İŞGALDEN KURTULUŞUN SONRASINDA BAYBURT’UN AHVALİ

Abone Ol

Bugün 21 Şubat 2022, güzide şehrimiz Bayburt’un Rus işgali ve Ermeni mezaliminden kurtuluşunun 104. yıl dönümü. Aziz şehitlerimizin ruhları şâd olsun. Kurtuluş günü vesilesiyle sizlere Osmanlı Arşivinde bulduğumuz, yeni bir belgeye göre Bayburt’un 1918’deki ahvalinden bahsedeceğim. Kaynağımız, işgalin bitimi ardından memleketlerine geri dönen Abdullahzade Ziya, Necip Beyzade Ahmed, Hacı Hasanzade Abdullah, Velizade Osman, Hacı Hafızzade Nazım ve diğer bazı isimlerden oluşan bir grup Bayburtlunun 15 Haziran 1918’de İçişleri Bakanlığına sevk edilmek üzere Erzurum Valisi Münir Bey’e gönderdikleri bir telgraf metni. Ancak buna geçmeden önce kısa bir tarih turuna çıkarak, 1918’de Osmanlı’nın genel durumunun panoramasını çizmek gerek.

Malum olduğu üzere, dünyayı kasıp kavuran, imparatorlukları deviren büyük cihan harbi 1914’te başlayıp aralıksız dört yıl sürdü. Almanya ile birlikte müttefikler safında yer alan Osmanlı Devleti, başta Çanakkale ve Kutülamare olmak üzere bazı cephelerde zafer kazanmış olsa da nihayetinde mağluplar arasında yer aldı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile mağlubiyeti tescillendi. Özetle 1918’de ülkenin genel ahvali bu şekilde idi. Peki Bayburt’ta durum nasıldı? 

Gerçekte, Bayburt’ta da durum hiç de iç açıcı değildi. Çünkü Bayburt, 16 Temmuz 1916’dan itibaren Rus işgaline girmiş ve neredeyse iki yıl büyük sıkıntılar çekmişti. Esasında Bayburt şehri için Rus işgali ilk değildi. 88 yıl evvel yani 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı esnasında yine Ruslar tarafından işgal edilmişti. Tarihî kale, bu süreçte büyük tahribat görmüştü. Sonunda barış imzalanınca Ruslar geri çekilmiş ve böylece Bayburt ilk işgalden kurtulmuştu. 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde işgale uğramadı, lakin savaşın sosyo-ekonomik ağırlığını diğer şehirlerle birlikte Bayburt da yaşadı. Ve tarihler 1916’yı gösterdiğinde Kafkas cephesinden harekete geçen Rusların ikinci defa işgali başladı. İki yıla yakın bir süre hürriyetinden mahrum kaldı. İşgal, Rusya’da çıkan ihtilal ve Bolşeviklerin yönetime gelişleri ardından alınan geri çekilme kararıyla sona erdi. Ancak bu defa sahneye Ermeni çeteciler çıktı. Ruslar, giderken Bayburt’u Ermeni çetecilerin kaderine teslim etti. Arşak David’in başını çektiği fesat grupları hem şehirde hem de köylerde büyük zulümler yaptı. Nihayet Bayburt, 21 Şubat 1918’de Türk ordusunun şehre girişiyle beraber işgalden ve mezalimden kurtuldu. Tekrar özgürlüğüne kavuştu. Bayburtluların bu süre içerisinde yaşadıkları, bu satırlarda anlatıldığı kadar tabi ki kısa sürmedi. Belki her bir dakika, bir ay gibi geldi. Neler çekmedi Bayburtlular. Asırlardan beri yaşadıkları yerlerinden yurtlarından ayrılmak zorunda kaldılar. Bir anda macir (muhacir) oldular. Vatanı terk edişin acısını, ayrılığın hüznünü, gurbetin kederini, sevdiklerini yollarda kaybedişin ızdırabını birlikte yaşadılar.

Rus işgali başladığında göç göç olup kafilelerle yollara dizilen, Sivas, Çorum, Yozgat, Tokat ve Kayseri gibi iç bölgelere hicret eden Bayburtlular, 21 Şubat’ta kurtuluş haberini duyduklarında sevinçten çılgına döndüler. Geri dönüşün heyecanı sardı herkesi. Bayburt macirleri, 1918’in ilk bahar ve yaz aylarında tekrar kafilelerle yollara dizildiler. Giderken sinelerine işleyen umutsuzluktan kurtulup, sılaya kavuşmanın tarif edilemez duygusuna kapılmışlardı. Bu yüzden dönüş yolu heyecanlıydı.  Ancak her birinin kafasını kurcalayan, cevap bekleyen bir soru vardı? Acaba memleket ne haldeydi? Vardıklarında ne ile karşılaşacaklardı? İşte bu soruların cevabını, yukarıda bahsettiğimiz arşiv vesikasında bulduk. Kurtuluşun hemen sonrasında memleketine dönen bir grup Bayburtlu, yaşanan durumu Erzurum Valiliğine çektikleri bir telgrafta dile getirmişlerdir. 

Telgrafın mahreci yani çıkış yeri Bayburt, numrosu 442, tarihi 15 Haziran 1918 idi. Bayburtlular iki yıl boyunca yaşadıkları zorlukları, suyun bâr-ı sıkleti (ağırlığı), hicretin elem felâketi olarak nitelediler. Bütün bu felaketlerin ardından sırf vatan muhabbetiyle aç ve çıplak olarak yurtlarına geri döndüklerini ifade ettiler. Ancak yolda kafalarını kurcalayan sorunun cevabından ne yazık ki kaçamadılar. Kendi ifadeleriyle ne barınacak bir mesken, ne acılarına son verecek bir merhem bulamamışlardır. Bayburtlulara göre, memleket baştan ayağa harap durumdadır. Bir aydan beri şehre geri dönen, barınacak mesken bulamayan, sokaklarda kalan, acından ölenlerin imdadına kimse koşmuyor.  Hükümetin herkese dağıttığı yardımlar bile ne yazık ki yoktur. Bayburtlular o denli bunalmışlar ki; imdat çığlıkları duyulsun diye şöyle feryat etmişler: Eğer Bayburt, vatanın bir parçasıysa ve bizler bu milletin bir ferdi isek (Bayburd, ecza-yı vatandan, biz yek efrad-ı milletten isek) Allah aşkınıza imdadımıza yetişin… Kurtuluştan yedi yıl sonra Bayburt’a gelen İctihad Gazetesi muhabirinin gözlemleri de 1918’den çok farklı değildi. Şehirde ve köylerde baş gösteren ciddi sağlık problemleri vardı.

İşte Bayburt’un işgal sonrasındaki hali pürmelali bundan ibaretti. Aslında 1828-29’da yaşanan tahribatın bir benzeriydi yaşananlar. O vakitleri 

Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş,
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı… 

Şeklinde ne güzel tasvir etmişti Şair Zihni. İşgal ve sonrası dönemi ise herhalde en iyi resmeden kişi, hiç görmediği halde Zihni’nin Bayburt şiirinden ilhamla dizelerini kaleme alan Orhan Şaik olsa gerek… Sözü şaire verince bize de susmak düşer. Allah bir daha acı günler yaşatmasın bu aziz millete… diyerek şairin dizeleriyle baş başa bırakalım…

Sıla diye vardım gurbete düştüm
Gurbetten de beter buldum Bayburt’u 

Kavuşmak istedim hasrete düştüm
Tâ bağrımda tüter buldum Bayburt’u.

Sılam bana ses vermiyor küs müdür?
Dağdan dağa bir perişan ses midir?