Maalesef güvenlik sistemi toplumun gündeminde en son düşünülecek konu. Tevekkül yanımızdan mı, bilgisizlikten mi olsa gerek bu konularda duyarsız olduğumuz besbelli. Bu yüzden 'Tedbiri al takdiri Allah’a bırak' sözünü bir türlü hayatımıza geçiremedik.
Duyarsızlık ve kayıtsızlık hiç beklenmedik anımızda nice canları vurabiliyor. Hele güvenliğimizi zaafa uğratacak 'Bana dokunmayan bin yıl yaşasın' anlayışı bu toprakların kodlarıyla hiç bağdaşmaz, daha çok dayanışma bilincinden yoksun toplumlarda görülen nemelazımcı anlayıştır bu. Ama ne varki bu illet bize de bulaşmış gözüküyor, hele bu anlayış tavan yaptığında toplum güvenliğimizi zaafa uğratacağı malum. Dün nasıl ki bu topraklarda ‘Bir’ idik, ‘İri’ idik, ‘Diri’ idiysek bu günde nemelazımcılığa ve vurdumduymazlığa son verecek dirlik ve birlik projelerini yeniden hayata geçirmek pekâlâ mümkün. Kaldı ki boş ver mantığıyla nereye kadar varılabilir ki, o halde birlik ve dirliğimiz için hem içimizde hem dışımızda güvenliğimizi sağlama almak gerekir. Sağlama almak içinde toplumun devlete güven duyduğu, devletinde toplumun hizmetkârı olduğu sistemi tam teşekküllü oluşturmak şarttır.
Ülkemiz hala tarım toplumundan sanayileşmiş bilgi toplumuna geçiş sancısı süreci yaşayan bir ülke konumdadır. Geçiş sancısı süreci yaşarken bu arada güvenliğimizde sancılı geçebiliyor. İcabında tam manasıyla sanayileşmiş bilgi toplumu olamamanın bedelini güvenlik zafiyeti şeklinde ödeyebiliyoruz. O halde neydik edip bilgi çağına uyarlı modern güvenlik sistemini oluşturmanın yanı sıra bu iş için son derece kalifiye güvenlik elemanları yetiştirmeyi de ihmal etmemiz lazım. Öyle ya, taşeron ve ısmarlama usulü güvenlik sistemi anlayışıyla toplum olarak kendimizi nasıl güvende hissedebiliriz ki. Bikere güvenlik sistemi taşeron firmalara havale ettiğimizde ancak pansuman güvenlik tedbir almış oluruz. İlla ki uzun vadede kalıcı ve profesyonel güvenlik ağına ihtiyaç vardır. Zaten karşı karşıya kaldığımız yeni terör konsepti bunu gerektirir. Aksi halde güvenliğimizi tehdit eden 'Paralel İhanet Çetesi -DAEŞ-PKK-PYD-Mafya” türü terör örgütlenmesi gibi yapılardan daha çok dert yanarız. Mesela bu yapılardan parelel ihanet çetesi terör örgütü devletin adeta kılcal damarlarına sızaraktan neredeyse memlekette dinlemediği fişlemediği adam bırakmamış. Hem de bu işi yaparken de devlet imkânlarını kullanarak yapmışlar. Dedik ya güvenlik sistemi zafiyet kabul etmez, baksanıza adamlar bizim 'abdestli namazlı insanlardan zarar gelmez' iyi niyetimizden istifade sızmadıkları kurum bırakmamışlardır. Allah'tan fark edildiler de 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsünden kıl payı kurtulabildik. Hele şükür güvenliğimizi tehdit eden bu yapı üzerine başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere devletin tüm birimleri kararlı bir şekilde üzerine gidip artık inlerine girildiğine şahit olabiliyoruz. Yetmedi bu süreçte emniyet ve güvenlik birimlerimize sızmış bu yapının elamanları bir bir ayıklanıp emniyet ve güvenlik teşkilatımız sil baştan yeniden yapılanmakta bile. Tabii bunlar olumlu gelişmelerdir, ama yinede rehavete kapılmamak gerekir, çünkü bu ihanet çeteleri boş durmaz.
