Kendisi Bursa’da doğmuştur (1364). Babası şu meşhur Mehmet Çelebi'dir. Kendisine Çelebi ailesinden olma hasebiyle asil insan dersek yeridir. Öyle ki bu asil sülale Orhan Gazi ve Murat Hüdavendigâr dönemine ışık saçmanın ötesinde matematik, astronomi ve Hanefi mezhebi fıkıh âlimi yetiştirebilmiştir. Kimden söz ettiğimizi tahmin etmişsinizdir; o Kâdızâde Rûmî’den başkası değildir elbet.
Her ne kadar asıl adı Mûsa bin Mehmed bin Kâdı Mahmûd Efendi olsa da hem dedesinin hem babasının kadılık yapmış olmasına binaen, o hep Kâdızâde olarak anılacaktır. Derken Kâdızâde lakabı onda daha çok belirgin nişan olarak kalacaktır. İlk eğitimini babasının vefatıyla birlikte himayesinde büyüdüğü dedesi Koca Kâdı Mahmûd Efendiden almıştır. İşte bu ilk rahle-i tedrisat Mûsa için Bursa Medresesinin gözdesi olmaya yetmiştir.
Kaldı ki o, Osmanlı'nın değer verdiği Molla Fenârî gibi bir âlimin en gözde matematik, fıkıh ve astronomi öğrencisi olmayı başarır da. Nasıl gözde olmasın ki; kendi kabına sığmayacak bir talebe karşısında olduğunu hisseden Molla Fenârî icazetini verir vermez onu Horasan’a yönlendirmiş. O artık Orta Asya yolunda Rûmî ışığımızdır. Bu uzun yolculuğu hafifletme adına kız kardeşi bacılığın gereğini yerine getirir de. Bacıyan-ı Rûmî’ye de o yakışırdı zaten. Nitekim değerli ziynet eşyalarından bir kısmını heybesine koyup ardından gönül huzurluluğu içerisinde öyle uğurlar uzak diyarlara.
Belli ki bu sıradan bir yolculuk değil, bir çağı aralayacak yolculuk dersek daha doğru olur. Zira buralara gelir gelmez ilk iş ününü duyduğu Horasan’ın Cürcan şehrinde Seyyid Şerif Cürcân î’nin dizinin dibinde diz çöküp kelam, fen, mantık ve felsefe gibi bir dizi dersleri almak olacaktır, daha işin başında iken bile Hocasının zaaflarını görebilecek bir zekâya sahip olmakla dikkatleri üzerine çeker. O bundan sonra Mâverâünnehr yolcusudur. Bu sefer ki seyri seferinde Uluğ Bey gibi bir dev şahsiyeti yetiştirecek buralarda. Derken Uluğ Bey onunla bilge şahsiyet hüviyeti kazanacaktır. Anlaşılan; Diyâr-ı Rûm’dan (Anadolu) Diyâr-ı Milletle bütünleşmenin adıdır bu yolculuk. O artık bundan böyle Mûsa ismiyle değil Anadolu’dan hicret ettiği için Kâdızâde Rûmî olarak hükmi şahsiyetini ispat edecek. Kâdızâde künye olmanın ötesinde bilim yüklü bir Zişan, bir mana olarak hafızalarda yer edecektir.
Bursa’dan Semerkand’a gelmekle Timur’un torunu Uluğ Bey’e Hoca olmak şerefi ona ait bir namzet. Bu yüzden Timur’un oğlu Sahruh ona çok hürmet etmiştir. Nasıl hürmet görmesin ki; bir zaman Bursa Medresesine hayat veren bu el, bu sefer Semerkand’a değer katacaktır. Uluğ Bey Semerkandı başkent yapmakla kalmadı onu da kazanmıştır. Hatta kendisi için medrese ve rasadhâne inşa edecektir. Elbette ki buralara bir kuru dava için gelmedi, o ab-ı hayat içmek için geldi. İyi ki de inşa edilen medresenin başına getirilmiş, çünkü elinin dokunduğu her yer onunla hayat buluyordu. İlme çok âşıktı. Bu yüzden ilim yolunda bir talebenin kılına dokunmayı bile zül addederdi. Zira ilim kar beyaz çiçektir, leke kabul etmez. Şöyle ki; bir ara medresede bir sultanın sözüne bakaraktan müderrisin hiç yoktan uzaklaştırılmasına üzülüp inzivaya çekilmiştir. Neyse ki; Uluğ Bey hatasını telafi edip tekrar medresenin başına getirmeyi bilecektir.
Dahası o matematik, fizik gibi pozitif ilimleri astronomiye uyarlayabilecek deha olmanın yanı sıra, birçok ilimlerin yanında anılmak da ona ait bir keyfiyet. O artık Ali Kuşçu gibi bir ilim adamı da yetiştirecek. Bundan daha mühimi Şerhu Eşkâli-t Te’sis fil-Hendese şerhi bir başka anılmaya kayda değer bilgi hazinemiz olarak iz bırakacaktır. Nitekim o Semerkand’a geldiğinde birçok astronomi, cebir ve riyazet eserler şerh edilmiş olduğunu gördü, ama tüm yazılanlara nokta koymadı, bilakis daha da konuları genişletip derinlik kazandırdı. Düşünsenize böyle bir kabiliyete sahip insanı kim merak etmez ki. Biranda bilge insanların ilgi odağı olması onun nasıl bir insan olduğunu teyit ediyor zaten. Kaldı ki nice orijinal eserleri gölgede bırakmayı başaracak bir deha örneği ortaya koyar da. O eserler ortaya koymakla kalmamış ardından Ali Kuşçu gibi bir matematikçi, gökbilimci Fethullah Şirvani gibi yüzlerce ulema yetiştirip öyle ebediyete göç etmiştir.
Velhasıl, o Bursa da bir güneş misali doğdu, ilim yatağı Semerkand’da geçirdiği ömrün ardından birçok eserler bırakarak dünyaya gözlerini kapamıştır (1436). Her ne kadar Semerkand’a hüzün düşse de ışığı aydınlatıyor hâlâ.
Ruhu şad olsun.
Nisan 2013