Büyük şairimiz Yahya Kemal, İstanbul fethi konusundaki bir şiirinde; "Bir âlem açan zaferlerin en genişi, İstanbul fethi Tanrının kutlu işi, Gün doğmadan evvel o güzel sâatde, On bin yiğidin Büyük Gedik’ten girişi." mısrâlarıyla büyük fethi özetler.
İstanbul fethi, şüphesiz Türk tarihindeki zaferlerin en genişi ve doğurduğu sonuçlar bakımından dünya tarihini değiştiren en büyük olaylardan biridir.
Türkler İstanbul’u alarak, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in ‘’İstanbul elbette fetholunacaktır, onu fethedecek emir ne ulu emir ve onun askeri ne mübarek askerdir.’’ müjdesini gerçekleştirmiş ve övgüsüne mazhar olmuştur.
Dünyada uzak ve yakın hiçbir milletin tarihinde ne Fatih büyüklüğünde bir hükümdar, ne de İstanbul fethi kadar büyük, şerefli ve benzersiz bir zafer vardır.
İstanbul fethi Türk ve İslâm dünyası için ne kadar büyük bir şerefse, Hıristiyan dünyası için o kadar büyük bir hezimettir. İstanbul’un fethinden sonra Haçlı dünyası, Haçlı seferlerinde olduğu gibi bir araya gelerek Türkleri Avrupa’dan ve İstanbul’dan atmak için Osmanlı Devleti’ne karşı bir koalisyon kurmuştur. Fatih Sultan Mehmet, bu koalisyona katılan 25 irili ufaklı devleti 16 yıl süren amansız bir mücadeleden sonra yenmiştir.
Haçlı dünyası aradan geçen 558 yıla rağmen; 1453’e, fetih dememekte, İstanbul’un düşüşü diye isimlendirmektedir. Haçlı-Batı,’’Fetih’’ kelimesini Türk milliyetçiliğine ait bir kelime olarak algılamaktadır. Yani İstanbul alınmadı, bir düşüş oldu, kalkış da olacak anlamında kullanmaktadır. Türkler Batı’ya yaranmak için ne yaparsa yapsın; Haçlı- Batı 1453’de İstanbul’u alan Türkleri bir türlü affetmemektedir.
Helenizm ve İstanbul
Batı’nın şımarık çocuğu Yunanlılar ise, Yunan ülküsü Helenizm’i canlı tutan Ortodoks Kilisesi ile Fetih’den bu yana İstanbul’daki Patrik eliyle Bizans geleneğini ayakta tutmak istemektedir.
Ortodoks kilisesinin tarihini yazan Yunan tarihçilere göre Patrik, Osmanlı idaresinde yalnız dini geleneği değil, aynı zamanda bağımsız millet varlığını temsil etmekte imiş. Bu tarihçilere göre Rum milleti, hiçbir zaman bağımsızlığını kaybetmemiş.(1)
Aslında bu saçma görüş, her Yunan’ın gönlünde günün birinde İstanbul’da Yunan bayrağını görmek hayaline dayanmaktadır. Bu, içinde Kıbrıs, İzmir, Trabzon’da olan Hellenizmin Grek İmparatorluğu hayalidir . Yunanlılar Haçlı Batı’nın desteği ile bu hayallerinin günün birinde gerçekleşeceğine inanmaktadır.
Batılı ve Yunanlıların İstanbul’a bu şekilde bakışı yanında bizi asıl düşündürmesi gereken içimizdeki bazı Batı yanaşmalarının ve milli hassasiyetleri olmayan bâzı kişi ve grupların İstanbul’a bakışlarıdır.
Son yıllarda Osmanlı padişahlarını, zaferlerini ve Türklerin İstanbul’da var ettiği medeniyeti küçümseyen, Türk toplumuna yabancılaşan bazı aydınlarımız İstanbul’un bir Türk şehri olarak görülmesine bile karşı çıkmaktadır.
Bunların en ünlüsü olan Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk,’’ İstanbul’’ adlı eserinde, Yahya Kemal, Tanpınar, Samiha Ayverdi gibi yazarlarımızı "Türk İstanbul" imgesi geliştirmekle eleştirmektedir. (2)
Pamuk’a göre bu yazarlar ‘’ İstanbul’un kozmopolit, çok dilli, çok dinli yapısını görmezlikten gelip, İstanbul’un ‘’ Türkleştirilmesine ‘’ ideolojik destek verdiler’’.(s.237)
Orhan Pamuk’a göre; ‘’Yahya Kemal’in İstanbul’u milletinin en büyük eseri olarak göstermesinin iki amacı vardır; Birinci Dünya Savaş’ından sonra mütareke yıllarında eğer İstanbul bir Batı sömürgesi olacaksa, bu şehrin yalnız Ayasofya ve kiliselerden ibaret olmadığını ve İstanbul’un Türk kimliğini de göz önünde tutulması gerektiğini sömürgecilere anlatmak, Kurtuluş Savaşından sonra ise Türklüğün yeni bir millet olmaya çalıştığının altını çizmek.’’(s.236)
Orhan Pamuk; Yahya Kemal ve Tanpınar’ın Osmanlı Medeniyeti’nin, hiç geri gelmemecesine çöktüğünü, yıkıldığını kavradıklarını belirtip onların bu yıkıntıya bakıp, geçmişten bahsedebilecekleri şiirsel bir bakış açısı bulduğunu söylüyor;. ‘’Büyük kaybın izlerinin yıkıntı halinde yaşandığı İstanbul onların şehriydi. Kendilerini yıkım ve yıkıntının hüzünlü şiirine verirlerse ancak kendilerine özgün bir ses bulacaklarını anladılar.’’(s.112)
Orhan Pamuk, Samiha Ayverdi gibi milliyetçi-muhafazakâr yazarlar için; ‘’ Paşalığın sorgulanmadığı, ailesinin ve maiyetinin töre ve geleneklere(tabiî ki bunlar alçakgönüllülük, itaatkârlık ve kanaatkârlık idi) bağlılıkların öne çıkarıldığı bir Osmanlı cenneti kurdular’’(s.246) demektedir. Yani Pamuk’a göre; aslında olmayan sahte bir cennettir bu.