İster devlet ister şirketlere ait kuruluş olsun fark etmez, güvenlik sisteminin tam donanımlı kılmada çoğu kez maliyetten kaçma temayülü görülebiliyor. Oysa mal ve can güvenliğini sağlamada başta devlet olmak üzere tüm iş adamlarının boynunun borcudur. O halde üç kuruşun hesabını yapacağım diye toplum güvenliğini tehlikeye atmaya hiç kimsenin haddi yoktur. Kaldı ki bizim insanımız en iyisine layıktır, hiç durduk yere maliyetten kaçmakta nedir. Hele hele hassaten korunması gerektiren öyle kurumlar, kuruluşlar, firmalar var ki bunlarda da maliyet hesabı yapılırsa vay halimize, eylem planlayıcıların ekmeyine yağ sürüleceği muhakkak. Oysa tabiat boşluk kabul etmez, en ufak ihmalkârlık geri dönülmez ağır sonuçlar doğurabiliyor. Ama sonrası malum bunun ceremesini tüm toplum çekmekte. İşte belirttiğimiz bu tür gerekçeler ışığında en üst teknik donanımda güvenlik sistemi ağı oluşturmak bizim için asla lüks değildir. Artık şu da var ki şehirlerimizi bir köy gibi düşünemeyiz, köydeki dayanışma ruhunu şehirde aramaya kalkışırsak Kemal Sunal'ın 'Köyden İndim Şehire' filminde olduğu gibi şaşkın ördek oluruz. Madem kırsal kesimde ki dayanışma ağı şehirlerde yok gibi gözüküyor, o halde en üst seviyelerde güvenliğimizi sağlayacak yapıyı oluşturmak şarttır. Halen bugün olmuş tedbir almaksızın tevekkül anlayışıyla işi oluruna bırakarak güvenliğimizi çözeceğimizi düşünüyorsak ne mal, ne namus ne de can güvenliğimiz garanti altında olur. Belli ki atalarımız boşa dememişler “Kapını sağlam tut komşunu hırsız tutma” diye. İşte bu müthiş atasözü bizim için elzem olan güvenlik tedbirlerini daha da artırmamıza yeterli sebep teşkil edebiliyor. O halde kaderimizde ne yazılıysa o olur deyip meseleyi geçiştiremeyiz. Hiçkuşkusuz kaderde ne varsa o olur, ancak kadere iman etmek tedbirsizlik demek değil ki, bilakis tedbiri alıp takdiri Allah’a bırakmak kaderdir. Bakın, veli tabiatlı Abdülhamit Han sadece tevekkülle yetinmeyip dünyanın en gözde istihbarat teşkilatını kurarak çok önceden alınan istihbarı bilgilerle emniyet tedbirleri almış bir Ulu Hakanımızdır. Öyle ki onun oluşturduğu istihbarat teşkilatı sayesinde Devlet-i Aliyye’yi kurtlar sofrasında 33 yıl daha güvenli bir şekilde ayakta kalmasını sağlamıştır. İyi ki de 'Yıldız İstihbarat Teşkilatımız' vardı da hem iç hem dışta bizi yıkmak isteyen güçlerin hevesini boşa çıkartabilmişiz. Ama ne var ki Cennet Mekân Ulu Hakan tahttan indirilince istihbaratımız hak getire, bir anda Osmanlı hızla çöküş sürecine girer de.
Peki ya günümüz Türkiye’sinde güvenlik nasıl? Maalesef her şey pekte iç açıcı değil adeta terörle yatıp terörle kalkar haldeyiz. Baksanıza anarşizm sadece kırsal alanları hedef almıyor şehirleri ve metropolleri de vuruyor artık. Her ne kadar cadde cadde, sokak sokak mobesa kameralarla güvenliğimizi tehdit eden unsurlar kare kare izlensede bir bakmışsın tıpkı İstanbul Atatürk Havalimanına yönelik eylemde olduğu gibi birbiri ardınca üç canlı bomba canına kıyıp etrafa dehşet saçmakta. Düşünsenize havalimanında üç polisin fark etmesiyle canlı bombaların takibe alınmasına rağmen önce polislere sonra etrafa silah sıkaraktan canı pahalarına da olsa pimlerinin fünyesini çekip canlı bomba eylemi gerçekleştirebiliyorlar. Öyle ya, silahla ancak birkaç kişinin canına kıyılmakta, ama canlı bomba eylemi öyle değil tamda terör odakları açısından ses getirecek bir yöntemdir. Çünkü eylemin sonunda çok büyük kitlesel can kayıpların bilançosu ağır olmaktadır. İşte bu bilançoya baktığımızda yeni bir terör konseptiyle karşıya karşıya olduğumuzu fark ederiz. Madem her geçen gün acı kayıplar veriyoruz, o halde daha başka ağır bilançolarla karşılaşmamak için istihbarat ağımızı yeniden gözden geçirmekte fayda var. Hatta bu da yetmez kendi interpol güvenlik ağımızı kendimiz oluşturmalı. Zira dünyada pek çok istihbarat ağı birbirleriyle bilgi paylaşımını esergeyip elde ettiği duyumları kendisinde saklayabiliyor. Paylaşım olmayıncada pek çok istihbarat biriminin önceden haberdar olduğu bilgiyi diğer istihbarat birimlerinin gözünden kaçmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla bu gerçekler ışığında yeni istihbarat yapılanmamızı yeni terör konseptine göre yapılandırmak şarttır. Yetmedi Suriye gibi terörize olmuş ülkelere sızacak bir istihbarat yapılanmasına, yani DAEŞ gibi uluslararası alana yayılacak kabiliyete haiz terör örgütlerin içerisine girecek bir istihbarat ağına ihtiyaç vardır. Dedik ya yeni terör konsepti böyle bir istihbarat anlayışını gerektiriyor.
