Kitaplı, semavi olsun ya da olmasın, tüm dinlerin amacı, ahlâklı ve güzel insan yetiştirmektir.
Ahlâk norm, ilke ve kuralları, eski Yunan’dan bu yana vardır, dinlerin icadı değildir. Dinlerin birçoğu da aslında eski Yunan’dan yararlanmışlardır bu kuralları koyarlarken (buna İslam’da dahildir, ayet ve hadislerle birlikte Eski Yunan’dan da yararlanıldığına dair birçok İslami Kaynak vardır).
Peki nedir İslam’ın koyduğu ahlaki kural ve normların başlıcaları? Yalan söylemeyeceksin, aldatmayacaksın, kul hakkı yemeyeceksin, öldürmeyeceksin, komşun açken tok yatmayacaksın, paylaşacaksın, merhametli olacaksın, sabırlı ve uyumlu olacaksın, kanaatkâr olacaksın, israf etmeyeceksin, iyilik yapacaksın kötülükten sakınacaksın, rüşvet alıp vermeyeceksin, adaletten ayrılmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, elinden ve dilinden herkes emin olacak vb…
Bunlar kısaca, bunlar da, bunlar İslam’ın icatları değil, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da bunlar var, Zerdüşlük’te, Budizm’de, Bahailik’de ve bizim eski Göktanrı inancımızda da bu kurallar üç aşağı beş yukarı var…
Bu norm ve kuralların içselleştirilmesi, yaşama biçimi ve felsefesi hâline getirilmesine ise fazilet (erdem) diyoruz…
E peki bütün bunların gerçek hayattaki karşılığı ne? Bunlara uyuluyor mu? Uyulmuyorsa bir yaptırımı var mı? Hayır uygulanmıyor, uygulanması insanların ihtiyarına bırakılmış, bunlara uyar ve uygularsan sevap kazanıyorsun, uymaz isen günâh… Hesabı da öteki tarafta, ya ceza ya da ödül…
Bazıları bunların devlet ve şeriat yoluyla uygulanması durumunda bu dünyada da karşılık bulacağını iddia ediyorlar… Tarihte buna dair olumlu örnekler yok ne yazık ki… Asr-ı Saadet dedikleri döneme sığınıyorlar çoğu kez, oysa o dönemde de İslam Peygamberinin yakın çevresi, yakın çalışma arkadaşlarının da ahlâk kurallarına uymadıklarını (hem peygamberin sağlığında, hem de daha sonra) görüyoruz… Yani İslam Devleti bile olsa (böyle bir devlet şekli yoktur, hiç olmamıştır, bundan böyle de olmayacaktır), bazı ahlâk bozucu eylem ve davranışların cezai karşılığı yok, olanlarınki ise adalet üzere uygulanmamıştır. Hani meşhur bir söz vardır: “Edip eyleyen Kadı, kimi kime şikâyet edeyim” diye…
Daha çarpıcı bir örnek verelim: Ülkemizi 15 yıldır şeriatçılar yönetiyorlar. Ne rüşvet önlendi, ne haksız kazanç, ne kul hakkı yeme, ne adaletsizlik… Daha da çoğaldı ve dini kalkan ederek yapılmaya başlandı… Sorular çalındı, yandaşlar kayırıldı, haklar yendi… Bunların ahlâksızlık olduğu unutuldu, unutturuldu adeta; ahlâk deyince, camiden çıkmayan, dilinden dinsel söylemleri düşürmeyenlerin aklına hemen kadınların saçı ve kılığı geliyor, kadınları ne kadar çok örtersen, o kadar ahlâklı oluveriyorsun…
Ve bir eleştiri yok bu kesimler arasında, tartışma, yüzleşme, hesaplaşma yok… Yeme yedirme çevrimine girenlerin kimseyi görecek gözleri yok…
Eskiden, çok eskiden, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş, vb dönemlerinde ahlâklı ve erdemli insan yetiştirme işini tarikatlar üstlenmişlerdi, başarıyla da yapıyorlardı. Sonra bunlar yozlaştırıldı, soysuzlaştırıldı… Bugün bu tür oluşumlar birer çıkar örgütüdürler, buralardan ahlâklı değil itaatli-robot insan, homoekonomikus insanlar yetiştirilmektedirler.
Geriye ne kalıyor? Biz ne öneriyoruz peki? Geriye hukuk kalıyor, vicdan kalıyor, özgürlük, açık toplum, demokrasi, bilim-sanat-edebiyat üçlemesi ile yetişmiş ufku açık, bilgili bilinçli, hesap sorabilen, boyun eğmeyen insan yetiştirmek kalıyor…
Bu gerçeği görmezlikten gelip, ahlâk eşittir din, dindar olan ahlâklıdır, olmayan ahlâksızdır, din dışında ahlâk yoktur, en büyük ahlâkî davranış kadının saçını sımsıkı örtüp, olabildiğince sarıp sarmalamaktır sanırsak, fena aldanırız…
Ahlâk norm, ilke ve kuralları, eski Yunan’dan bu yana vardır, dinlerin icadı değildir. Dinlerin birçoğu da aslında eski Yunan’dan yararlanmışlardır bu kuralları koyarlarken (buna İslam’da dahildir, ayet ve hadislerle birlikte Eski Yunan’dan da yararlanıldığına dair birçok İslami Kaynak vardır).
