19. Yüzyılda Bayburt’un, çevresiyle ulaşımını sağlayan önemli iki ana yol vardı. Bunlardan biri şehri Karadeniz’e bağlayan Bayburt-Trabzon yolu, diğeri Kafkaslara bağlayan Bayburt-Erzurum yolu idi. Bu iki ana yol, aslında Trabzon-Erzurum-Bayezid yolunun bir parçasıydı. Şehrin bu yol üzerinde kurulmuş olması ya da yolun Bayburt’tan geçiyor olması; onun ticarî açıdan önemini artırmıştı.
19.Yüzyılda Avrupalı pek çok gezgin (seyyah) Balkanlar, Anadolu, Kafkaslar ve Mezopotamya’yı gezip dolaşmışlar ve döndüklerinde hatıralarını yayımlamışlardır.
Seyyahların bir kısmı, Karadeniz yoluyla Trabzon’a kadar gelip, oradan Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum yolunu takip ederek Asia Minor diye tarif ettikleri Küçük Asya yani Anadolu’yu ve ardından Halep, Şam, Bağdat ve diğer bölge ve şehirleri gezmişlerdir. Bir kısmı da dönüş yolunda Bayburt’tan Trabzon’a oradan deniz yoluyla İstanbul’a gitmiştir.
Bu gezginlerden biri British Liberal Meclis üyeliği de yapmış olan Harry Finnis Blosse Lynch’dir. 1890’da Anadolu’yu gezen Lynch, gezi notlarını Armenia Travels and Studies, (Ermenistan, Seyahat ve Çalışmaları ) adıyla iki cilt olarak 1901’de Londra’da kitap olarak yayımlamıştır.
Erzurum’dan Trabzon’a doğru hareket eden gezgin, Bayburt’a da uğramış ve bir tasvirden ibaret olan izlenimlerini eserinde şu cümlelerle aktarmıştır.
“Zorlu Kop dağını aştıktan sonra Kuzey Kop hanında konakladık, burada yarım saat ya da bir saat kadar dinlendikten sonra sol tarafımızdaki taşkın suyu takip ederek yolumuza devam ettik. Bu su, dağ kitlesinin zirvesinden geriye doğru eğlenceli bir manzara sergiler. Etrafı buzlarla kaplı bir dereyi geçtikten sonra Çoruh’u gördük, daha sonra Maden hanlarına vardık.”
8 Şubat 1890’da Bayburt’a ulaşan seyyah, bu aylarda Çoruh’un buz tutuğunu ve suyun bazen açılan bir kanaldan aktığını ama genellikle üzerindeki buz kütlesinin altından akıp gittiğini dile getir. Karla kaplı çevrede görülebilen manzarada, tek bir ağacın hatta bir çalının bile gözükmediğini söyler. Ama ileride tepelerin ardından ovanın uzandığını fark eder. Ona göre, “bu geniş alanın batı ucundan tekrar içeri dönülür ve vadi ani bir dönüşle kaleye yönelir. Geçidin girişine kale ve Bayburt şehri kurulmuştur. Kale, Çoruh’un yönünü değiştirir.”
Lynch, bu kısa Bayburt tasvirinden sonra yoluna devam ederek şimdiki Uğrak adlı Varzahan köyüne uğradığını ve oradaki kalıntıları incelediğini ifade ederek bunlar hakkında bilgi vermiştir. Ardından Gümüşhane’ye doğru gitmiştir.
Diğer bir seyyah ise 12 Haziran 1813’de Trabzon-Gümüşhane güzergâhını kullanarak Bayburt’a gelmiş olan Journey Through Asia Minor, Armenia and Koordistan, In The Years 1813 and 1814 adlı eseri kaleme alan John Macdonald Kinneir’dir.
Ova üzerindeki küçük köylerden geçerek yoluna devam eden seyyah, uzaktan Bayburt kalesinin muhteşem manzarasını görmüştür. Şehre ulaştığında, evi geyik başı ve boynuzları ile fantastik bir şekilde dekore edilmiş olan bir şef tarafından karşılanmıştır.
Kinneri’e göre Bayburt, dağınık bir yerleşme özelliği göstermekte olup Çoruh nehri kıyısında yaklaşık 1 mil (1,600 km) boyundaki bir tepe üzerine yerleşmiştir. Eskilerin Boas veya Acampsis olarak adlandırdıkları Çoruh, bazı antik izlere sahip olan kale tarafından savunulmaktadır.
Kinneri’e göre Bayburt evlerinin bir kısmı oldukça iyi inşa edilmiştir. Gezgin, bu evler için “bu güzel Türk kasabasının izlerini biz Bağdat’daki Zobeid’in mimari eserlerinde gözlemledik” demektedir.
Kale, şehrin kuzeyinin sonunda oldukça yüksek bir tepe üzerinde yer alır. Halkın kalenin Alexander döneminde bir İskit kolonisi tarafından inşa edildiğine ve Selçuklular döneminde büyük bir şehir olarak geliştiğine inandığını söylemektedir.
Bayburt halkının fiziksel özelliklerine de değinen seyyah, çoğunlukla kısa boylu ve tıknaz bir fiziksel niteliği olan erkeklerin çalışkan ve aktif olduklarını ifade etmektedir. Ona göre, insanların derileri dikkat çekecek kadar esmerdir ve bu cesur insanların soğuğa ve ağır işlere dayanıklı olduklarını söylemektedir. Kinneir, insanların dağlarında bol miktarda bulunan geyikleri avlamaya çok düşkün olduklarını da ayrıca dile getirmektedir ki, günümüzde dağları ağaçtan yoksun olan Bayburt’un XIX. Yüzyıl başlarında bol miktarda ormanı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Erkeklerin kısa bir ceket, geniş bir pantolon evde dokunmuş ve kahverengi yünden imal edilmiş siyah ve kırmızı çizgilerle kesilmiş elbiselerden oluşan Türk giysileri giydiklerini ifade etmektedir. Kinneir, erkeklerin başlarına bir başlık ya da sarık örttüklerini ve ayakkabı yerine tabaklanmamış deri ile bağlı ağaçtan yapılmış çarık giydiklerini söylemektedir.
Kışlar çok şiddetlidir ve karın şiddetinden dolayı Bayburt ile çevre köyler arasında yılın dört ayı bütün iletişim kesilmektedir.
Seyyah bir yandan dağlarında bol miktarda geyiğin bulunduğunu söyleyerek ormanının çokluğundan bahsederken şimdi de üç günlük yoldan daha yakın bir yerde odun bulunmadığını ifade etmektedir. Fakir insanların satın almaya güç yetirebileceği tek yakıtın yaz aylarında güneşte kurutularak elde edilen tezek adı verilen hayvan gübresi olduğunu vurgulamaktadır.
Şehir, duvar ve kale burçları yerine ağaç kütüklerinden yapılmış tüfek geçirmeyen ve her bir köşesinde küçük kuleler yükselen üçgen şekilli portatif kulelerle korunmaktadır.
Son olarak Kinneir, Bayburt’un Erzurum ve Erzincan’a eşit mesafede olduğunu ve Çoruh’un bu noktada önemsiz bir akıntı olduğunun ancak biraz ileride mükemmel bir nehir haline geldiğini söylemektedir. Çoruh buradan İspir’e akar, sınır boyu devam ederek Batum’a gider ve oradan Karadeniz’e dökülür.
Seyyah daha sonra Kop dağını aşarak Aşkale ve Erzurum’a doğru yoluna devam etmiştir.
Şubat / 2010