Hocagilin Hasan’ın iki torunundan bir Demirözü belgeseli…
Hocagilin Hasan… Baba dostum, annemin de saygıyla andığı bir insan… Ben mi? Bende de anıları var elbet. Anlatacağım. İlk anım: Daha 5-6 yaşlarındayım, doğduğum evin penceresinden dışarıyı seyrediyorum. Hocagilin Hasan geliyor birden görüş alanıma, yanında üç-beş kişi, bağırıp duruyor onlara, sonra birinin üstüne yürüyor, tutuyorlar, sonra neredeyse bütün Kısanta oraya akıyor, Hasan Amca’yı zaptedemiyorlar, çok fena kızmış. Sonra jandarmalar geliyorlar yakındaki karakoldan, onlar da götüremiyorlar, araya dedem ve birkaç büyük giriyorlar, sonunda jandarmalarla gidiyor.
Konu ne idi, neden o kadar kızmıştı, bilmiyorum. Bilmiyorum ama Dillere Destanlar adlı kitabımda yer alan “Bizim Köylülerin Manzum Hikâyesi” adlı destana bir dize olarak düşüyor:
“Hocagilin Hasan kızdı mı kaçın!”
Hocagilin Hasan’la ilgili ikinci anıyı rahmetli babamdan dinlemişim. Bir yaz gecesi, gece serininde birlikte ot getirmeye gidiyorlar öküz arabası ile (babamın Erzurum Lisesinde öğrenci olduğu 40’lı yıllar olmalı). Otu yüklüyorlar, bilmem kaç bağ ot. Hasan Amca diyor ki babama “Ben uyhusuzam, çıhıp yoharı, otların üstünde uyuyacaam… Sen otur öne sür, ama uyuma sahın, köye yahın bir yerde iri bir çuhur var, öküzler hızlanur birden orya girerse, daha da çıhardamazuh ha!”
Yola düşerler, babam da uyur ve öküzler o çukura hızla girerler, mazı dediğimiz arabanın dingili dişlerden atar ve araba yürüyemez olur. Dahası, Hasan Amca da yukarıdan pat diye aşağıya düşer.
Başlar bağırmaya, babama laf saymaya. Şimdi ne olacak, bir daha bu otlar indirilecek, mazı iki dişin arasına alınacak, yeniden yüklenecek, falan filan…
Babam der ki: “Bağırma… Ben şimdi girip arabanın altına kaldıracağım, sen mazıyı sok dişlerin arasına…” Hasan Amca iyice köpürür: “Poh galdurursan, yüklü arabayı galduracah, bir de sennen uğraşacaaam…”
Babam birden girer arabanın altına, sırtını verir ve kaldırır, bağırır “Sok yerine!” diye. Hasan Amca şaşkın şaşkın dediğini yapar, yeniden yola çıkarlar, Demirözü’ne kadar hiç konuşmaz. Fakat üç beş kişi yanlarına gelince onlara şöyle der:
“Hele gelin gomşular gelin. Bu deli beynine ettügüm, neyetti bilir misiz, yüklü arabanın altına girip galdurdi…”
Hocagilin Hasan… Baba dostum, annemin de saygıyla andığı bir insan… Ben mi? Bende de anıları var elbet. Anlatacağım. İlk anım: Daha 5-6 yaşlarındayım, doğduğum evin penceresinden dışarıyı seyrediyorum. Hocagilin Hasan geliyor birden görüş alanıma, yanında üç-beş kişi, bağırıp duruyor onlara, sonra birinin üstüne yürüyor, tutuyorlar, sonra neredeyse bütün Kısanta oraya akıyor, Hasan Amca’yı zaptedemiyorlar, çok fena kızmış. Sonra jandarmalar geliyorlar yakındaki karakoldan, onlar da götüremiyorlar, araya dedem ve birkaç büyük giriyorlar, sonunda jandarmalarla gidiyor.
