Bundan 2 ay öncesine kadar “Kobani Nere?” deseniz, bırakın uzak diyarları, ülkemizde dahi kimse bilmezdi.
Oysa kadim ismi Aynel Arab olan bu küçük kasabayı şimdilerde uzak ya da yakın herkes iyi biliyor. Fakat bazı şöhretlerin bedeli acıdır ya işte o bedel Kobani için de kat be kat fazlasıyla acı oldu.
Peki, “neden bu kadar acı oldu” derseniz, buna tek çırpıda ya da tek bir sebeple izah edecek bir cevap vermek elbette mümkün değil.
Bu günlere gelişimizin ve Kobani’nin stratejik bir çerçeveye bürünüşünün en önemli sebebi elbette Suriye’de ortaya çıkan otorite boşluğudur.
Bugün IŞİD o bölgede varsa bunun en temel nedeni burada oluşan hukuksuz, otoritesiz alandır. Ne yazık ki tabiat kanunlarında da bu böyledir. Hareket çok yoğun ortamdan az yoğun ortama doğru cereyan eder.
Bu gün o coğrafyada tam anlamıyla bir “orman hükmü” geçerli. Esed Suriye’deki ömrünü biraz daha uzatabilmek adına kendi topraklarını uluslararası güçlerin ve de adını İslam’la özdeşleştirmeye çalışan ama asla alakası olmayan, kuralsız ve sınırlardan yoksun bir şekilde “yok etme”ye odaklanmış bir terör örgütünün de at oynatma alanı haline getirdi.
IŞİD bu coğrafyada belki farklı radikal gruplarında desteğini alıyor gibi görünse de, aslında bu “yok etme” mantığı ile çalışan bir örgüt olma özelliği onu bu coğrafya ile ilgili emelleri olan uluslararası derin odakların amacına hizmet ettirmektedir.
Bu coğrafyanın hafızasın yakıp yıkarak yok etmek isteyen bu örgüt aslında “Paradigma Savaşları” mantığı ile değerlendirildiğinde, “yeni güç” haline gelmek isteyen paradigmalara alan açma çabası içerisindedir; ekonomik ya da siyasi. Tüm bu sebepler yanında Kobani’nin özel başka bir konumu daha var tabi ki; bölgedeki Kürt nüfus için.
Bura da kurulan Kantonların da bir “prototip” olması sebebiyle özel bir anlam yüklendi buraya. Dolayısıyla Kobani’nin Türkiye’yi yakından ilgilendirmesinin, bizim sınırımızda olmasından çok daha öte anlamı, ülkemizdeki bazı Kürt vatandaşların ve tabi ki genişleme ideali taşıyan ve her seferinde “aba altından sopa gösterme”yi tercih eden ayrılıkçı anlayışa yatkın Kürtlerin de buraya olan ilgileridir.
Bu sebeple de Çözüm Süreci açısından da bir tehdit unsuru gibi kullanıldı. Ortadoğu’nu pek çok yerini karmaşaya çeviren “üst akıl” elbette o coğrafyadan bağımsız düşünülemeyecek olan Türkiye’yi de bu vesileyle tekrar karıştırmak istedi. Daha önce defalarca denenen ama tutmayan o provokasyonlar bu defa yine etnik bir kışkırtmayla, buradan yapılmak istendi.
Oysa hem Kürtlerin hem de Türklerin yeteri kadar kargaşa içerisindeki bu coğrafyada çok daha akl-ı selim olmaları gerekir. Kriz olmadan akl-ı selim planlar yapabilmelidirler. Aksi halde kriz kapıya geldiğinde hiçbir nasihat fayda veremez. Hiçbir eğitim başarıya ulaşamaz. Zira o anlarda tek ve en güçlü eğitimi hatta (Allah korusun) en büyük dersi krizin kendisi verir. Tabi krizden sonraya taşınanlar ya da kalanlar olursa. Elbette belirli dersler de alınır; fakat çok büyük faturalarla.
Bundan önce nice faturalar ödendi zaten. Herkesin aklını başına alması ve hasarlar yaşansa da, en azından “konuşuyor” olabilmenin kıymetinin iyi bilmesi gerekir.
Çok geç olmadan…