Bakmayın öyle masa ile kasayı abarttığıma. Mümkün mertebe suya sabuna dokunmadan kıssadan hisse alarak üstü kapalı bazı meseleleri bu kelimelerde saklayarak izah etmeye çalışmak istedim. Bir ülke sevgisi, bir memleket (kent) sevgisi hiçbir şeye değiştirilemez. Çünkü bu sevgi bir tutkudur ve oraya aidediyeti ifade ve izah eder. Çok ilgi çekicidir ki bu sevgi maddi çıkarların çok ötesindedir. Benim memleketime olan sevgi de tıpkı bunun gibi bir şey. Bunu aşağıdaki Erzurum türküsünün bir kıtası ile nazire yapmak isterim:
Bunca diyar gezdim gözlerin için
Bunca diyar gezdim gözlerin için
Niye küstün bana el sözü için
Dilerim Allah'tan sızlasın için
Uyan sunam uyan derin uykudan
Başka bir olay için yazılmış olsa da benim özlemim uyanamayan ya da uyanması istenmeyen memleketim Bayburt içindir. Ne kadar çok hazinelerin gizli olduğu bu kentte maalesef ayak oyunları, koltuk sevdaları ve geleceğini bu kentin gelişmemesinde görenler benim içimi sızlatıyor. Ne diyeyim keşke kasadan ziyade kentimizi düşünebilsek...!
***
Kanaat apayrı bir fazilettir, anlayana ve uyana. Eğer mutluluğun satıldığı mekanlar olsaydı, tüm insanların o mekanlara üşüştüğünü ve pahalı fiyatlarla onu satın aldığını görürdün. Belaları gideren iki durum vardır: "Sadaka ve Sıla-i rahim" dir. Sadaka vermek ve almak herkese nasip olmaz. Sadakaların karşılığını hemen görmek de mümkün olmaz. Ne yazık ki çocukluğumuzdan beri görüp yaşadığımız ama benim hiç benimsemediğim hatta sıkıntı duyduğum durumdur sadaka vermek. Yolda, izde gördüğümüz isteyiciye (dilenci demeye dilim varmıyor), sadaka vermek ne zor bir iştir bizler için, bir de çok bilmiş gibi isteyiciyi azarladığımız, terslediğimiz, bu da yetmezmiş gibi "Allah versin" demek ukalâlıklarımız da olmuyor değil. Halbuki özellikle Batı ülkelerinde alenen müzik, fizik gösterileri hatta motorsiklet üzerinde kepçe ile isteyicilik yapılmasında isteyen verir, isteyen vermez ve hiç bir şekilde de sadaka vericiler tavır göstermezler. Bizim gibi dini duyguları yüksek memleket insanlarının nahoş tavır sergilemeleri hiç de hoş değil. Ah bu kasa sevgisi varya işte o bizlerin sanki ceplerinde akrep varmış gibi sadaka vermemizi nasıl da zora sokuyor. Aslında bizim örfümüzde "bir sadaka bin belayı defeder" diye de bir söz vardır.
***
Sıla-i Rahim ziyaret etmekle akrabalar sevindirir. Sevgi ve muhabbetin artmasına sebep olur. Bir Hint atasözünü de yeri gelmişken zikretmek istiyorum; "Kardeşinin salını karşıya geçirmeye yardım et, göreceksin ki sende karşıdasın". Tabi ki sıla-i rahim adı üstünde sıla: özlenen, gidilmesi gereken bir yer, rahim: açıklamaya gerek yok anlıyorsunuzdur, Yüce Allah'ın isimlerinden biri. Dinimiz o kadar güzel bir benzetme yapmıştır ki memleket özlemini ve sevdasını kutsallaştırmış. Muhakkak eş, dost, akraba ve yakınları ziyaret etmede manevi haz vardır. Ancak ne yazık ki son zamanlarda dini duyguların zayıflaması, örf ve adetlerin sorgulanır hale gelmesi ile bu ilişkiler zayıflamaya başlamıştır. Eli kalem tutan, ilmi ve fikri olan, yurtiçi ve dışındaki tüm Bayburtluların (varlıklı olanlar başta olmak üzere) bu güzelim kentimize sadece ziyaret için ya da sıla-i rahim için değil, bunu bir aya veya üç aya değil oniki aya yaymalı. O eski kışlar yok artık. Kimse de aç ve açıkta değil. Sanırım şu türkü Bayburt dışında yaşayan ve Bayburt'tan masa ve kasa (kese) beklemeyen hepimizin özlemidir:
Giderem Van'a doğru
Başka bir olay için yazılmış olsa da benim özlemim uyanamayan ya da uyanması istenmeyen memleketim Bayburt içindir. Ne kadar çok hazinelerin gizli olduğu bu kentte maalesef ayak oyunları, koltuk sevdaları ve geleceğini bu kentin gelişmemesinde görenler benim içimi sızlatıyor. Ne diyeyim keşke kasadan ziyade kentimizi düşünebilsek...!
