Kurulu oy birliğiyle istifamı geri çevirme eğilimi gösterince, bu defa Sonel Hoca bunu kendisine karşı bir tavır olarak değerlendirmiş, kendisi istifa etmişti.
Yönetim Kurulu’nun genel kurula kadar yeni bir başkan seçmesi gerekiyordu. Sadık Tural’ın başkanlığı düşündüğü bilgisi bana ulaşmıştı. Bende “olur” dedim, “Kendisini desteklerim ancak başkan yardımcılığından çekilirim.” İcraatı fiilen üstlenen zaten bendim. Şimdi böyle bir durumun bana biçilmiş ikinci adamlık konumuna sabitlendirmiş olacağı ortaya çıkıyordu.
Yönetim Kurulu da bunu anlamıştı ve Başkanlık görevini oy birliğiyle bana verme gereğini duymuştu.
Genel Sekreter Fehmi Arabacıoğlu benim başkanlığa gelmemle rahatladığını da açıkça dile getiriyordu, ama Sonel’le aramızdaki ters düşme durumuna sebep olanda da kendisiydi. Ben bu olayı geride bırakmak, Fehmi Paşa’yla çalışmak istediğinde olduğumu da kendisine ifade ederek o sayfayı kapattım.
Fehmi Paşa’yla zaman zaman memleket meseleleri üzerine sohbet de ediyorduk. Bir gün söz dönüp dolaşıp Arap dünyası konusuna gelmişti. Paşa konuşmasının bir yerinde şöyle diyordu: “Başkanım, ben Osmanlı’yı bir noktada hiç anlayamıyorum. 400 yıl o topraklara hükmediyor. Biraz geleceği düşünseydi, Kâbe’yi Arabistan dan Konya ovasına taşısaydı ne olurdu sanki. Şimdi Türkiye hem İslam âleminin merkezi olur, hem de büyük bir gelir kaynağını elinde tutmuş olurdu…”
Ne diyeceğimi bilemedim. Bir yandan bu emekli generali incitmek istemiyordum, bir yandan da ben bu anlayışın neresini nasıl düzeltebilirdim diyordum içimden… Ancak bu Kâbe’nin Konya Ovasına nakledilmiş olması gerektiği fikrine dâhiyane bir buluş gibi sarılması karşısında, "Paşam, kıbleyi kullar değil Allah tayin eder” demekle yetinip konuyu süratle değiştirdim.
(*) Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...