Duyarsızlık ve kayıtsızlık hiç beklenmedik anımızda nice canları vurabiliyor. Hele güvenliğimizi zaafa uğratacak 'Bana dokunmayan bin yıl yaşasın' anlayışı bu toprakların kodlarıyla hiç bağdaşmaz, daha çok dayanışma bilincinden yoksun toplumlarda görülen nemelazımcı anlayıştır bu. Ama ne varki bu illet bize de bulaşmış gözüküyor, hele bu anlayış tavan yaptığında toplum güvenliğimizi zaafa uğratacağı malum. Dün nasıl ki bu topraklarda ‘Bir’ idik, ‘İri’ idik, ‘Diri’ idiysek bu günde nemelazımcılığa ve vurdumduymazlığa son verecek dirlik ve birlik projelerini yeniden hayata geçirmek pekâlâ mümkün. Kaldı ki boş ver mantığıyla nereye kadar varılabilir ki, o halde birlik ve dirliğimiz için hem içimizde hem dışımızda güvenliğimizi sağlama almak gerekir. Sağlama almak içinde toplumun devlete güven duyduğu, devletinde toplumun hizmetkârı olduğu sistemi tam teşekküllü oluşturmak şarttır.
Ülkemiz hala tarım toplumundan sanayileşmiş bilgi toplumuna geçiş sancısı süreci yaşayan bir ülke konumdadır. Geçiş sancısı süreci yaşarken bu arada güvenliğimizde sancılı geçebiliyor. İcabında tam manasıyla sanayileşmiş bilgi toplumu olamamanın bedelini güvenlik zafiyeti şeklinde ödeyebiliyoruz. O halde neydik edip bilgi çağına uyarlı modern güvenlik sistemini oluşturmanın yanı sıra bu iş için son derece kalifiye güvenlik elemanları yetiştirmeyi de ihmal etmemiz lazım. Öyle ya, taşeron ve ısmarlama usulü güvenlik sistemi anlayışıyla toplum olarak kendimizi nasıl güvende hissedebiliriz ki. Bikere güvenlik sistemi taşeron firmalara havale ettiğimizde ancak pansuman güvenlik tedbir almış oluruz. İlla ki uzun vadede kalıcı ve profesyonel güvenlik ağına ihtiyaç vardır. Zaten karşı karşıya kaldığımız yeni terör konsepti bunu gerektirir. Aksi halde güvenliğimizi tehdit eden 'Paralel İhanet Çetesi -DAEŞ-PKK-PYD-Mafya” türü terör örgütlenmesi gibi yapılardan daha çok dert yanarız. Mesela bu yapılardan parelel ihanet çetesi terör örgütü devletin adeta kılcal damarlarına sızaraktan neredeyse memlekette dinlemediği fişlemediği adam bırakmamış. Hem de bu işi yaparken de devlet imkânlarını kullanarak yapmışlar. Dedik ya güvenlik sistemi zafiyet kabul etmez, baksanıza adamlar bizim 'abdestli namazlı insanlardan zarar gelmez' iyi niyetimizden istifade sızmadıkları kurum bırakmamışlardır. Allah'tan fark edildiler de 17 ve 25 Aralık darbe teşebbüsünden kıl payı kurtulabildik. Hele şükür güvenliğimizi tehdit eden bu yapı üzerine başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere devletin tüm birimleri kararlı bir şekilde üzerine gidip artık inlerine girildiğine şahit olabiliyoruz. Yetmedi bu süreçte emniyet ve güvenlik birimlerimize sızmış bu yapının elamanları bir bir ayıklanıp emniyet ve güvenlik teşkilatımız sil baştan yeniden yapılanmakta bile. Tabii bunlar olumlu gelişmelerdir, ama yinede rehavete kapılmamak gerekir, çünkü bu ihanet çeteleri boş durmaz.
