Kimin cumhurbaşkanı?

Abone Ol

Kimin cumhurbaşkanı olacağı tartışmasını sürdürmenin artık bir anlamı kalmamıştır. 
Başbakan Erdoğan’ın adaylığının açıklanmasından sonra daha ilk turda seçimi kimin alacağı da belli olmuştur diyebiliriz. O halde şimdi mesele cumhurbaşkanının kim olacağından çıkmış, cumhurbaşkanının ‘kimin cumhurbaşkanı’ olacağı halini almıştır.

Bilindiği gibi Türkiye’nin siyaset geleneğinde özelikle son iki yüzyılda devlet ve toplum arasında büyük bir mesafe oluşmuştur. Bunun sebebi açıktır: Devlet toplumsal zümreleri, sınıfları, sivil tolumu temsil etmiyorsa daha doğrusu onların siyasete katılımına izin vermediği gibi onları otoriter bir anlayışla yönetiyorsa, toplumun ideolojik yapısıyla, inanç sistemiyle, dünya görüşü ile çatışma halindeyse bu durumda toplumla arasında bir mesafenin oluşması kaçınılmaz bir sonuçtur.

Kısaca devlet topluma rağmen bir konumdaysa ve elindeki fiili güç kullanımı araçlarıyla toplumu baskı altına alıp onu bir nesne gibi kısmen veya bütünüyle değiştirmeye çalışıyorsa orada sadece mesafe değil aynı zamanda toplumla devlet arasında bir çatışmadan da bahsetmek gerekir. Türk siyasi kültüründe devletle toplum arasındaki çatışmaların büyük bir yer işgal ettiği bir dönemden bahsedebiliriz. Batılılaşmanın tarihi bir anlamda ‘düzenin yabancılaşması’, bir başka söyleyişle de ‘devletin yabancılaşması’dır. Devlet mekanizmasının beşeri boyutunu oluşturan unsurlar, Batılılaşma ideolojisi üzerinden devleti topluma karşı bir baskı ve şiddet mekanizması haline getirdikleri gibi uyguladıkları ekonomik ve sosyal politikalarla da kendi toplumsal müttefiklerini oluşturma yoluna gitmişlerdir. Bunda epeyce bir mesafe kat edilmiş olduğu bilinmektedir.

Bu ilişkiler Cumhuriyet döneminde daha keskin bir hâl almıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra giderek otoriter, tek partili bir siyasal yapıya doğru ilerledikçe devlet ve toplum arasındaki çatışma alanları genişlemiştir. 

1950 sonrası konjonktürün sunduğu imkanlardan doğan demokratikleşme süreci bir yönüyle toplumu yeniden devletle irtibat kuran ve zamanla devletin kuşattığı ve kapsadığı siyaset alanını topluma açan, toplumsallaştıran bir dinamik haline gelmiştir. Bunun kolay olmadığını, kolay ilerlemediğini biliyoruz. Devlet içinde örgütlenmiş zümreler, devlet içinde oluşmuş kurumsal yapılar ve devletin bu anti-demokratik yapısının dayandığı ideoloji bu sebepledir ki demokratikleşme sürecine kârı acımasız, zaman zaman da barbarca tepkiler vermiştir.

Bu tepkilerin anti-demokratik direncin, ortaya konulan refleksin netice itibariyle süreci durduramadığı için siyasal alanda ikili bir yapıya yol açtığını söyleyebiliriz. Bu ikili yapı devletin temel iktidar alanıyla onun kontrolünde, gözetiminde olan siyaset alanı ayrımına dayanmaktadır. Temel iktidar alanında anti-demokratik geleneği oluşturan beşeri unsurlar, ideoloji ve kurumlar vardır. Bunların sembolik, kurumsal hiyerarşisinin tepesinde ‘Cumhurbaşkanlığı’ müessesi bulunmaktadır. Siyaset alanında ise sivil unsurlar, onların siyasi temsilcileri hükümetler yer almaktadır. Basitçe ifade edersek bu ayrım devlet-millet farklılaşmasına tekabül etmektedir.  Bu nedenledir ki cumhurbaşkanlığına giden yol hep dikenlidir. ‘Devletlu zümreler’ orayı kimseyle paylaşmak istemezler.

2010 Referandumu bu anlayışı ve bu yapıyı parçalamıştır. Şimdi cumhurbaşkanını doğrudan halk seçecektir. Asıl fırtınanın şimdi başlayacağını söyleyebiliriz. Çünkü bu seçim sadece bir cumhurbaşkanı seçmekle kalmayacak, 20 milyondan fazla oy alarak seçilen geniş bir sivil ittifak ve meşruiyet zeminine dayanan cumhurbaşkanı toplumun taleplerini devletin tepesinde temsil edecektir. Bir başka söyleyişle bir siyasal dönüşümün eşiğinde durulmaktadır. Zaten fiilen yarı-başkanlık sistemine benzeyen yapı Türkiye’deki tarihsel bölünmeyi ‘topluma karşı devlet’ örgütlenmesine dayanan sorunun çözümüne imkân vermektedir.

Bu dönüşümü Türkiye’nin otoriterleşmesi olarak yorumlamak oldukça zorlamadır. İşin doğrusu otoriter anti-demokratik bir siyaset geleneğinin yarattığı devletten topluma doğru işleyen bir mekanizmayı toplumdan devlete doğru işleyen bir yapıya dönüştürmek olarak tanımlanabilir.