İnsanlığın sürekli hız kesmez yükselen ihtirasları yüzünden, insan insanın kurdu olmuş durumda. Maalesef benlik histerisi insan ruhuna öyle nüfuz etmiş bir halde ki, adeta bulaşıcı virüs gibi tüm insanlığı kuşatmış gözüküyor. Nasıl ki bir virüs sinsi sini ilerleyip tüm vücudu istila ettiğinde o vücut kolay kolay iflah olmaz ya, aynen öylede benlik hastalığı diyebileceğimiz kibirlenme krizine tutulmak ise o toplumun bir daha iflah olmayacak derecede içten içe çökmesi demektir.
Baksanıza nicedir ‘Biz’ kelimesini lisanımıza almaz olduk, maalesef bu kelimenin yerine lisanımızda artık ‘Ben’ kelimesi var. Tabii kendini beğenmişliğin ifadesi diyebileceğimiz bu kelime dilimize yerleşince ister istemez küçüğünden gencine, gencinden büyüğüne, büyüğünden yaşlısına kadar hemen herkes egosunu tatmin etmek için yarışır hale geldi. Hadi bu yarışın kazananı alt tabakadan delikanlılık havasında veya gösteriş hevesinde olan küçük egocuk kesim kazansa belki gam yemeyiz, kazananı tahmin etmişsinizdir en üst kaymak tabakadan benlik davasında zirve yapmış küresel baronlar ve insan kurdu canavarlar kazanmakta habire. Buna ister üst akıl diyelim ister insan kurdu canavarlar diyelim hiç fark etmez insanlıktan nasiplenmemiş oldukları o kadar her hallerinden besbelli ki, kendi alt tabakada ki alt ben hayranlarını bile köle yapmaktan çekinmeyen insanlıktan nasip almayan mahir usta canavarlardır.
Peki ya, kendilerini örnek almayıp onurlu duruş sergileyenler karşısında ne yaparlar? Hiç kuşkusuz kendilerine hayran olmayıp köle edemediği kesimler karşısında ise “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diyecek derecede pişkindirler. Yetmedi ferman padişahındır ültimatomuyla gözdağı verecek tiplerdir. Tabii burada ferman padişahındır ifadesinden kastedilen elbette ki bizim başbuğ hakanlarımız ve padişahlarımız değil, bilakis dünyayı Lordlar ya da Avam kamarasından yöneten küresel baronlar, küresel Soroslar ve küresel insan avcılarını kastediyoruz elbet. Baksanıza modern çağ dedikleri çağ, aslında Soros’a, küresel aktörlere, İngiliz kraliyet ailesinin çıkarlarını gözetmeye yönelik bir çağdır. Şayet bu aktörlerin hizmetine amade olunursa ne ala, yok eğer tekerleklerine çomak sokmaya kalkışılırsa sen misin bunu bize yapan hemen hakkında gelinmeye kalkışılıp dünyayı o onurlu duruş sergileyenlere zindan edeceklerdir. Hem nede olsa onurlu duruş sergileyecek insanların nesli tükenmiş sayılır da, bu durumda niye zindan etmesinler ki. Artık devir onların devri, baksanıza ego düşkünü bir sürü insan meşhur olmak için etraflarında pervane olup modern köle olmaya razılar da zaten. Dolayısıyla şu an borularının öttüğü bir çağdayız. Öyle ki insan avcıları küresel boyutta çok rahatlıkla cirit atabiliyorlar. Ne diyelim, hal vaziyet böyle olunca da etrafımız şuan kendini şan şöhret uğruna küresel güçlere pazarlayıp boyun eğenlerden geçilmez olmaktadır.
Şimdi gel de eseflenme, öyle ya neydik ne olduk. Hadi batılıların huyudur, bunu bir dereceye kadar anlayabiliyoruz, çünkü onların cibilliyetleri buna müsait. Zira insanlık dışı muamelelere göz yummakta hiçbir beis duymuyorlar. Peki ya bu arada bize ne oluyor? Oysa bizi onlardan farklı kılan âlemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamberimiz (s.a.v)’in beyan buyurduğu “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturunca yaşamaya çalışan ümmet olmamızdı. Ama ne var ki, şimdi o azmimizden hiçbir eser kalmadı diyebiliriz. Eser kalmaz elbet. Nitekim “Sizden biriniz kendisi için arzu edip istediği şeyi din kardeşi içinde arzu edip istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamaz” hadis-i şerifin gereğini yerine getirmezsek olacağı buydu. Düşünsene bir zamanlar ne de güzel lokmamızı, aşımızı, tuzumuzu birlikte paylaşırdık, hatta buna acımızı, sevincimizi paylaşmak da dâhildi.