Konu ne idi, neden o kadar kızmıştı, bilmiyorum. Bilmiyorum ama Dillere Destanlar adlı kitabımda yer alan “Bizim Köylülerin Manzum Hikâyesi” adlı destana bir dize olarak düşüyor:
“Hocagilin Hasan kızdı mı kaçın!”
Hocagilin Hasan’la ilgili ikinci anıyı rahmetli babamdan dinlemişim. Bir yaz gecesi, gece serininde birlikte ot getirmeye gidiyorlar öküz arabası ile (babamın Erzurum Lisesinde öğrenci olduğu 40’lı yıllar olmalı). Otu yüklüyorlar, bilmem kaç bağ ot. Hasan Amca diyor ki babama “Ben uyhusuzam, çıhıp yoharı, otların üstünde uyuyacaam… Sen otur öne sür, ama uyuma sahın, köye yahın bir yerde iri bir çuhur var, öküzler hızlanur birden orya girerse, daha da çıhardamazuh ha!”
Yola düşerler, babam da uyur ve öküzler o çukura hızla girerler, mazı dediğimiz arabanın dingili dişlerden atar ve araba yürüyemez olur. Dahası, Hasan Amca da yukarıdan pat diye aşağıya düşer.
Başlar bağırmaya, babama laf saymaya. Şimdi ne olacak, bir daha bu otlar indirilecek, mazı iki dişin arasına alınacak, yeniden yüklenecek, falan filan…
Babam der ki: “Bağırma… Ben şimdi girip arabanın altına kaldıracağım, sen mazıyı sok dişlerin arasına…” Hasan Amca iyice köpürür: “Poh galdurursan, yüklü arabayı galduracah, bir de sennen uğraşacaaam…”
Babam birden girer arabanın altına, sırtını verir ve kaldırır, bağırır “Sok yerine!” diye. Hasan Amca şaşkın şaşkın dediğini yapar, yeniden yola çıkarlar, Demirözü’ne kadar hiç konuşmaz. Fakat üç beş kişi yanlarına gelince onlara şöyle der:
“Hele gelin gomşular gelin. Bu deli beynine ettügüm, neyetti bilir misiz, yüklü arabanın altına girip galdurdi…”
Her baba güçlüdür ama benim babam çok güçlüydü. Rahmetli kardeşim Mucip (benim bir küçüğüm) ve ben delikanlı çağlarımızda yanına yanaşamazdık, kollarımızdan çekip fırlatırdı yerlere.
Evet… Rahmetli Hasan Amca’yı son olarak babamın cenazesinde gördüm, vasiyeti üzerine Demirözü’ne götürüp orada defnetmiştik. Hasan Amca yanıma geldi, boynuma sarıldı, babamdan söz etti gözleri dolu dolu…
Evet işte böyle Hasan Amca’nın torunu Hakan Bilgin facebookta buldu beni, bir belgesel hazırlamakta olduklarını söyledi, benden de adımı belirtmek kaydıyla alıntı yapmak istediklerini söyledi. Tabii ki “Evet” dedim.
Belgesel İstanbul Demirözü Gençlik Derneği’nin öncülüğü ve desteği ile (destek veren başka değerli yerdeşlerimiz de var, belgeselde adları var) çekilmiş, DVD aşamasına kadar da gelmiş, ancak henüz dağıtıma başlanmamış. Sevgili Hakan Bilgin, bana messengerden yolladı izlemem için. İzledim bu 1 saatlik belgeseli.
Belgeselin iki baş kişisi var Hakan ve Zafer Bilgin, yönetim ve senaryo Zafer Bilgin. Görüntüler Mehmet Burak Yılmaz tarafından çekilmiş. Müzikler Hakan Bilgin, Serdar Eslek. Diğer emeği geçenleri buraya yazamıyorum beni bağışlasınlar, hepsinin emeğine selam duruyorum.