İster devlet ister şirketlere ait kuruluş olsun fark etmez, güvenlik sisteminin tam donanımlı kılmada çoğu kez maliyetten kaçma temayülü görülebiliyor. Oysa mal ve can güvenliğini sağlamada başta devlet olmak üzere tüm iş adamlarının boynunun borcudur. O halde üç kuruşun hesabını yapacağım diye toplum güvenliğini tehlikeye atmaya hiç kimsenin haddi yoktur. Kaldı ki bizim insanımız en iyisine layıktır, hiç durduk yere maliyetten kaçmakta nedir. Hele hele hassaten korunması gerektiren öyle kurumlar, kuruluşlar, firmalar var ki bunlarda da maliyet hesabı yapılırsa vay halimize, eylem planlayıcıların ekmeyine yağ sürüleceği muhakkak. Oysa tabiat boşluk kabul etmez, en ufak ihmalkârlık geri dönülmez ağır sonuçlar doğurabiliyor. Ama sonrası malum bunun ceremesini tüm toplum çekmekte. İşte belirttiğimiz bu tür gerekçeler ışığında en üst teknik donanımda güvenlik sistemi ağı oluşturmak bizim için asla lüks değildir. Artık şu da var ki şehirlerimizi bir köy gibi düşünemeyiz, köydeki dayanışma ruhunu şehirde aramaya kalkışırsak Kemal Sunal'ın 'Köyden İndim Şehire' filminde olduğu gibi şaşkın ördek oluruz. Madem kırsal kesimde ki dayanışma ağı şehirlerde yok gibi gözüküyor, o halde en üst seviyelerde güvenliğimizi sağlayacak yapıyı oluşturmak şarttır. Halen bugün olmuş tedbir almaksızın tevekkül anlayışıyla işi oluruna bırakarak güvenliğimizi çözeceğimizi düşünüyorsak ne mal, ne namus ne de can güvenliğimiz garanti altında olur. Belli ki atalarımız boşa dememişler “Kapını sağlam tut komşunu hırsız tutma” diye. İşte bu müthiş atasözü bizim için elzem olan güvenlik tedbirlerini daha da artırmamıza yeterli sebep teşkil edebiliyor. O halde kaderimizde ne yazılıysa o olur deyip meseleyi geçiştiremeyiz. Hiçkuşkusuz kaderde ne varsa o olur, ancak kadere iman etmek tedbirsizlik demek değil ki, bilakis tedbiri alıp takdiri Allah’a bırakmak kaderdir. Bakın, veli tabiatlı Abdülhamit Han sadece tevekkülle yetinmeyip dünyanın en gözde istihbarat teşkilatını kurarak çok önceden alınan istihbarı bilgilerle emniyet tedbirleri almış bir Ulu Hakanımızdır. Öyle ki onun oluşturduğu istihbarat teşkilatı sayesinde Devlet-i Aliyye’yi kurtlar sofrasında 33 yıl daha güvenli bir şekilde ayakta kalmasını sağlamıştır. İyi ki de 'Yıldız İstihbarat Teşkilatımız' vardı da hem iç hem dışta bizi yıkmak isteyen güçlerin hevesini boşa çıkartabilmişiz. Ama ne var ki Cennet Mekân Ulu Hakan tahttan indirilince istihbaratımız hak getire, bir anda Osmanlı hızla çöküş sürecine girer de.
Peki ya günümüz Türkiye’sinde güvenlik nasıl? Maalesef her şey pekte iç açıcı değil adeta terörle yatıp terörle kalkar haldeyiz. Baksanıza anarşizm sadece kırsal alanları hedef almıyor şehirleri ve metropolleri de vuruyor artık. Her ne kadar cadde cadde, sokak sokak mobesa kameralarla güvenliğimizi tehdit eden unsurlar kare kare izlensede bir bakmışsın tıpkı İstanbul Atatürk Havalimanına yönelik eylemde olduğu gibi birbiri ardınca üç canlı bomba canına kıyıp etrafa dehşet saçmakta. Düşünsenize havalimanında üç polisin fark etmesiyle canlı bombaların takibe alınmasına rağmen önce polislere sonra etrafa silah sıkaraktan canı pahalarına da olsa pimlerinin fünyesini çekip canlı bomba eylemi gerçekleştirebiliyorlar. Öyle ya, silahla ancak birkaç kişinin canına kıyılmakta, ama canlı bomba eylemi öyle değil tamda terör odakları açısından ses getirecek bir yöntemdir. Çünkü eylemin sonunda çok büyük kitlesel can kayıpların bilançosu ağır olmaktadır. İşte bu bilançoya baktığımızda yeni bir terör konseptiyle karşıya karşıya olduğumuzu fark ederiz. Madem her geçen gün acı kayıplar veriyoruz, o halde daha başka ağır bilançolarla karşılaşmamak için istihbarat ağımızı yeniden gözden geçirmekte fayda var. Hatta bu da yetmez kendi interpol güvenlik ağımızı kendimiz oluşturmalı. Zira dünyada pek çok istihbarat ağı birbirleriyle bilgi paylaşımını esergeyip elde ettiği duyumları kendisinde saklayabiliyor. Paylaşım olmayıncada pek çok istihbarat biriminin önceden haberdar olduğu bilgiyi diğer istihbarat birimlerinin gözünden kaçmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla bu gerçekler ışığında yeni istihbarat yapılanmamızı yeni terör konseptine göre yapılandırmak şarttır. Yetmedi Suriye gibi terörize olmuş ülkelere sızacak bir istihbarat yapılanmasına, yani DAEŞ gibi uluslararası alana yayılacak kabiliyete haiz terör örgütlerin içerisine girecek bir istihbarat ağına ihtiyaç vardır. Dedik ya yeni terör konsepti böyle bir istihbarat anlayışını gerektiriyor.