Evet, şu bir gerçek Allah’ın verdiği nimetler paylaşıldıkça daha da şükrümüz ve bereketimiz artmakta, Hatta başarılarımızı paylaşmakta öyledir. Bir başka ifadeyle başarılar paylaşıldıkça bir anlam ifade eder, aksi takdirde kendi kendimize paylaşılan başarılar kendi kendimizin egosunu tatmin etmekten öte bir anlam ifade etmeyeceği muhakkak. Öyle ya, kendi başarımızı kendi dışımızdaki insanlara yansıtmadıktan sonra o başarıyla övünsek ne övünmesek ne, çünkü o başarı topluma mal olmamış başarıdır. Dolayısıyla hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır. Kaldı ki topluma mal olmasa da kendi tutsak alanında sınırlı kalmaya mahkûm bir başarı olarak küllenecektir. Madem öyle, sınırlı ve tutsak olana değil, ilmin sonu yoktur bilincinden hareketle sonsuz başarılara talip olmak gerekir. Aksi halde insan insanın kurdu olduğu egolar dünyası daha çok can yakacak demektir. Şöyle etrafımızda sırf kendi egosunu tatmin için yaşayanların hal vaziyetine baktığımızda bu hususta niçin endişe ettiğimize vicdan sahibi hemen herkes bize hak verecektir elbet. Kurtlar sofrasından hem nasıl endişe duymayalım ki, baksanıza insanca Yüce Allah’ın lütfettiği eşrefi mahlûkat olmanın nimetinin bilincinde yaşamak varken tam aksine bir hiç uğruna kurtlar sofrasında kendi kendimizi yüceltmeyi bir övünç abidesi olarak takdim etmenin peşindeyiz habire. Hadi kendi açmazlarımız neyse de, birde kurtlar sofrasında birde bunların üstüne üstük insan haklarından dem vurup bize insanlık dersi vermeye kalkışmazlar mı? Asıl bizi derinden yaralayan onlardan ders alır duruma düşmemizdir. Hem de gözümüzün içine bakaraktan insan haklarından, özgürlüklerden, çevrecilikten vs. dem vurabiliyorlar. Oysa hiç yalandan bize hariçten gazel okumasınlar, hele önce tarihten bugüne döktükleri kanların hesabını versinler bir bakalım samimi olup olmadıklarını o zaman anlarız elbet. Bikere vahşi batı insan haklarından söz edebilmesi için şimdiye kadar işledikleri sayısız insanlık cinayetlerini ve pisliklerini temizlemeleri gerekir ki bize söz söyleme hakkı elde edebilsinler. Maalesef vahşi batının çifte standart uygulamaları yeterince çirkin yüzünü ele veriyor zaten. Vahşi batı çifte standart uygulamalarına devam ede dursun, bakalım onca ayan beyan sicillerinin bozuk olduğu ortada iken nice toplumların kanının emerekten elde ettikleri şan şöhret bir gün avuçlarından uçup gittiğinde o zaman ne yapacaklar? Bakalım o gün geldiğinde sığınacak bir liman bulacaklar mı? Hani her yükselişin bir düşüşü var denir ya hep bir gün elbet onlarda tökezlediğinde bir bakmışsın hor gördükleri mazlum ülke halklarının önünde el pençe divan durup eman diler hale gelirlerse hiç şaşmamak gerekir. Gerçi o günler geldiğinde ne yüzle aman dileyecekler o da üzerinde kafa yorulması gereken apayrı bir muamma konudur. Her ne kadar muamma bir konu olsa da atalarımızın dile getirdikleri ‘Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste’ gerçeğiyle yüzleştiklerinde iki seçenekten: artık yaşamanın ne anlamı var deyip ya kendi kendilerine intihar edecekler, ya da mazlumun önünde diz çöküp boyun eğeceklerdir. Böylece zulüm asla payidar olamaz hakikati bir kez daha tepelerine balyoz gibi inmiş olacaktır. Zulmü ister barbar ülkeler, ister küresel baronlar isterse diktatörler metot edinsin, hiç boşa kürek sallamasınlar tarihe şöyle dönüp baksınlar izinden gittikleri insan avcılarının tarihin harabelerine gömüldüklerini göreceklerdir. Dolayısıyla buradan biz onlara en son öneri olarak: ne oldum değil ne olacaklarını bir düşünmelerini tavsiye ederiz. Yok, eğer, bizi küçümseyip siz kim tavsiye etmek kim diyorlarsa, şunu iyi bilsinler ki onları büyük bir çöküş ve acı bir akıbet beklemekte. Öyle ki arkalarından tek bir kişinin bile rahmet okumadığı ve yâd etmediği hazin son onlar için kaçınılmaz bir gerçek olarak zuhur edecektir. Derken tarihin hafızasından silinip yok olacaklardır. Oysa tarihte yaşananlardan ibret alsalardı tıpkı insanlığa ışık saçmış bizim atalarımız gibi onlarda unutulmaz olacaklardı.