Belgeselin adına sıra geldi nihayet, onu da diyeyim: “Hogali-Bir Demirözü Serüveni”…
Hogali… Bir bilye oyunu deyimi… Engel çıkınca, yol ve hedef değiştirme anlamına geliyor. Belgeselde de zaten böyle bir bilye oyunu var. Ardından da bir Hogali Felsefesi. Diyor ki Zafer, Hakan’a “Hogali, bir yer değiştirme kanunu, fakat fizikle ilgili değil, insanla ilgili… Engel çıkınca bilyemize, Hogali der, o engeli aşmaya çalışırdık.”
Hogali… Demirözü’nün insanları benim çocukluğumdan bu yana “Hogali” deyip yer değiştiriyorlar, “Hogali” demek yazgımız bizim.
Fakat Bilgin Kardeşler artık “Hogali” diyememekten yakınmaktalar: “Şimdi engelleri aşamaz olduk, ruhumuz daraldı, Hogali diyemez oldukça da kaybetmeye mahkûm olduk…”
Ve tersine Hogali demek için Demirözüne, özüne dönüş olmuş.
Olmuş evet, yorularak ama… Diyor ki Zafer Bilgin “En çok kavuşmak yoruyor, özlediği ne varsa…”
Nerelere ve neye kavuşmak? Karaçayır’a şenliklere, Ziyarettepe’ye, hele de Karataş’a… Balhar’sız olur mu, bizim yerel rüzgârımız, İzmir’in İmbatı neyse bizim Balhar da o.
Balhar deyince de, o dizelerim gelir yâdıma, hadi sunayım:
Acılarım açılarım oldu olalı
Evet… Rahmetli Hasan Amca’yı son olarak babamın cenazesinde gördüm, vasiyeti üzerine Demirözü’ne götürüp orada defnetmiştik. Hasan Amca yanıma geldi, boynuma sarıldı, babamdan söz etti gözleri dolu dolu…
Evet işte böyle Hasan Amca’nın torunu Hakan Bilgin facebookta buldu beni, bir belgesel hazırlamakta olduklarını söyledi, benden de adımı belirtmek kaydıyla alıntı yapmak istediklerini söyledi. Tabii ki “Evet” dedim.
Belgesel İstanbul Demirözü Gençlik Derneği’nin öncülüğü ve desteği ile (destek veren başka değerli yerdeşlerimiz de var, belgeselde adları var) çekilmiş, DVD aşamasına kadar da gelmiş, ancak henüz dağıtıma başlanmamış. Sevgili Hakan Bilgin, bana messengerden yolladı izlemem için. İzledim bu 1 saatlik belgeseli.
Belgeselin iki baş kişisi var Hakan ve Zafer Bilgin, yönetim ve senaryo Zafer Bilgin. Görüntüler Mehmet Burak Yılmaz tarafından çekilmiş. Müzikler Hakan Bilgin, Serdar Eslek. Diğer emeği geçenleri buraya yazamıyorum beni bağışlasınlar, hepsinin emeğine selam duruyorum.
Belgeselin adına sıra geldi nihayet, onu da diyeyim: “Hogali-Bir Demirözü Serüveni”…
Hogali… Bir bilye oyunu deyimi… Engel çıkınca, yol ve hedef değiştirme anlamına geliyor. Belgeselde de zaten böyle bir bilye oyunu var. Ardından da bir Hogali Felsefesi. Diyor ki Zafer, Hakan’a “Hogali, bir yer değiştirme kanunu, fakat fizikle ilgili değil, insanla ilgili… Engel çıkınca bilyemize, Hogali der, o engeli aşmaya çalışırdık.”
Hogali… Demirözü’nün insanları benim çocukluğumdan bu yana “Hogali” deyip yer değiştiriyorlar, “Hogali” demek yazgımız bizim.
Fakat Bilgin Kardeşler artık “Hogali” diyememekten yakınmaktalar: “Şimdi engelleri aşamaz olduk, ruhumuz daraldı, Hogali diyemez oldukça da kaybetmeye mahkûm olduk…”
Ve tersine Hogali demek için Demirözüne, özüne dönüş olmuş.