Bu görüşler, adı Türk, kendisi Türk’e ve Türk kültürüne yabancı bir yazarın satırlarıdır. Orhan Pamuk ‘a göre; eski medeniyetimizden ve onun güzelliklerinden bahsetmek anlamsızdır.
Hâlbuki Yahya Kemal’in şiirlerinde hüzünlü bir ses yoktur. O şiirleri ve yazıları ile geçmiş medeniyetimiz ile günümüz arasında bir köprü kurar. Eski medeniyet ve kültürümüze ait güzellikleri sanatının merkezine yerleştirirken Orhan Pamuk gibi Batı karşısında aşağılık duygusuna kapılmaz. Batı ile eşit bir şekilde konuşur.
Romancı Ahmet Hamdi Tanpınar ise; ‘’Beş Şehir’’ isimli eserinde ‘’Bütün meselemiz budur; mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız; hepimiz bir şuur ve benlik buhranının çocuklarıyız; hepimiz Hamlet’ten daha keskin bir ‘’olmak veya olmamak’’dâvası içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayatımıza ve eserimize daha yakından sahip olacağız.’’ Diyerek geçmişimizle nerede ve nasıl buluşacağımızı’’ , eski medeniyetimizi bilmeden ve anlamadan geleceğimizi kurmanın imkânsız olduğunu anlatır. (3)
Sâmiha Ayverdi ise; ‘’Boğaziçi’nde Tarih ‘’ isimli eserinde yıkılan kültür ve medeniyetimizin yeniden doğacağına kesin olarak inanarak şöyle der; ‘’ Biz, bir târih, bir an’ane, bir görüş, bir nizam, bir üslûp, bir medeniyet kaybettik. Ama dirilişe inanıyoruz.’’(4)
1453’de atalarımız İstanbul’u aldıklarında yıkık dökük bir şehir buldular. Türkler kendi kültür eserleriyle bu şehri donatarak, bayındır bir hale getirdiler, İstanbul’un siluetini belirlediler. Yedi tepeli İstanbul’un her tepesinde bir büyük camimizin zarif minareleri gökyüzüne yükseldi. Tabiatla son derece uyumlu bu yapılarla İstanbul’da nerede mimari eser biter, nerede tabiat başlar anlaşılmazdı. Son yıllarda yapılan çirkin, yüksek yapılarla İstanbul’un görünüşü değiştirildi. Kültür ve doğa dokusu katledildi.
Sonuç / İstanbul, Hellenizmin değişmez hedefidir. Bu hedef için saldırı halinde olan Yunanistan’a Türkiye’nin dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri göstermesi bir anlam taşımamaktadır. Yunanlılara tavizler vererek onların Helenizm hedeflerinden vazgeçeceğini sanmak safdilliktir. Türk dış politikasında Lozan anlaşmasına rağmen Yunanistan’a tavizler verilmesi hep bizim zararımıza olmaktadır. Lozan’a rağmen; Adaların silahlanmasına ses çıkarmamak, kara sularının 6 mile çıkarılması, Fener Patriğinin Türk vatandaşı olmayan kimselerden seçilmesi hep böyle yanlışlardır.
Milli kültürden uzak bazı aydınların İstanbul’u bir Türk şehri olarak görmemesi ve Yunan hayranlığı ise Yunanistan’ın ekmeğine yağ sürecek husustur. İstanbul’un kültür ve doğa dokusu ise; çıkar peşinde koşan ve millî kültürden nasip almamış kişi ve siyasetçiler eliyle yok edilmektedir.
Dünyada bütün ülkelerin toprakları bir tarih çağında mutlaka bir millet tarafından fethedilmiştir Atalarımızın can vererek aldıkları, uğrunda kan döktükleri İstanbul, üstündeki kültür eserlerimizle öz be öz bir Türk şehridir ve kıyamete kadar öyle kalacaktır.
Fethi Mübin’in 558.yılında İstanbul için dileğimiz, Yahya Kemal’in şu iki mısrasında dile geliyor;
‘’Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın,
Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın.’’
__________________________________________________________
1) Halil İnalcık, Osmanlı, Timaş Yayınları,İstanbul, 2011
2) Orhan Pamuk, İstanbul, YKY,İstanbul,2003
3) Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, MEB, İstanbul,1989
4) Samiha Ayverdi, Boğaziçi’nde Tarih, Fetih Cemiyeti ,İstanbul, 1966
Mayıs 2011