***
Kanaat apayrı bir fazilettir, anlayana ve uyana. Eğer mutluluğun satıldığı mekanlar olsaydı, tüm insanların o mekanlara üşüştüğünü ve pahalı fiyatlarla onu satın aldığını görürdün. Belaları gideren iki durum vardır: "Sadaka ve Sıla-i rahim" dir. Sadaka vermek ve almak herkese nasip olmaz. Sadakaların karşılığını hemen görmek de mümkün olmaz. Ne yazık ki çocukluğumuzdan beri görüp yaşadığımız ama benim hiç benimsemediğim hatta sıkıntı duyduğum durumdur sadaka vermek. Yolda, izde gördüğümüz isteyiciye (dilenci demeye dilim varmıyor), sadaka vermek ne zor bir iştir bizler için, bir de çok bilmiş gibi isteyiciyi azarladığımız, terslediğimiz, bu da yetmezmiş gibi "Allah versin" demek ukalâlıklarımız da olmuyor değil. Halbuki özellikle Batı ülkelerinde alenen müzik, fizik gösterileri hatta motorsiklet üzerinde kepçe ile isteyicilik yapılmasında isteyen verir, isteyen vermez ve hiç bir şekilde de sadaka vericiler tavır göstermezler. Bizim gibi dini duyguları yüksek memleket insanlarının nahoş tavır sergilemeleri hiç de hoş değil. Ah bu kasa sevgisi varya işte o bizlerin sanki ceplerinde akrep varmış gibi sadaka vermemizi nasıl da zora sokuyor. Aslında bizim örfümüzde "bir sadaka bin belayı defeder" diye de bir söz vardır.
***
Sıla-i Rahim ziyaret etmekle akrabalar sevindirir. Sevgi ve muhabbetin artmasına sebep olur. Bir Hint atasözünü de yeri gelmişken zikretmek istiyorum; "Kardeşinin salını karşıya geçirmeye yardım et, göreceksin ki sende karşıdasın". Tabi ki sıla-i rahim adı üstünde sıla: özlenen, gidilmesi gereken bir yer, rahim: açıklamaya gerek yok anlıyorsunuzdur, Yüce Allah'ın isimlerinden biri. Dinimiz o kadar güzel bir benzetme yapmıştır ki memleket özlemini ve sevdasını kutsallaştırmış. Muhakkak eş, dost, akraba ve yakınları ziyaret etmede manevi haz vardır. Ancak ne yazık ki son zamanlarda dini duyguların zayıflaması, örf ve adetlerin sorgulanır hale gelmesi ile bu ilişkiler zayıflamaya başlamıştır. Eli kalem tutan, ilmi ve fikri olan, yurtiçi ve dışındaki tüm Bayburtluların (varlıklı olanlar başta olmak üzere) bu güzelim kentimize sadece ziyaret için ya da sıla-i rahim için değil, bunu bir aya veya üç aya değil oniki aya yaymalı. O eski kışlar yok artık. Kimse de aç ve açıkta değil. Sanırım şu türkü Bayburt dışında yaşayan ve Bayburt'tan masa ve kasa (kese) beklemeyen hepimizin özlemidir:
Giderem Van'a doğru
Yolum Iran'a doğru
Kes başım kanım aksın
Kadir kıymet bilene doğru.
***
***
Dünya yuvarlaktır der geçeriz. Halbuki insanların akledip, semavatı düşünmeye başladığından beri hep dünyanın ve gökyüzünün durumu hakkında kafa yormaya başlamışlardır. Nice alimler kainatın yaratılışı, gayesi ve pozisyonu ile ilgili sayısız akıl yürütmeler yapmışlar, rasathaneler kurmuşlar hatta Galile, Kopernik gibi ecnebi düşünürler ölümü göze almışlar. Bizde ise gözlem evi kuran, yaşatan ve ilerisini gören alimlere kâh eziyet etmişiz kâh da göklere çıkarmışız. İnanılır gibi değil son zamanlarda Suudi Arabistan’da âmâ bir bilgin dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyenler hakkında ölüm fetvası vermiş ve dünyanın düz olduğunu savunmuştur. İlim öyle bir hazinedir ki Mevlana'nın buyurduğu gibi “nasibin varsa alırsın karıncadan bile ders, nasibin yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters”. Ne diyelim ilim-irfan ehli, sanatçımız vs. sahneden çekilince ‘şebekler’ - şaklaban ve hokkabazlar her yeri işgal etme cüretini göstermektedir. Acı bir gerçeği sizinle paylaşmak isterim. Ama eminim ki hepimizin başından böyle olaylar muhakkak geçmiştir. Yıllar öncesiydi, İstanbul’da servis işletmeciliği yapan bir tanıdık birgün durumu kötüye gitti, servisleri de, şoförlüğü de bıraktı, anlayacağınız iflas etti. Aaa bir de baktım cam, çerçeve ve alüminyum doğrama işine başlamış. Hayrola dedim sen bu işten ne anlarsın, zor zanaat, Allah kolaylık versin. Bana hocam (bana hocam diye hitap ederdi) ne var bunda biz evvel Allah bunun da üstesinden geliriz. Evet üstesinden geldi ama 5-10 sene yaptığı işlerden dolayı yemediği zılgıt ve küfür kalmadı, üstelik kardeşler birbirine düştü ve ayrıldılar. Diyeceğim o ki bizde ne kanaat ne de had bilmek kalmadı. Hemen hemen herkes her konuda herşeyi biliyor. Gazete, tv ve internetten kulak dolgunluğu ve işittikleri ve gördükleri ile alleme oluyorlar. Bir İmam-ı Gazali, bir Katip Çelebi’yi düşündükçe bu kadar eser ve ilim saçan alimlerimiz boşuna mı derya oldular diye düşünüyorum. Hep ağzımıza pelesenk ettiğimiz hiç de dilden düşürmediğimiz ehliyet, liyakat ve tecrübe pazarda satılmıyor ki satın alalım. Kabiliyet, eğitim ve tecrübe ile elde ettiğimiz vasıflar şimdi pazarda satılır gibi sadece kullanılıyor. Gücün; kaba kuvvet ve maddiyata dayandırıldığı bir zamanda üzüntümüz üç beş kitap okuyan ya da okuyanı dinleyen, bir işyerinde ‘şebek’ gibi çalışan, bir bakıyorsun kasasıyla insanlara yönetici olacak gibi davranıyor. Allah encanımızı hayreyleye, amin.