Evet, silahla gerçekleştirilen terör eylemlerin etkisi bir kaç kişiyle sınırlı kalırken tahrip gücü yüksek canlı bombayla gerçekleştirilen eylemler öyle değil tam aksine anında tüm dünya televizyonlarında gündem oluşturup etki alanı sınırların ötesine taşmakta. Zaten bu tür metodla ne kadar kan dökülürse o kadar uluslararası marka terörist sektör olacaklarını hesap etmekteler. Terör odakları marka sektör olmaya çalışa dursun, bu arada biz ne yapıyoruz asıl ona bakmak gerekir. Hiç kuşkusuz bizim açımızdan her an karşılaşacağımız silahlı saldırı ve canlı bomba eylemlerine karşı güvenlik sisteminin kapasite durumu ya da tüm güvenlik birimlerin anında harekete geçme kabiliyetine haiz olup olmadığı çok daha önem arz etmekte. Şayet kurduğumuz güvenlik sistemi tam kapasiteyle gelen sinyaller doğrultusunda bizi anında harekete geçiriyorsa ne ala, geçemediysek bombalanan meydanların, bombalanan havalimanların, bombalanan işyerlerinin infilak edildiğinde içler acısı halini bir düşünün buna hiç bir can yüreğin dayanamayacağı muhakkak. Belli ki yükselen Türkiye’nin yıldızı parladıkça bizi rahat bırakmayacaklardır. Baksanıza dünyanın en büyük havalimanının yapım aşamasında bile daha şimdiden zinde odaklarının uykusu kaçmakta, keza Marmaray, Osman Gaziyi Orhan Gazi ile buluşturacak köprü, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, tüp geçitler gibi bir dizi yatırımlarda öyledir. Şunu unutmayalım ki su uyur düşman uyumaz, o halde her an uyanık ve tetikte olmamız icab eder.
İşte görüyorsunuz son derece teknik donanıma haiz güvenlik sistemine sahip olsakta bir takım ihmaller, bir takım aksamalar ve hızlı hareket edememe gibi zaafiyetler görülebiliyor. Hiç kuşkusuz dünyanın en donanımlı istihbarat güvenlik ağına sahip olsakta yüzde yüz güvenliğimiz garanti altındadır diyemeyiz. Zaten insanoğlunun keşfettiği icadlarda sıfır hata aramak abesle iştigaldir, şayet sıfır hata güvenlik sisteminden sözedeceksek ABD gibi bir süper devletin ikiz kule hadisesini yaşamaması gerekirdi, yine Avrupa’nın kalbi Brüksel’de ve Fransada bombaların patlatılamaz olması gerekirdi. Hele terör odakları eylem yapmayı kafaya koymuş olmasın bir şekilde boşluk bulup kurguladıkları sinsi planları her an, her zeminde, her mekânda gerçekleştirmeleri imkân dâhilinde olabiliyor. Burada önemli olan terör odaklarının daha harekete geçmelerine fırsat vermeden çok öncesinden güvenlik tedbirlerini almış olmamızdır. Aksi halde meydanı boş bulan terör odakları ya da nankör kedilere kendi ellerimizle ciğeri teslim etmiş oluruz. Teslim ettiğimizde olacak olan belli, kan ve gözyaşı selinden başka bir şeyle karşılaşmayız elbet.
