Düşünmeye başladım hüznü… hissederek!
Çağdaşlarımın öldürdüğü kelimeyi, evvelini kalbimdeki yerini.. Sonra tüm kelimeler üzerine düşüneyim dedim baktım bir ömre bile mal olabilir. Olsun. Yalnızca düşünür gibi yaptım. Lakin şunu fark ettim elimde ki öyle bir kitap ki; okur gibi yaparken bile beni yazmaya itmiş...
Mecusiler haklı!
Işığı sönmeyen tek ateş yazı, yazmalıydım bunun idrakindeydim.
Okuyan kim? Meçhul...
Şuh bir ilk bahar akşamı, şuh ve kaprisli bir hava Gri Ankara'da. Bulutlar ağlamak üzere. Sokağa yöneldim. Işıklı caddelere göre karanlık ve tenhaydı sokak. Hüzünlü bir gurbet akşamı. Özlenen memleket mi? Memlekette hasret çekenler mi? Gurbetteyiz, gurbet içinde gurbet ben de. Hepimiz gurbette değil miyiz?
Gurbet ve hüzün!
Sahi ne oldu bize?
Hepimiz güzel çocuklardık, ne oldu güzelliğimize? Eskiden bir cenaze evinde, hasta ziyaretinde nedenini bilmeden hüzne gömülen bizlere ne oldu? Ben dedik benlik doğdu! Güzellik çocukluğumuz da, çocukluğumuzun geçtiği sokaklarda kaldı. Önce evler yıkıldı, sonra bizler büyüdük...
Teknoloji hayatı kolaylaştırdıkça hayatı unutur olduk. Önce hayatı unuttuk sonra birbirimizi...
Teknoloji geliştikçe biz uzaklaşıyoruz. Zarif adam nerede? Vefa semt, güven sokak ismi oldu. Bakalım hüzün karşımıza ne olarak çıkacak!? Güzel insanlar nerede?
Güzel insanlar, güzel günlerde...
Mektup satırlarında, kitap sayfalarında. Postacılar uğramaz oldu sokaklara, hüzün kokan sahaflar tek tük insanların uğrağı artık. Posta kutuları fatura dolu. Kitap rafları süs eşyası. Sahi günümüzde mektup yazılacak şiir okunacak sevgili nerede?
Mektup; kalem, kağıt ve duyguların sentezi.
Postacı; Hasreti dizginleyen en sağdık elçi. Unuttuk her şeyi.
Hüzün bir yürek sızısı, gece ve hüzün!
Hüzün;
Bir yürek sızısı.
Hele yağmurun ardından,
An geliyor damlalar birikiyor.
O vakit;
Susmak daha büyük anlam kazanıyor.
Çağdaşlarımızın öldürdüğü kelimeyi nesillere ulaştırmak ümidiyle...