Bu iktidar 12 yıl AB’ye gireceğiz dedi. 12 yılın sonunda uluslararası hukuk açısından hoş görülmeyecek bir üslupla o kapıyı kapattı. AB’ye üye olur veya olmazsınız. Ancak, imzaladığınız anlaşmalar sebebiyle AB ile ve bütün dünyayla insan hakları açısından daima kontrol edilir ve tenkit edilebilir bir halde yaşamak durumundasınız. Ülkenin genel görüntüsü; şahsa karşı ben bildiğimi yaparım diyen tek adamın yönetimidir. Saray inşaatını durduran mahkeme kararına “kimin gücü yeterse gelsin durdursun” diyen R.T. Erdoğan, her kademede devlet teşkilatı içerisinde hızla taklit tiplerini vücuda getirmiştir. Bugün normal vatandaşın sığınacağı bir hukuktan, hukukun koruyuculuğundan bahsetmek imkânsızdır. İktidara yakın kadroların örtü ve gizlenmeleri için polisler, savcılar ve hatta hâkimler değiştirilmekte böylece devletluları korunmak amacıyla “hukukun üstünlüğü” bir kenara itilerek “üstünlerin hukuku” benimsenmektedir.
Bir hakîm adam: “Tanrım ben düşmanlarıma karşı tedbir alırım. Sen beni dostlarıma karşı koru” diyerek dua ediyor. Bu duaya en çok muhtaç olanlardan birinin Sayın Erdoğan olduğuna inanıyorum. Bir milletvekilinin çıkıp “Allahın tüm vasıflarını üzerinde toplayan bir lider” demesi, bu çok tehlikeli dalkavukluğun örneğidir. Bir diğer AKP milletvekili yüce peygamberimize “gurura kapıldı” demek küstahlığını gösteriyor. Deliliğin sınırı yok. Bir diğeri de “Ben Hz. İbrahim’im, en küçük kardeşim Hz. Muhammed” diyebiliyor.
Ordu itibarına tırpan
AKP dönemi, manevi değerlerimizin israf edildiği bir dönemdir. Öncelikle tırpan, askerlerin itibarına vurulmuştur. Türk ordusunun güzide subayları, çoğunlukla Deniz Kuvvetleri mensupları olmak üzere akıl almaz iddia ve iftiralarla tutuklanmıştır. Kara ve Hava Kuvvetlerinin vatan savunmasında rolü inkâr edilemez. Ancak, Akdeniz’deki Yunan düşmanlığı, İsrail’in ihtirasları göz önüne alındığında geçen hükümetlerin en az Yunanistan ve İtalya kadar güçlü bir deniz gücünü ayakta tutma dikkati daha iyi anlaşılır. Bu güzide insanların sürüklendikleri hukuk fırtınası Anayasa Mahkemesi tarafından sona erdirilmiştir. Şimdi bu askeri kadroların yaraları nasıl sarılacak? Kayıpları nasıl karşılanacaktır? Şehit ailelerinin durumu, gazilere reva görülen muameleler, köy korucularının 2 bine ulaşan şehit sayısı karşısında hükümetin suskun tavrı kahramanların ve kahramanlığın israf edildiğinin delili değil midir? Yurdu için ayağını feda etmiş adamın takma bacak konusunda süründürülmesi hepimiz için utanç değil midir? Erdoğan’ın Türkiye’deki azınlıkları teker teker saydıktan sonra lütfen ve keremen Türk’ten bahsetmesi, iktidarları döneminde önde gelen manevi yıkımlarındandır.
Geçen yazımda Cumhuriyet’in kurduğu tesislerin nasıl yok pahasına satılıp, birilerinin zengin edildiğine değinmiştim. Satılan sadece onlar değil, kazandığımız zaferler, manevi değerlerimiz de satılıyor, heder ediliyor. İnşallah yalan veya yanlıştır; Çanakkale Savaşları’nın 100. Yılı sebebiyle yapılacak törenlere yabancı davetlilerin fazlalığı gerekçe gösterilerek halkın katılımı yasaklanıyormuş.
Milyarlar faiz lobisine
Bu iktidar döneminde uygulanan ekonomik model ne yazık ki yanlış ve verimsizidir. Bina yapmaya dayalı bir modelle ülkenin kalkındığı görülmemiştir. Ekonomide planlama başta olmak üzere yetkili ve etkili kurumları hizaya sokan iktidar devamlı bir biçimde Merkez Bankası’yla uğraşmaktadır. Önünü ve arkasını düşünmeden “faizleri düşürün” diyen Erdoğan’ın 12 yıllık iktidarı faiz lobisine 600 milyar lira öderken kamu yatırımlarına toplam 323,7 milyar lira ödenmiştir. Her yıl devlet kasasından ortalama 50 milyar lira dolayında kaynak, faiz lobisine aktarılmış, işsizlere iş, yoksula gelir, ekonomiye katma değer oluşturacak olan kamu yatırımları kısılmıştır. Yatırım ve istihdam işi özel sektöre bırakılmış, felaketler zinciri başlamıştır. AKP, kamu kesiminde mali istikrarı sağlamakla övünmektedir. Mali disiplin bozulur gerekçesiyle işçiye, memura, emekliye enflasyon tahribatını bile karşılamayan cüzi artışları uygun görmektedir. İnsanca yaşayacak geliri bu kesimlerden esirgeyerek israf etmektedir.
2002-2014 yılları arasında dış borç 129,7 milyar dolardan 396,8 milyar dolara yükselirken, iç borç ise 149,9 milyar TL’den 422,6 milyar TL’ye ulaşmıştır. Aynı dönemde, Türkiye’nin borç stoku ise toplam 388 milyar dolar artmıştır.
Türkiye bu dönemde dış borcunu 3 kat, iç borç toplamını ise 1,5 kat artırarak borçlanma yoluyla büyüdüğünü iddia etti. AKP iktidarında borçlanma ve özelleştirme gelirleri hesaba katıldığında bu dönemde 322,1 milyar dolar ve 272,7 milyar TL’lik bir ek kaynak sağlanmıştır. Ancak elde edilen bu kaynak vatandaşlarımızın gelirine adil bir katkı için düşünülmemiştir. Sosyal sınıflar ve bölgelerarası gelir dağılımı çok bozulmuştur.
Bu felaketli gidişi dosyalar dolusu belgeler halinde anlatabiliriz. Yeter ki işitecek kulak, çare bulacak irade ve gayret olsun.