Güvenlik sisteminin tam tekmil donanımlı olması gerektiğinden kastımız, hiç kuşkusuz caydırıcılığı hâkim kılmaya yönelik kasıttır. Her ne kadar tam tekmil oluşturulacak uluslararası standartlara uygun güvenlik sistemi tehlikeyi yüzde yüz tamamen ortadan kaldırmasa da tehdit unsurunu etkisiz hale getireceği muhakkak. Kaldı ki oluşturulan güvenlik sistemiyle her daim işler planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Bir bakmışsın teknik donanım tam takır çalışır halde ama ne var ki tam teçhizatlı güvenlik elemanı eksik kalabiliyor, ya da tam tersi tam teçhizatlı güvenlik elemanları kalifiye ama bu kez teknik donanım yetersiz durumdaysa ne işi yarar ki. İşte bir unsurun tam tekmil diğerinin aksar halde olması başımıza nice onarılmaz yaralar açmaya yetebiliyor. Hani şu meşhur Sabancı Center cinayeti olayı vardı ya, işte o olayda güvenlik zafiyetinin ortaya koyduğu sonuç ufkumuzu açmaya yetmişti. Düşünsenize Sabancı Center yüz milyara yakın tekabül eden paralar karşılığında güvenlik sisteme sahip bir kuruluş olmasına rağmen binanın 25. katında cinayet işlenebilmiştir. Evet, son derece teknik donanıma haiz bir bina görünümü verse de insan faktörü bir anda hesapları altüst edebiliyor. Öyle ki bina kamera sistemiyle donatılmış ama kapılarda alarm ve dedektör sistemi yoktu. El dedektörleriyle silah olup olmadığı tespit edilebiliyor olsa da onun da malum pratik kullanımı kâfi gelmeyebiliyor. Aslında kapı dedektörü bu iş için daha pratik çözüm olup silah sokamazsınız da. Her ne sebeple olursa olsun sonuçta terörist bont çantasıyla elini kolunu sallayıp rahatlıkla binanın 25. katına çıkıp eylem yapabilmiştir.
Türkiye’de çok sayıda özel güvenlik şirketi var ama bu şirketler güvenlik görevi ifa etmekten çok gözetim görevi yapmaktadır. Demek oluyor ki, güvenlik açısından kullanılan teknik donanım çok mükemmel olsa da şayet çok iyi eğitilmiş güvenlik birimi elemanlarına sahip değilsek vay halimize, bu tip güvenlik ağı vitrinlik olmaktan öte bir anlam ifade etmez. Tabii kalifiye eleman olmayınca bir bakmışsın milyar rakamlara mal olan güvenlik ağı işe yaramayabiliyor. Öyleyse tam teçhizatlı kalifiye güvenlik elamanların yetişmesine ağırlık vermekte fayda var.
Şu bir gerçek, ülkemiz hem iç, hem dış güçlerin ilgi odağı durumda. Dünyanın gözü bizim üzerimizde dersek abartmış sayılmayız. Nitekim dönemin CIA Başkanı CNN’de yaptığı bir konuşmada; Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte bundan böyle uluslararası ajanların Ortadoğu ve Türkiye’de cirit atacağını dile getirmesi manidardır. Bu yüzden bu konuşma güvenlik konusunda ne kadar titiz davranmamız gerektiğini, artık her yaşanan olayın ardından taziye demeçleriyle geçirecek vaktimizin olmadığının farkına varmamıza yetmiştir. Madem bu topraklarda ajanlar, muhbirler cirit atıyor, o halde devlet olarak tıpkı cennet mekân Abdülhamit Han’ın yaptığı gibi kendi gönüllü ajanlarımızı aynı usul ve yöntemle misilleme olarak devreye sokmak gerekir. Tabii tüm bunları yaparken de milli iradeyle iş başına gelen siyasi iktidarın bilgisi dâhilinde ve toplumun âli menfaatlerini gözeten istihbarat eşliğinde olması lazım gelir. Aksi halde vesayet unsurlar devreye girecektir.
Özellikle güvenlik sistemimizi tam tekmil oluştururken teknik düşünmenin yanı sıra toplumsal duyarlılığı geliştirecek projelerde ortaya koymalı. Bilhassa metropol şehirlerin büyük iş merkezlerinde öncelikle can güvenliğini sağlayacak sistemi yeniden yapılandırıp yeni terör konseptine göre dizayn etmek gerekir. Hele büyük şehirlerin genel durumuna baktığımızda ise güvenlik açısından kullanılan sistemin Çit sistemi olduğunu görürüz. Malum bu sistemin hafif temasla sinyal vermesi sayesinde üzerinde ya da çantasında silah ve patlayıcı madde bulunduran şüpheliyi ele vermeye yetiyor. Mobese kameralar sistemiyle de hem bina içi hem bina dışı rahatlıkla gözetlenebiliyor. Ancak bunlarla da yetinilmemeli, icabında güvenliğimizin kontrolü açısından giriş ve çıkışların kart şifresi sistemiyle donatılmış olmalı, hatta üst katlara sadece yöneticilerin çıkabileceği güvenlik sistem ağı da kurulmalıdır. Dahası el dedektörü yerine kapı dedektörleri kullanılması daha uygun olacaktır. Daha da yetmedi iyi yetişmiş kalifiyede teknik donanıma haiz güvenlik eleman sayısının artırılması icab eder. Yok, eğer bu gerçekleri göz ardı edip gerek teknik donanım maliyeti gerekse eleman istihdam maliyetinden kaçacağım hesabıyla güvenlik sistemini taşeron firmaya yükleyeceğim denirse bu tip pintiliklerle güvenlik sağlanamaz. Mutlaka sayıca kalifiye elemanların ağırlıkta olduğu bir güvenlik sistem ağına ihtiyaç vardır. Şu da var ki böyle bir sistem kurulduğunda güvenliğimiz yüzde yüz garantidir diyemeyiz ancak büyük ölçüde caydırıcı etkisi olacağı muhakkak.