Evet, acı ama gerçek, görünen manzara hiçte iç açıcı bir manzara gibi durmuyor. Baksanıza bugün olmuş halen ülkeler birbirlerinin kuyusunu kazmakta, insanlarda insanların kurdu olup iliklerine kadar sömürmekte. Küresel dünyada öyle sömürü düzeni kurulmuş ki, kurtlar sofrasında pastadan dilim koparabildiysen ne ala, koparamadıysan resmen adama yüz üstü sürün diyorlar. Ama düşünmedikleri bir şey var, o da bir gün gelip mazlumların ahı tuttuğunda bu kez kendileri yüz üstü aheste aheste sürüneceklerdir.
Şu bir gerçek bizim vahşi batıdan ve yüz üstü sürün diyenlerden farkımız düşenin elinden tutup ‘Ensar’ hissiyatıyla hareket etmemizdir. Allah’a şükür henüz bu hissiyat tam manasıyla tükenmiş sayılmaz. Nitekim Suriye ve Filistin mazlumlarına kucak açmamız bunun en bariz göstergesidir zaten. Ümit ederiz ki bu hissiyat ebedül ebed daim olsun. Daim olsun ki, yarın bizim başımızda dara düştüğünde sığınacak bir limanımız, elimizden tutacak birileri olsun. Bakınız, atalarımız yediden yetmişe tüm insanlığa kucak açtıkları içindir üç kıtada Nizam-ı âlem olabilmişlerdir. Fakat gel gör ki yeni kuşak artık ne atalarının yolundan yürüyor ne de öğütlerine kulak veriyor. Şimdilik yeni kuşağın atalarıyla olan bağı sadece kuru kuruya üzerlerine toz kondurmamaktan ibarettir. Tabii toz kondurmamak iyi hoşta, biz toz duman olduysak bunun ne anlamı var ki. Boşa övünmenin hiçbir fayda getirmeyeceği muhakkak. Hele birde bunun üzerine habire birbirimizin kuyusunu kazdığımızı düşündüğümüzde daha çok toz duman olacağız demektir. Öyle ya, kuru kuruya övünüleceğine onların yolunu yol bilip izinden yürünse fena mı olur? İyi olur elbet, ama ne hazindir ki geldiğimiz noktada, kültürel kıymetlerimize toz kondurmamak yerine daha çok kendi kişisel çıkar hesaplarımız doğrultusunda kendi kişisel egolarımıza toz kondurmamak yönünde boy vermekte hep. İlginçtir Z kuşağı dedikleri yeni kuşak dünya menfaati ağır bastığında bir bakmışsın; “Boş ver ağam sadakatte neymiş, bağlılıkmış, itaatmiş, erdemlilik filan tüm bunlar mazide kaldı” diyebiliyor. Tabii ölçüsüzlüğün bu kadarının da baş tacı edilip insan insanın kurdu olduğu böylesi bir çağda bu tür söylemlerin gırla gitmesine şaşmamak gerekir, zaten geçmişle bağları koparılmış bir nesilden başka bir şey beklemek hayal olurdu.
