Kömür yakan lokomotifleri çocukken dikkatle seyrederdim. Ağırdan hareket eder ve buhar püskürterek temposu hızlanırdı. Tıpkı babamın çok sevdiği, severek bindiği al at “Berk” gibi. O da süvarisi üstüne atlar atlamaz hızlanır, irileşen burun deliklerinden fırlayan nefeslerle dörtnala ulaşırdı.
İktidarın sözcülerini dinlerken gözümün önüne hep oflayan, puflayan lokomotif ve Berk’in burun delikleri geliyor. Sorumluluk hiç şüphesiz insanları yorar, sinirli kılar. Ne yazık ki hükümet bu çizgiyi aşmış ve kavgacı olmuştur.
Hükümet ve partisi; adeta buluttan nem kapmaktadır. SBF’de bir grup gencin, konuşmacı iki siyaset adamını yumurta atarak protesto etmesini iktidar aylardır gündemde tutmaktadır.
Öncelikle demokrasi ile idare edilen bir ülkede bunlar soğukkanlılıkla karşılanması gereken olaylardır. İngiltere’de seçim çalışmasını yürüten bir politikacı girdiği birinci mahallede ıslıklanır, yumurta ile kovalanır. İkinci sokağa girer aynı akıbete uğrar; ıslıklar ve yumurtalar hazırdır. Üçüncü sokağa girer girmez aynı tabloyu görünce; seyyar mikrofonu eline alır ve “Bugün yeterince yumurtaya hedef oldum ve fazlasıyla ıslıklandım. Sizden ricam buraya gelinceye kadar yeterince yuhalandığımı kabul edip bana bir bardak çay ikram etmenizdir. Bu sizin için daha az masraf, benim için lütuf olacaktır” der.
Öfke son bulur.
İktidar SBF’deki protestoyu sakız gibi sündürmüştür. Hemen her vesile ile bu olayı gündeme taşımayı siyaset zannetmektedir.
1960 yılında yapılan 27 Mayıs hükümet darbesinin ardından, 1963’te kurulan hükümet bir konuyu çözemez ve Başbakan İnönü’ye götürmek mecburiyetini hisseder. Konu; İstanbul’da bütün sivil ve askeri kademelerin ikazına rağmen; bir inzibat subayı binbaşının, karakol binası yaptığı tarihi yapıyı boşaltmamasıdır. İsmet Paşa’dan gelen emri de Binbaşı; “Gücü yetiyorsa gelsin kendi boşaltsın” diye karşılar. Paşa bu haber üzerine dinler ve tebessüm eder. İki gün sonra binbaşı bir başka göreve nakledilir, iş biter.
Öğrencilerin, gençlik heyecanlarıyla karşılaştığınız zaman kendi gençliğinizi düşünün yeter. Ne yazık ki böyle olmuyor. Tablonun çerçevesi, kömür lokomotifi gibi duman çıkararak puflamak olunca anlayış, hoşgörü, sabır, sevgi buharlaşıyor. Cop, tazyikli su, biber gazı sahneye hâkim oluyor.
Polise taş atılması, pankartların sopalarıyla saldırılması, vatandaşın kamunun mallarına zarar verilmesi tasvibi mümkün olmayan işlerdir.
Karşılıklı öfkeyi yenmenin yolu; gençleri, işçileri, kalabalıkları dinlemenin, diyalog kurmanın çaresini bulmaktır. Daima alkış beklemek, protesto edenleri hain görmek, idrak yanlışlığı, hatta ruh hastalığıdır. Demokrasilerde hayır diyenler evet diyenler kadar azizdir.
Öfke; aklı karartır, nefsin önünü açar. Hâlbuki gerçek hürriyet nefsin esaretinden kurtulmakla mümkündür. Nefsine köle olan ’Ben hür bir adamım’ diyebilir mi? Başkalarına karşı zafer kazananın kuvvetli, kendi nefsine karşı zafer kazananın ise kudretli olduğunu unutmayalım.
Hükümet edenler, kindarlık ve sertlikten uzak durmalıdır. Bu iki hal adeta şeytanın kanatlarıdır. Benimseyeni sadece cehenneme uçurur. En büyük cehennem ise hata ve yanlışlardan dolayı duyulan vicdan azabıdır.
Şubat 2011