Bakınız, dünyanın en güçlü istihbarat ağı olarak adından söz ettiren MOSSAD teşkilatı dahi İzak Rabin’in ölümüne engel olamamıştır. Terörü kim yaptı, kim yapmadı ayrı bir konudur. Önemli olan tehdit unsurlara karşı ne derece duyarlı olup olmadığımızdır. Şayet kendi dostlarımıza duyduğumuz duyarlılığın en az yarısını bu tip konulara ayırmış olsaydık belki de topyekûn toplum güvenliğimiz bu denli zaafa uğramamış olacaktı. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışıyla nereye varılabilir ki, oysa bugün dokunmasa bile yarın dokunmayacağı ne malum. Dolayısıyla kendi dostlarımızın dışında bir elim hadisenin acısını yüreğinde hissetmemiz gerekir. Hele toplumda güven aşınması ve zaafiyeti nüksetmeye dursun hertürden çetelerin cirit atacağı malum. Öyle güvenlik sistemi oluşturmalı ki güvenliğimizi güç bulmasın. Nasıl mı? İşte İtalya’da P–2 Mason locasıyla ilgili tartışmalar bir sır perdesini araladığı gibi savcıları harekete geçirmesine vesile olup devlet içinde odaklanmış Gladio örgütün varlığını temiz eller operasyonuyla ortaya çıkarmaya yetmiştir. Tabii benzeri örgütler sırasıyla bir başka ülkelerde de ortaya çıktı. İşte bu gerçekler eşliğinde devlet millet güvenliğini sağlamak adına gerektiğinde kendi istihbat elemanlarımızı inlerine girecek şekilde konuşlandırmak gerekir. Fakat bu demek değildir ki güvenlik adına devletin görevli istihbarat elamanları teröristlerle işbirliği yapıp insan canına kıysın. Hukuk devleti olmanın gereği gizliliği kabul etmekle beraber, halkın seçtiği siyasi iktidarın bilgisi doğrultusunda insan haklarını ihlal etmeksizin güvenliğimizi sağlamalı. Burada dikkat gerektiren husus güvenliğimizi sağlamak adına yürütülecek gizli operasyonların amacı dışında kullanılmamasıdır. Zaten amacı dışında kullanıldığında pis kokular er-geç bir şekilde ortaya çıkabiliyor.
Besbelli ki gizlilik bugüne has bir uygulama değil, tarihi süreçte vardı zaten, var olmaya devam edecekte. Mesela Osmanlı’da Hikmet-i devlet adına gizlik söz konusuydu. Devleti Aliyye ebed müddet ülküsü gereği bazı hassas meseleleri ifşa edilmezdi. Tabii Osmanlı bu gizliliği tebaanın güvenini sağlamak için yapmıştı. Öyle ki halk devlette ‘fenafiş-devlet’ olmuştu, devletse tebaasında ‘fenafiş-halk’ olduğundan karşılıklı aralarında güven vardı. Maalesef günümüz Türkiyesinde Osmanlıda olduğu gibi aynı duyarlılığı, aynı hassasiyeti göremeyiz, üstelik devletin kuyusunu kazmaya çalışan bir sürü sinsi adamda işin cabası olup mevzi almış durumdalar. Düşünsenize Bayır-Bucak Türkmenlerine yardım için yola koyulan MİT tırlarını durdurmaya yeltenen ihanet çeteleri mevzisinden çıkabiliyor. Gel de devletin sırlarını bu paralel yapılarla paylaş, olacak iş mi? Bu durumda ister istemez güvenlik tartışmalarını beraberinde getirmekte ve bu yüzden gizliliğin ihlali denen hadiselerde yaşayabiliyoruz. Güven müven hak getire, Tayyip Erdoğan’ın güven duyduğu kırk elemandan neredeyse yarısından çoğu bunlardan zarar gelmez dediğimiz malum cemaat mensuplarıydı. Gel gör ki bir bakıyorsun güven duyduğumuz bu insanlar devleti arkadan hançerleyip milletin adamı Tayyip Erdoğan'ın makamına böcek yerleştirebiliyor. Düşünsenize sana güven duymuş yanına almış, yeri geldi arabasında ailesiyle en mahrem konuları konuşabiliyor. Yeri geldi yerli ve yabancı heyetlerle telefon konuşmalar yapmakta, tüm bunları yakın korumaları ve güvendiği adamların yanında yapılacak aktiviteler, işte güven duyuyorsun ama nankörlüğünde bu kadarına pes doğrusu içlerinde malum okyanus ötesi maşalar nankör kedi rolüne girebiliyorlar.