Olmuş evet, yorularak ama… Diyor ki Zafer Bilgin “En çok kavuşmak yoruyor, özlediği ne varsa…”
Nerelere ve neye kavuşmak? Karaçayır’a şenliklere, Ziyarettepe’ye, hele de Karataş’a… Balhar’sız olur mu, bizim yerel rüzgârımız, İzmir’in İmbatı neyse bizim Balhar da o.
Balhar deyince de, o dizelerim gelir yâdıma, hadi sunayım:
Acılarım açılarım oldu olalı
Artçı artçı sarsılırım
“Sende nem kaldı”sıyla.
İncecik yolunda şimdi yalan
Hayalimde hâlimde bir kızıl elma olduğu
Öyle özgelenmişim ki
Sokakta herkes el
Mezarlık hepten tanış.
Can sıkıntım çift yönlü
İçimden dışıma ılgar
Dışımdan içime dörtnal.
Şehreküstülere çoğul ekleri
Gurbetteki sıladır hemşeri öbekleri
Gurbetteki sıla, üvey sıla sayılır
Peki ya sıladaki gurbet?
O hüsran çarpı hüsran…
Garipliğinizi sılada vursalar yüzünüze kalabalıklar
O zaman görürdünüz.
Vardığımda
Bütün duygularım özlemdi orada
Bütün sözlerim deyiş
Bütün izler umduğuma, bütün ufuklar seziş
Onca bütünü bir büsbütün siliyordu Tanrım, bu nasıl iş?
Anılarıyla ağlayan biri
Eski sözler ve eski yüzler arıyor
Yarenlik bulursa hemen alıyor.
Söz üstüne kurulan bu diyardan sözde mi göç eyledi?
Evvel zaman içinde
El üstünde tutulurdu nüktedanlıklar
Şimdi bu söz bilmezlikler neyin nesidir?
Bayburt’un o eski ve ince yolunda
Kavaklar boyu devrilesi
İhbar ihbar esmekte Balhar
Türkülerin ağzı da bir bozulmuş ki sormayın gitsin.
Belgeselin mekânları doğru ve isabetle seçilmiş, görüntülerin çarpıcı ve ilgi çekici olması için görsellik birikiminin her unsuru eklenmiş. Espriler ve iletiler yerli yerinde ve görüntülere eklemli, onlarla bütünlük ve uyum içinde. Kırkkız tepesinde bir sürrealist yani gerçeküstücü bulmuşlar, adı Soner Kurtulmuş, yüzü ve sözüyle belgesele renk katmış. Sanırım Şamil Ağagil familyasından, sevdim Soner’i.
Ve barlar…
Bizim Köylülerin Manzum Hikâyesine götürüyor yine beni:
Binali Selman zurna, babası Sokko Musa mey çalsın
Belgeselin mekânları doğru ve isabetle seçilmiş, görüntülerin çarpıcı ve ilgi çekici olması için görsellik birikiminin her unsuru eklenmiş. Espriler ve iletiler yerli yerinde ve görüntülere eklemli, onlarla bütünlük ve uyum içinde. Kırkkız tepesinde bir sürrealist yani gerçeküstücü bulmuşlar, adı Soner Kurtulmuş, yüzü ve sözüyle belgesele renk katmış. Sanırım Şamil Ağagil familyasından, sevdim Soner’i.
Ve barlar…
Bizim Köylülerin Manzum Hikâyesine götürüyor yine beni:
Binali Selman zurna, babası Sokko Musa mey çalsın
Davul oynatır mı Yaşar meydanda
Şenlenir mi yine bütün Kısanta?
Yok, artık Binali ve Yaşar yok ama Galogilin Serdar var, Serdar Eslek çalıyor zurnayı, hem de Binali’yi aratmadan.
Peki ya bar başı?
Hamdi Dedem saklar asıl yaşını
Yok, artık Binali ve Yaşar yok ama Galogilin Serdar var, Serdar Eslek çalıyor zurnayı, hem de Binali’yi aratmadan.
Peki ya bar başı?
