İlk kitabı Rüştü Onur’a ilişkin bir araştırma ve vefa kitabı… Kaynak Yayınları arasından çıkmış. Onur’un şiirlerini, öykü ve düzyazılarını, mektuplarını ve ardından yazılanları içermekte.
Rüştü Onur’un şiirlerini ben yalan ve yavan bulurum, yaşamı ise şiirinden büyüktür, zaten yaşamı ile öne çıkmış, ilgi çekmiş, yıllar sonra filmlere konu olabilmiştir.
Bu kitapta İbrahim Tığ, onun daha önce yayımlanmamış şiirlerini de bulup yayımlamış. Yani bir bütün olarak görmek olanaklı şiirlerini. Yukarıdaki kanımı saklı tutarak, sıra dışı ve yüze çıkacak iki şiirini sunmak isterim.
GÜN SONU
Henüz meyvesini bilmediğim ağaç
Dökecek mi çiçeklerini hülyama
Ve henüz aynalarda yıkanan saç
Bir altın fecri örecek mi rüyama
Tanrım bitiremediğim bir türküyü
Tamamlayacak mı bilmem ki serçeler…
Ve çözecek mi dersin acep geceler
Beyaz kanatlarında bir altın örgüyü
GECE YARISI
Şehrin sokaklarında insanlar niye uyur
Niye şarkı söyler sarhoşlar camlarda
Niye gece kuşları
Meyvesini paylaşır uykumuzun?
Niye büyük annem
Sarı bir gül kokan başörtüsünü
Örter üzerime?
Niye gece yarısı misafir gelmez
Halbuki Tanrı kap komşumdur.
Kitabın düzyazılar bölümünde “Alagözlerin Fikriye” adlı bir öykü var. Bu öyküde insanlık var, dostluk var, sevgi var, hüzün var, Anadolu insanı ve kadınının aslı var. Rüştü Onur son derece başarılı bir biçem ve anlatımla okura sunmuş Alagözlerin Fikriye’yi… Sırf bu öykü için bile bu kitap okunur. Ve bir üzüntüm, hayıflanmam: Keşke öyküye yoğunlaşsaydı bu talihsiz edebiyatçımız, çok daha başarılı olabilirdi.
Rüştü Onur hakkında pek çok yazar yazılar yazmış, İbrahim Tığ, bunları sabır ve yoğun emekle derlemiş. O yazıların içinde en çok beğendiğim, şair Sennur Sezer’in “Kelebeğin Kanatları” başlığıyla 2013 yılında Radikal Kitap’ta yayımlanan yazısı oldu. Sennur Sezer’i, bu güçlü şairi, bu savaşımcı kadını tanımıştım, ondan mıdır bilemem, ama bu yazıyı herkese salık veririm.
İbrahim Tığ iki de öykü kitabı yolladı bana. Kendi öyküleri. Onlardan da söz edeceğim.
Bunların ilki “Geçek” adını taşıyor, daha yeni tarihli (2020), Artshop yayınlarından. “Hoş Geldin” adlı öykü ile başlıyor kitap… Klasik/bilindik öykü biçemine uymayan, özgün bir giriş, anlatım, akış ve düğüm… Kurgu da ona göre… Olaylar mı? Onlar da çekici, kaptırıcı… Bilindik bir aşk öyküsüne giydirilen bu büyüleyicilik, usta işi bence.
12. sayfada yazarımız Âşık Yaşar Reyhanî’nin “Yetim Abdullah” şiirinden dizelere yer vermiş (Aslında İbrahim Tığ öykülerinde bunu hep yapıyor, şiirler ve türküler öykülerinin yoldaşı gibi), vermiş ama yanlış yazılmış, ben düzelteyim, doğrusu şöyledir:
“Şeker telisine sardık götürdük
Ne ey oldi gardaş öldün kurtuldun”
Tığ’ın kimi öykülerinde gülmece ögeleri de var, ama bunlar acı gerçeklerle birlikte verilerek iletileniyor. Çırak Mustafa öyküsündeki “Davul tozu, minare gölgesi” esprisinde olduğu gibi.
Ve 23. Sayfadaki “Düş Artı Düş” öyküsü… Deneme ve öykü bireşiminin yetkin örneği… Şiire özgü imge, simge, benzetme ve eğretileme ile bezeli… Sözün hası olmuş, iletileri derin anlamlar yüklü… Bayıldım bu öyküye…
Yazarın kimi öyküleri Rusların “gaddar düzyazı” dedikleri türden… “Uyurgezer Oteli” ve “Değirmen” adlı öyküleri bu türden, okuru üzerek iz bırakıyor.
Anadolu insanının çelişkileri, her türlü ilişkileri, yakın plan çekilmiş “ibret niyetine” denilerek kaleme alınmış. Bunun en çarpıcı örneği ise “Arapçayırı’nın Kıblesi” adlı öykü.
Korona salgını ve sağlıkta devrim fiyaskosu gibi konular da güncel ögeler olarak öykülerine girmiş Tığ’ın…
Gelelim öteki öykü kitabına yazarımızın. Adı: “Söğe”, Artshop Yayınları’nca yayımlanmış, sevgili Tığ bana 2. baskısını yollamış. İki baskı yapması elbette sevindirici, ancak ben bu öykü kitabını Tığ’ın kalfalık dönemi gibi gördüm, ustalık yukarıda anlattığım “Geçek” adlı kitapta.
Önce bir hata düzelteyim, kitabın 32. Sayfasında “fecr-i mübarek” yazılmış, “ferc-i mübarek” olacaktır.
Bu kitabın benim gözüme çarpan en büyük özelliği, yurdum insanının her halini anlatmasıdır. “Uğursuz Gelin” adlı öyküde dinsel saplantı ve cehalet yansıtılıyor sözgelimi, “Unutmak Kolay mı?” adlı öyküde Anadolu’daki garip evlenmeler ve bunların yarattığı kalıcı izli acılar aktarılmakta. “Devlet Piyangosu” ve “Çalıntı Mal”da toplumumuzdaki akla hayale gelmez hileli işler öykülenmekte.
Ve kitap “İçime Düşen Kor” adlı manzum öykü ile bitiyor. Şiir, mensur şiir ve deneme ile tatlı bir sınır uyuşmazlığı olan bir öykü.
Evet bir de genel olarak Tığ’ın öykülerine değgin bir saptamamı aktarım son vereyim yazıma: Kısa yazıyor öykülerini İbrahim Tığ, bu kısalıkta diyeceğini diyor ustalıkla, meraklandırıyor, sürüklüyor, bu da sıkmıyor okuru… Fakir Baykurt ““Öykü bir oturuşta yazılmalı, bir oturuşta okunmalıdır” der, Tığ’ın öyküleri bana böyle gibi geldi… Yani bir oturuşun ustalığı… Ben de bir oturuşta okudum onları…