Peki nedir İslam’ın koyduğu ahlaki kural ve normların başlıcaları? Yalan söylemeyeceksin, aldatmayacaksın, kul hakkı yemeyeceksin, öldürmeyeceksin, komşun açken tok yatmayacaksın, paylaşacaksın, merhametli olacaksın, sabırlı ve uyumlu olacaksın, kanaatkâr olacaksın, israf etmeyeceksin, iyilik yapacaksın kötülükten sakınacaksın, rüşvet alıp vermeyeceksin, adaletten ayrılmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin, elinden ve dilinden herkes emin olacak vb…
Bunlar kısaca, bunlar da, bunlar İslam’ın icatları değil, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da bunlar var, Zerdüşlük’te, Budizm’de, Bahailik’de ve bizim eski Göktanrı inancımızda da bu kurallar üç aşağı beş yukarı var…
Bu norm ve kuralların içselleştirilmesi, yaşama biçimi ve felsefesi hâline getirilmesine ise fazilet (erdem) diyoruz…
E peki bütün bunların gerçek hayattaki karşılığı ne? Bunlara uyuluyor mu? Uyulmuyorsa bir yaptırımı var mı? Hayır uygulanmıyor, uygulanması insanların ihtiyarına bırakılmış, bunlara uyar ve uygularsan sevap kazanıyorsun, uymaz isen günâh… Hesabı da öteki tarafta, ya ceza ya da ödül…
Bazıları bunların devlet ve şeriat yoluyla uygulanması durumunda bu dünyada da karşılık bulacağını iddia ediyorlar… Tarihte buna dair olumlu örnekler yok ne yazık ki… Asr-ı Saadet dedikleri döneme sığınıyorlar çoğu kez, oysa o dönemde de İslam Peygamberinin yakın çevresi, yakın çalışma arkadaşlarının da ahlâk kurallarına uymadıklarını (hem peygamberin sağlığında, hem de daha sonra) görüyoruz… Yani İslam Devleti bile olsa (böyle bir devlet şekli yoktur, hiç olmamıştır, bundan böyle de olmayacaktır), bazı ahlâk bozucu eylem ve davranışların cezai karşılığı yok, olanlarınki ise adalet üzere uygulanmamıştır. Hani meşhur bir söz vardır: “Edip eyleyen Kadı, kimi kime şikâyet edeyim” diye…
Daha çarpıcı bir örnek verelim: Ülkemizi 15 yıldır şeriatçılar yönetiyorlar. Ne rüşvet önlendi, ne haksız kazanç, ne kul hakkı yeme, ne adaletsizlik… Daha da çoğaldı ve dini kalkan ederek yapılmaya başlandı… Sorular çalındı, yandaşlar kayırıldı, haklar yendi… Bunların ahlâksızlık olduğu unutuldu, unutturuldu adeta; ahlâk deyince, camiden çıkmayan, dilinden dinsel söylemleri düşürmeyenlerin aklına hemen kadınların saçı ve kılığı geliyor, kadınları ne kadar çok örtersen, o kadar ahlâklı oluveriyorsun…
Ve bir eleştiri yok bu kesimler arasında, tartışma, yüzleşme, hesaplaşma yok… Yeme yedirme çevrimine girenlerin kimseyi görecek gözleri yok…
Eskiden, çok eskiden, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş, vb dönemlerinde ahlâklı ve erdemli insan yetiştirme işini tarikatlar üstlenmişlerdi, başarıyla da yapıyorlardı. Sonra bunlar yozlaştırıldı, soysuzlaştırıldı… Bugün bu tür oluşumlar birer çıkar örgütüdürler, buralardan ahlâklı değil itaatli-robot insan, homoekonomikus insanlar yetiştirilmektedirler.
Geriye ne kalıyor? Biz ne öneriyoruz peki? Geriye hukuk kalıyor, vicdan kalıyor, özgürlük, açık toplum, demokrasi, bilim-sanat-edebiyat üçlemesi ile yetişmiş ufku açık, bilgili bilinçli, hesap sorabilen, boyun eğmeyen insan yetiştirmek kalıyor…
Bu gerçeği görmezlikten gelip, ahlâk eşittir din, dindar olan ahlâklıdır, olmayan ahlâksızdır, din dışında ahlâk yoktur, en büyük ahlâkî davranış kadının saçını sımsıkı örtüp, olabildiğince sarıp sarmalamaktır sanırsak, fena aldanırız…