Hamdi Dedem saklar asıl yaşını
Hamit Ağa çeksin bar'ın başını
Hafız Emi güldalı'nı oynasın
Düğün evi izlemeye doymasın
Bar’ın başında Hamit Ağa yoktu, Hafiz Emi de yoktu ki Güldalını oynasın. Ama barın başındaki (ne yazık ki kim olduğunu bilmiyorum) Hamit Ağa kadar usta idi.
Belgeselde de denildiği gibi aslolan sıladan bir mutluluk resmi çıkarabilmek, bu resim çıkmış Demirözü’nün bu ilk belgeselinde, bazı eksiklikler olsa da. Onlar da bir at ile bir deve değiller ha, diyelim gitsin: Belgeselde hiç kadın yok. Olmalıydı. Demirözü sokaklarına girilmemiş, hep çevrede dolaşılmış, insan çekimleri çok yok, birkaç anı da olsa olmalıydı, iyi olurdu.
Ama bir şey vardı ki beni mest etti, sırf bundan dolayı bile bu gençleri yürekten kutlamam gerekir. Patates közleme yapılıyordu tezek ateşinde. Bu benim özlemim, Hakan’a da dedim ve yazmıştım da Yeniçağ’da. O yazdıklarımla bitireyim, bütün yerdeşlerimi bu belgeselden alıp izlemeye davet edeyim:
TEZEK KÖZÜNDE KÖZLEMELERİM
Böylesi bir yaz vız gelir bana vız
Bar’ın başında Hamit Ağa yoktu, Hafiz Emi de yoktu ki Güldalını oynasın. Ama barın başındaki (ne yazık ki kim olduğunu bilmiyorum) Hamit Ağa kadar usta idi.
Belgeselde de denildiği gibi aslolan sıladan bir mutluluk resmi çıkarabilmek, bu resim çıkmış Demirözü’nün bu ilk belgeselinde, bazı eksiklikler olsa da. Onlar da bir at ile bir deve değiller ha, diyelim gitsin: Belgeselde hiç kadın yok. Olmalıydı. Demirözü sokaklarına girilmemiş, hep çevrede dolaşılmış, insan çekimleri çok yok, birkaç anı da olsa olmalıydı, iyi olurdu.
Ama bir şey vardı ki beni mest etti, sırf bundan dolayı bile bu gençleri yürekten kutlamam gerekir. Patates közleme yapılıyordu tezek ateşinde. Bu benim özlemim, Hakan’a da dedim ve yazmıştım da Yeniçağ’da. O yazdıklarımla bitireyim, bütün yerdeşlerimi bu belgeselden alıp izlemeye davet edeyim:
TEZEK KÖZÜNDE KÖZLEMELERİM
Böylesi bir yaz vız gelir bana vız
Çekip gider yanımdan ve yâdımdan
Yedi yabancı misali
Bronz tenler ki
Yaz ordusunun üniforması
Deniz, güneş, kum işte o kadar
Böylesi yaz bana boşuna avaz gelir...
Yazın bana çok gelmesi için şartlarım vardır
Ağır mı ağır
Bir kucak yaban tezeği toplanmış olmalı kırlardan
Bir ocak kurulmalı deli düz ortası ya da dibine bir tepenin
Sonra yeni sökülmüş birkaç kilo kadar kartol (patates yani)
Ve birkaç lazut, bildiğin mısır
Bunlar bu ocağın közünde közleme olacaklar
Bu ocağın közünde bir güğüm de çay demlenecek
Şimdi tamamdır işte!
Yaz gözüme girmiştir
Bu sahneler bağımlılık yaratan dilek
Özümle özdeş bir özlemlilikle
Yaşamak istediğimdir her yaz.
Tatlarım, tatlı muratlarım bizim oralarda
Çocukluktan, gençlikten utkusal aparımlarım
Nicedir ki yaşamamışım dostlar bu “utkusal aparımlar”ı...
Ve özler dururum; tezek közünde közlemeleri
Öyle işte... Size garip gelse de...