Her insanın kendi yaptığı işlerle ilgili hayalleri vardır. Ben de bir hekim olarak kendi doğrularımdan hareket ederek bir bakış açısı geliştirdim, bir pencere açtım. 2010 yılının ilk günlerinde bu düşüncemi veya teorimi sizlerle paylaşmak istedim. Bu hayalim 1975’lerde başlar, yani hekimliğimin ilk yıllarında.
Aldığımız eğitimle insan vücudu hakkında kısmen bilgi sahibiyiz. Ve bu bilginin sınırları var, bilimsel olabilmesi için de bazı kurallar var. Fakat insan beyni ve düşünce sınır tanımıyor. Bilimsel olsa da olmasa da özgürlüğünü arıyor. Tıpkı insanoğlunun tüm yaşamında aradığı gibi…
Bilimde, özellikle tıp biliminde kurallar vardır. Herhangi bir düşüncenizin bilimsel olarak kabul edilmesi için bunun dünyadaki bazı tıp dergilerinde yayımlanması lazım. Bu tıp dergilerinin birçoğundaki makalelerin tamamen sektörün işleyişine uygun şekilde hazırlandığını ve kabul gördüğünü de unutmayalım.
Küçük bir örnek... 1968’li yıllar. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye Kliniği’nde merhum Prof. Dr. Emir Özkan vardı. Aynı bölümde çalışan Prof. Dr. Özkan Sandalcı ağabeyimden dinlemiştim. O sıralar hocalara ayrılan yataklar belli, bugün de olduğu gibi. Bu hocalara ayrılan yatakların hepsine ayrı ayrı FMF dediğimiz ailevi Akdeniz ateşi olan hastalar yatıyor. Bu hastaların tedavi süreleri belli… Özkan Ağabey’in anlattığına göre onların yataklarına yatanlar bir ayda çıkıyor. Prof. Dr. Emir Özkan’ın hastaları 10 günde. Prof. Dr. Emir Özkan’a soruyorlar: “Sen bu hastalara ne gibi ilaçlar uyguluyorsun?”
Emir Ağabey bu hastalıkta uygulanmayan farklı bir ilacın ismini veriyor.
Diğerleri de bu ilacı uygulatmaya başlayınca onların hastaları da kısa sürede taburcu oluyor. Prof. Dr. Emir Özkan’a şu öneriyi getiriyorlar: “Bu uygulamayı bir dergiye gönder ki bilimsel hale gelsin.” Onların zoruyla bu çalışma İsrail’de bir dergiye gönderiliyor. Gelen cevap: “Bilimsel bulunmamıştır.”
Aradan altı ay gibi kısa bir süre geçiyor. Altı ay sonra İsrailli bilim adamlarının Ailevi Akdeniz Ateşi’nde buldukları ilaç tüm dünyada kabul ediliyor. Bu, rahmetli Emir Özkan ağabeyimizin yıllardır uyguladığı ilaç.
Yani burada bir çifte standart var. Binlerce pırıl pırıl beyne sahip ülkemizdeki bilim adamlarının acaba kaçının yaptığı bilimsel çalışmalar “bilimsel değil” diye bu gibi yayınların kapısından çevrilmiştir? Bunu da sormadan geçemiyorum.
Şimdi gelelim benim kendimce oluşturup, geliştirdiğim kanser teorisine. Bu düşünce hiçbir bilimsel yayından alınmadı, tamamen bana ait.
Tüm yazılarımda belirttiğim gibi insan vücudu muhteşem bir yapı, hatasız çalışan bir büyük bilgisayar. İnsan vücudunun kendine zarar veren her şeye karşı bir tepkisi var. Bir tek vücutta oluşmaya başlayan kanser hücrelerine karşı yok! Tam tersine kanser hücrelerinin gelişimine yardımcı oluyor.
Bölünmelerinde onlara farklı davranıyor. En küçük bir virüse karşı her türlü tedbirini alan vücuda ne oluyor da ileride kendini yok edecek kanser hücrelerini baş köşede ağırlıyor?
Biz ne zaman farkına varıyoruz? Tümörün veya hücrelerin bulunduğu dokunun ve organın içinde sorunlar yaratmaya başladığı zaman. O bölgeyle ilgili sorunları vücut algıladığı zaman. Bu düşünceden yola çıkarsak, kendini korumaya programlı bu muhteşem bilgisayar, yani insan vücudu bu hatayı nasıl yapıyor? Demek ki oluşmaya başlayan kanser hücrelerini tehlikeli görmüyor.
Buradan şu sonuca gidebiliriz: İnsan vücudu gibi çok mükemmel bir yapının kendini korumada bir algılama hatası olduğu kesin. Bu hatayı düzeltmek için yapılabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik uyaranlarla bu konuda yapılan çalışmaların geliştirilerek devam edilmesinde fayda var.
Bu konuda bilimsel çalışma yapanlara bir pencere açtığımı umuyorum. Bu teori bilimsel dergilerden dönebilir. Bilimsel bulunmayabilir. Fakat insan sevgisi taşıyan bir hekimin yüreğinden ve beyninden geçen bir düşünce olarak bu teorimi kabul edin.
Temennim kanser hastaları için bir umut olabilir. Benim de sizlere 2010 armağanım olsun, başkasını veremiyorum. Çünkü sermayem bu…
Yeni yılın sağlık ve mutluluk getirmesi dileğiyle.
2010 / Ocak