Malum, Kontr-gerilla tartışmaları 12 Eylül öncesinde başlamış, bugünlere kadar taşınmış bir meseledir. Aslında gerilla tabiri bize ait kavram değil batıdan bize aktarılmış bir kavram. Gerilla tabiri içerisinde kodlanmış karşıt gerilla mücadele ise stratejik içerikli kitaplarda kontrgerilla olarak tanımlanır. Yani bir başka ifadeyle istenmeyen güçlerin önünü kesmek için harekete geçebilecek yetenekte gizli silahlı çevik güçler olarak da tanımlanır.
Peki ya Gladio? Aslında bu kavramda kontrgerilla kavramının bir değişik tür adlandırması olup, İtalya’dan sıçrayan yeni moda tabirdir. Sonuçta moda tabir olsada değişik isimler altında devlet içinde devlet görevi üstlenebiliyor. Ancak burada bu tür mekanizmaların devletten ve toplumdan kopuk bir yapılanma mı, kendi başına buyruk ya da yabancı istihbarat güçlerin kuklaları bir görev üstlenip üstlenmedikleri sorgulanıp dikkat edilmesi gerekir. İrdelenmesi gerekiyor da. Nitekim İtalya’da Gladio örgütü isminden çok P–2 adlı Mason örgütünün bir maşası işlev üstlenmesiyle dikkat çekmişti. Şayet Gladio, İtalyan ülküsünün idealleri uğrunda görev ifa etseydi bu konu o kadar önem arz etmeyecekti. Amacının dışında birtakım karanlık oyunların aleti olmak İtalya’yı adeta ayağa kaldırmıştır.
İtalya, Belçika, hatta İspanya’da nükseden bu ve buna benzer örgütlerin bizdeki adı bir bakmışsın Özel Harp Dairesi, Kontrgerilla, Ergenekon ve Paralel İhanet Çetesi olarak karşılık bulabiliyor. Bilhassa soğuk savaş dönemi kalıntısı komünizmin tehdit unsuru olduğu dönemlerde NATO ülkelerinin bu çerçevede Gladio benzeri yapılar kurması artık bir sır değil. Bizimde NATO üyesi olmamız hasebiyle bu tür yapılanmalara ister istemez tevessül etmişiz, bu kaçınılmazdı zaten. Burada önemli olan bu tür yapılanmamın milli iradenin emrinde yapılanması mühimdir. Bu yüzden devlet içinde devlet gizliliğinin var olması gayet tabii bir durumdur, yadırgamıyoruz. Yeter ki vesayetin emrinde bir yapılanma olmasın. Her şartta milli iradenin emrinde güçlü istihbarat teşkilatımızın varlığından gurur duymalıyız da. Dedik ya önemli olan bu birimlerimizin devletten ve toplumdan bağımsız, siyasi otoritenin üstünde rol oynamamasıdır. Öncelikle devlet-toplum barışıklığı olmazsa olmaz şartımız olmalıdır.
Hâsılı kelam güvenlik ve istihbarat konusunun bu denli önem arz etmesinin altında yatan sebep, nice insanların faili meçhul cinayetlere kurban gitmesi, etrafımızda mafya ve Ergenekon ve Paralel ihanet çetesi türü zinde güçlerin etrafımızda kol gezmesi, yeniden üniversitelerde öğrenci eylemlerinin yeniden kıvılcım almaya başlaması gibi hususlar yatmaktadır.
Evet, ortada oynanmak istenen bir oyun var ama bu oyunu bozacak güçlü iradede var, bu yüzden büsbütün de karamsarda değiliz. Çünkü bu feraset sahibi derin millet şimdiye kadar bin bir türlü belaları deruni basiretiyle yok edebilmiştir, evvel Allahın iziniyle daha nice belaların da üstesinden gelecekte. Yeter ki inancımızı yitirmeyelim, aydınlık şafaklar bizim için doğmaya hazır elbet, buna inancımız tam da.
Vesselam.