Kılıçdaroğlu'ndan müthiş bir "ayak oyunu"!

Abone Ol

Kemal Kılıçdaroğlu hakkında, pek çok insanda olduğu gibi birkaç yıl öncesine kadar bende uyanan ilk izlenim, dürüst bir politikacı olduğu idi. 

"İdi..."
diyorum, çünkü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğu 5 yıl öncesinde "verdiği" bir fotoğraf bu kanaatimi tamamen değiştirmiş idi. 

Dürüstlük deyince akla ilk gelen hususun parasal konular olması bir yanılsamadan ibaret değil midir? 

Dürüst insanın, eskilerin deyimiyle mümeyyiz vasfı, yeni deyimiyle "belirgin özelliği", kandırmamak değil midir? 

Peki Kılıçdaroğlu'nun fotoğrafına bakarken beni ve pek çok kişiyi hatta herkesi "kandıran" görüntü neydi? 

("Herkes kandı" demiyorum, "Herkesi kandırmaya çalıştı" diyorum, bu iki cümle arasındaki farkı da herkesin anlayacağını sanmıyorum!) 

Görüntü şuydu: Kılıçdaroğlu Altınşehir'e gitmişti. Amaç etrafa etraftaki bir miktar çamuru göstermek. E, haliyle kamera da çamura basan Kılıçdaroğlu'nun ayakkabısını çekecek... 

İşte o ayakkabı yırtık hatta "yırtık pırtık" olacak ki birileri "Helal olsun adama be, adamın ayakkabı alacak kadar parası yokmuş, demek ki rüşvet müşvet yememiş" diyecek olsun, oylar da hooop CHP'ye akacak olsun... 

Bunun adı resmen halkı kandırmak; çiğ, yoz ve sığ bir popülizmi kanatlandırmak değildir de nedir? 

Tamam, Kılıçdaroğlu bazı "ayak oyunları"nın mümtaz bir dedektifi olarak temayüz etti, haklı bir şöhrete kavuştu. 

Ama kendisine "Ayak oyunlarının peşine git" denilmiş olması, yırtık ayakkabısını göstererek, daha doğrusu göstermek için yırtık bir ayakkabı giyerek "ayak yapmasını" mı gerekli kılıyordu? 

Merak ediyorum, acaba "çamura basmak" için yırtık ayakkabı giyen Kılıçdaroğlu, "çamura yatmak" istediğinde bu kez yırtık pantolon ve ceket mi giyecekti?! 

Yani CHP'nin altı okundaki laiklik ilkesini dini toplumdan soyutlamak; cumhuriyetçilik ilkesini jakobenizm; milliyetçilik ilkesini ırkçılık; inkılapçılık ilkesini ise ihtilalcilik olarak evrilttiniz, tamam bunu kanıksadık. 

Ama halkçılık ilkesini de popülizm olarak sunma gayretkeşliğini pratiğe dökmek için bu kadar gayret etmek mi gerekiyordu? 

Hrant Dink'in de ayakkabısı delikti; delikti ama o ayakkabının kenarı değil altı delikti. 

Ki, Dink'in o yırtık ayakkabısı bir turnusol kağıdı, bir Mona Lisa tablosu, bir şeref beratı, bir haysiyet parafı, bir ar vesikasıydı. 

"Dost başa, düşman ayağa bakar"
dı ama Dink'i vuran düşman, ayağa değil direkt başına ateş etmişti. 

Hrant Dink'in yırtık ayakkabısı ile Kemal Kılıçdaroğlu'nun yırtık ayakkabısı arasında bir fark daha vardı, o da şuydu: 

O kurşun Dink'in kafatasını deldi, çünkü "tetiğe" basıldı. 

O kurşun ki ayakkabıdaki deliği gösterdi çünkü aynı zamanda o kurşun "deklanşör" görevi üstlendi. 

Kurşun kafatasından girdi, ayakkabıdan çıktı ve ayakkabıdaki o delik, ayaktan kalbe ve beyne giden bir tünelin "giriş kapısı" oldu. 

Allah sonunu benzetmesin, yanlış anlaşılmak da istemem elbette ama Dink'in kafasındaki kurşun ayakkabısındaki deliği işaret etmişti. 

Kılıçdaroğlu'nun ayakkabısındaki delik ise bana Kılıçdaroğlu'nun kafasını değil ama direkt "kafa yapısını" işaret etmişti!