Evet, kendi egosunun tatmininden başka bir şey düşünmeyen ve kendi dışında insanlara eski kafa gözüyle bakan böyle bir seküler yapıdan ancak kayıp nesil çıkar. Tabii ki günümüz konjonktüründe böyle bir hastalıklı yapıdan mazinin o saf ve tertemiz adap, usul ve erkânını kendine model alıp uygulayacak erdemli insanların çıkması çok zor gözüküyor. Hele bu modeli günümüz pop gençliğe anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zor dersek yeridir. Çünkü karşımızda öyle söz dinleyecek Asım’ın nesli yok artık, tamamen köklerinden koparılmış kayıp bir nesille karşı karşıyayız. En iyisi mi biz bu hengâme içerisinde bari biz kendimizi kurtarmanın yoluna bakalım, yoksa kayıp neslin dümenine kapılıp bizde hafıza kaybına uğrayabiliriz pekâlâ. Öyle ya madem ortalık allak bullak, niye boşa nefes tüketelim ki. Önce kendimize bir söz geçirelim ki, sonra bizi gören bizde dirilebilsin.
Baksanıza ortalık öyle bir perişan hal vaziyette ki gün be gün dosttan ahbaptan kaçar olduk. Oldu ya, eski bir dostumuzu es kaza bir yolda görmüş olsak hemen birçoğumuz yolumuzu değiştiriveririz. Maalesef artık bu hal üzereyiz, hal hatır sormak hak getire çoktan rafa kaldırdık bile. Sadece işimiz düştüğünde belki o zaman hal hatır sormak ihtiyacı duyarız, bunun dışında varsa yoksa fütursuzca ‘yaşasın ego’ çığlığı biricik değerdir. Oysa bir insan kendi egosuyla nereye kadar baş başa yaşayabilir ki, ancak mezara kadar baş başa kalabilir. Değim yerindeyse egosu dışarıda bedeni mezarda olacaktır. Tabii bu arada naçiz bedenini de mezara gömecek adam bulabilirse öpsün başına koysun. Neyse ki şu fani dünyada her şeye rağmen halen kefenleyecek, namazı kıldırıp mezara gömecek birileri çıkabiliyor. Yoksa ben şuyum, ben buyum diye böbürlenenleri son yolculuğunda kim takar ki. Allah’tan ki halen günümüzde sayıları azda olsa merhametini yitirmemiş böyleleri varda dost düşman ayırmaksızın bu sayede son yolculuğumuzda uğurlanabiliyoruz. Gerçekten de iş bu denli mi ciddi boyutta derseniz, hiç abartısız şunu çok rahatlıkla ifade edebiliriz ki insanlar birbirinin kurdu olmaya devam ettiği müddetçe öyle bir zaman gelecek tabutlara omuz verecek insan bulunamayacak derecede iş ciddi boyuttadır. İşte tamda bu noktada Necip Fazıl’ın “Cenazemde olmasın çelengim top arabam. Tabutumu taşısın dört tam inanmış adam” vasiyeti mana kazanır da.
Hani hacı hacı’yı Mekke’de, sofi sofiyi Tekkede bulurmuş ya, aynen öyle de benlik davasıyla yatıp benlik davasıyla kalkanda ya nefsin ve şeytanın kucağında, ya da gayya çukurunda kendini bulacaktır. Dostoyevski’nin kulakları çınlasın; “Tanrı yoksa her şey mubahtır” dediği bir tufanı yaşıyoruz artık. Gerçekten de helal haram nedir bilmeyen, dinden imandan bihaber insanların birbirinin ayağına kurşun sıktığı çağın vebası bir tufanıdır bu. Ama bu demek değildir ki tufan varsa kurtuluş gemimiz yoktur. Allah Teâlâ nasıl ki tufanda inananlara Nuh’un gemisini kurtuluş kılmışsa, bu çağda da kendini benlik davasına kaptırmayan istikamet sahibi kâmil insanları kurtuluş gemisi olarak vesile kılacaktır. Böylesi Peygamberin izini iz bilen zatların Ümmet-i Muhammmed için birer kurtuluş gemisi olacaklarına inancımız tam da. Yeter ki kurtuluşumuza vesile olacak o gemiden bize uzanan ellerden tutmak için gayret gösterelim azgın dalgalar bizi asla yutamayacaktır.
Vesselam.