Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı tablodan bir koalisyon hükümeti çıkar mı? Bu soru etrafındaki tartışmalar yapılırken genellikle şöyle bir kabulden hareket edildiği görülmektedir: Seçimde halk uzlaşma mesajı verdi. Aslına bakılırsa seçimde halkın bırakın böyle bir mesajı, herhangi bir mesaj verdiğini söylemek sadece bir yorumdur; seçimlerde bireysel olarak ortaya konulan tercihlerden kolektif bir düşünceyle hareket edilmiş gibi anlam çıkarmak, sadece sonuçlar üzerine dışarıdan yapılan bir değerlendirme olabilir.
Bazı anketçilerin ellerinde birtakım anket sonuçlarıyla ortaya çıkıp, halkın şöyle bir koalisyon istediğini söylemesi, bir partiye oy verdiklerini söyleyenlerin belirttikleri bazı özelliklerinden birtakım sonuçlar çıkarmaya kalkmaları ise oldukça şenlikli bir durumdur.
Neyin koalisyonu
Elbette ki mesele ciddidir ve sadece birtakım anket sonuçlarıyla hareket edilerek, sonradan ‘ne yapalım anketler böyle işaret ediyordu’ denilerek açıklanamayacak öneme sahiptir, bu sebeple de üzerinde analitik olarak durulması gereken bir konudur.
“İmparatorluktan günümüze Türk siyasal hayatına bakıldığında temel siyasal bölünmelerin ‘Batıcılık’-’yerlilik’ ekseninde oluştuğunu, bunun cumhuriyet döneminde önce ‘devletçilik-demokratlık’ sonra ‘kültürel muhafazakâr/politik yenilikçi’-’bürokratik statükocu’ şeklinde devam ettiğini görmek zor değildir.” Bu kutuplaşma oluşturduğu eksenlerin, toplumsal değişim süreçleriyle birlikte karşılık geldiği oranlar değişme eğiliminde olsa da, bugün hâlâ bu dağılımın her seçimde kendisini hissettirecek bir biçimde neticeye yansıdığını söylemek mümkündür. Demek ki seçimin önümüze koyduğu tabloda ilk olarak görülmesi gereken husus bu tarihsel ideolojik/kültürel bölünmenin devam ettiği meselesidir.
Koalisyon kültürü Batı demokrasilerinde, yerleşik hale gelmiş ve oldukça yaygın olan bir siyasi tablo yaratmıştır. Bunda Batılı ülkelerin sanayi toplumlarının farklılaşmış, çoğulculaşmış yapısal özelliklerinin önemli bir payı vardır. “Toplumsal yapıda yer alan sınıflar, kurumlar, ilişkiler ve ideolojilerin farklılaşmasının oluşturduğu çoğulculuk, partilerin de büyük ölçüde ‘kitlesel niteliklerinin’ kaybına yol açmıştır. Bu durumun, parlamenter siyasal sistemlerde kaçınılmaz bir şekilde koalisyonları siyasetin gündemine taşıdığını vurgulayarak, bir anlamda ‘yönetemeyen demokrasilere’ sebebiyet verdiğini söyleyebiliriz.”
Uzlaşma ve çatışma
Batı toplumlarında, siyasal bölünmelerin temellerinde toplumsal farklılaşmalar yer alırken, bizdeki temele ayrımın kültürel/ideolojik olduğuna dikkat çekmek lazımdır. Başından itibaren siyasetteki temel bölünmenin Batı-Doğu eksenlerinde oluştuğunu düşünürsek, koalisyon yapacak partilerin arasında seçim beyannamelerinde yer alan vaatlerden daha çok nerede durdukları, dünya görüşleri mühim hale gelecektir.
Siyasi partilerinin söylemlerinde, benzerlik olsa da durdukları siyasal/kültürel yerin önem kazanmasının, koalisyon kurma girişiminde belirleyici bir rolü olacağını tahmin etmek zor değildir. “Bugün muhalefet partileri arasında, seçimden birinci parti olarak çıkmış bulunan AK Parti’ye karşı, hele milletin doğrudan oylarıyla seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik birtakım yakışıksız ithamlarda bulunulması, bunların görüşmelerin ön şartı haline getirilmesi, bütünüyle millet iradesine karşı bir saygısızlık olduğu kadar, milletin seçme hakkına, demokratik meşruiyete karşı da bir saldırı niteliği taşımaktadır.” Bu bakımdan, Başbakan Davutoğlu’nun ‘Sn. Cumhurbaşkanımıza yönelik her saldırı bize yapılmış saldırıdır’ beyanı, sadece bir vefa meselesi değil, bir demokrasi savunmasıdır.
Türkiye’de partilerin dayandığı siyasal bölünmelerin kendisinin, ideolojik/kültürel eksenlerinin sağlıklı bir diyalog, müzakere ve uzlaşma, buradan da ‘sürdürülebilir bir koalisyonun’ engeli olduğunu söyleyebiliriz.