Hâkimiyeti Milliye yazılarında Komünizm, Bolşevizm, milli ordu, kızıl ordu…

Abone Ol
Atatürk Sivas Kongresi sırasında Sivas’ta bir de gazete çıkarır, adı: İrade-i Milliye… Kongre biter, Ankara’ya hareket edilecektir, Mustafa Kemal Paşa, İrade-i Milliye’yi de birlikte götürmek ister. Gelgelelim Sivaslılar buna razı olmazlar, Paşa’dan kalmasını rica ederler, böylece İrade-i Milliye onların olur.

Paşa, 27 Aralık 1919 günü Ankara’ya gelir ve ayağının tozuyla 10 Ocak 1920 günü Hâkimiyet-i Milliye adına yeni bir gazeteyi çıkarmaya başlar. Bu gazete Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin yayın organıdır.

12 Ocak’ta Kâzım Karabekir’e gönderdiği bir şifrede Mustafa Kemal Paşa bu gazeteyi şöyle müjdeler ve bilgi verir: “Burada Hâkimiyet-i Milliye isminde bir gazete çıkarıyoruz. Görünüşte özle bir gazete halindedir. Yazıları Heyeti Temsiliyemiz tarafından verilmektedir.”

Bu gazetede yayımlanan yazıların çoğunun Atatürk tarafından kaleme alındığı bilinen bir durumdur. Kendi yazmasa bile yazılanları kontrol ve redakte etmiştir.

Bu gazetenin ilk başyazarları; Hamdullah Suphi, Hüseyin Ragıp, Ağaoğlı Ahmet’tir. 1923’ten sonra Recep Peker, 1924-1931 arasında Mahmut Soydan, 1931 sonrasında ise Falih Rıfkı Atay görev yapmışlardır. Gazetenin yazar kadrosu da son derece seçkindir: Mahmut Esat Bozkurt, Aka Gündüz, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yahya Kemal Beyatlı, Ruşen Eşref Ünaydın…

Hâkimiyet-i Milliye, Anadolu’da sevinç ve ilgi ile karşılanır ve çok okunur. Ve Anadolu’da ulusal bilincin gelişmesi ve milli hareketin örgütlenmesinde büyük katkısı olur.

Bu gazete ve çıkan yazılar hakkında kitap olarak yayımlanmıştır Kaynak Yayınları’nca.(1)  Geliniz şimdi o kitaptan seçtiğimiz son derece ilginç yazılardan bölümleri birlikte okuyalım. Bu yazılar Milli Mücadeleyi yürüten kadronun ve Atatürk’ün; Bolşevizm’e, Komünizm’e, Sovyet Rusya’ya bakışını ve yakınlığını açıkça yansıtmaktadır. Bu yakınlık bir teslimiyet ve tekrar yakınlığı, taklit yakınlığı asla değildir; eleştirel, özgür ve akılcı bir yakınlıktır.

Evet işte seçtiğimiz yazıların ilgili bölümleri:

Türk Bolşevik İttifakı (5 Ekim 1920)

(…) Türk-Bolşevik İttifakı, hayli uzun devam eden müzakerelerden sonra Sovyetler Cumhuriyeti, müdafaa ettiği dava ile, müdafaa ettiğimiz dava arasındaki ortaklık ve hatta birliği hissetmiş ve dolayısıyla iki millet mukadderatına hâkim olan bu birlik noktasını resmen teyide karar vermiştir.

Türklerle Bolşevikler yahut Türk Milleti ile Rus Milleti, aynı Doğu’nun milletleridirler; birinin başındaki dert, diğerinin de başında vardır. Aynı mutlakıyet idaresi, aynı bürokrasi her iki millete de hâkim bulunuyor ve her iki milleti de eziyordu, aynı mutlakıyet idaresi, aralarında hiçbir anlaşmazlık sebebi bulunmamak lazım gelen iki milleti dünkü dünyada hâkim olan ihtiras siyasetinin doğurduğu sebepler altında uzun asırlar birbirine düşman olarak tanıtmıştı. Fakat her iki milletinde başından mutlakıyet idaresi kalktığı zaman derhal anlaşıldı ki, arada bir anlaşmazlık sebebi bulunmamak lazım gelir ve yoktur.

(…) Yeni Rusya ve yeni Türkiye el ele, dünyayı emperyalist zulmünden kurtaracak hareketin öncüleridir.

Cereyanlar (9 Ekim 1920)

(…) Her şeyden evvel ve her türlü yanlış anlamaya mâni olmak için şunu haber verelim ki, Hâkimiyet-i Milliye bu cereyanlar arasında en ileri gideninin önünde bulunmayı, yahut daha açık bir ifade ile dünyanın yalnızca manzarasını değil, hatta temellerini de değiştirmeye doğru giden komünizm hareketinde icap ederse azami programın dahi savunucusu olmayı bugün değil, çoktan beri mesleğine kaydetmiş bulunuyor. Hâkimiyet-i Milliye, Tanzimatçı ruhlu taklit bir komünizmi değil, Türk ve Anadolu toplumsal bünyesinin istediği hakiki ve verimli bir komünizmin savunuculuğunu yapmayı, Türkiye’yi hakiki bir selamete çıkarmak işinin esası ve temeli sayar. İşte bunu söyledikten sonra bu cereyanları dikkatle inceleyebiliriz:

(…) Komünizm hareketi gibi bir devrim, yahut genel manasıyla şu Anadolu halkına dahili ve harici, azıcık da olsa sükun ve rahat verecek herhangi bir değişim, Hâkimiyet-i Milliye’nin aziz ve kutsal tanıdığı bir hadisedir. Hâkimiyet-i Milliye ister ki, millet işlerinde kendi kendine ve yalnız kendi hâkimiyeti altında, yalnız kendi hayrı, kendi selameti ve bağımsızlığı için hâkim olsun. Madem ki bu ereği sağlayacak araçların en iyisinin komünizm olduğu muhakkaktır, Hâkimiyet-i Milliye tabii ki onun en hararetli savunucusu olacaktır. Ancak tıp doktorlarının olduğu kadar, toplumbilim doktorlarının da kabul ettiği bir hakikat vardır ki, her ilaç her bünyede aynı etkiyi yapamaz veyahut her ilaç her bünyede aynı tarzda ve aynı miktarda verilmek suretiyle kullanılmaz. Dolayısıyla Anadolu’nun toplumsal bünyesinde bu kuvvetli ilacı kullanmak isteyenler evvela ciddi inceleme ve denemeler yapmak mecburiyetinde bulunulduğunu inkâr ederlerse, ilim ve fennin hakikatleri aleyhinde yürümüş sayılırlar.

Rus Bolşevizmi Türk Komünizmi
(16 Ekim 1920)

Rusya’da kanlı bir ihtilal, Bolşevizm namını taşıyan koskoca bir komünizm devrimi oldu. Türkiye de aynı yola paralel olarak aynı istikamete doğru gidiyor. Bu yürüyüşün düzenlenmesi ile meşgul olanlar için bu devrimsel olayın bütün ruhunu iyiden iyiye incelemek, onu anlamak ve bu anlayışla orantılı bir hat ve hareket çizmek lazım olduğuna göre, bugün de Rusya’da gerçekleşen Büyük Bolşevik Devrimi ile Türkiye’de geçekleştiğini görmek istediğimiz komünizm arasındaki özellikleri incelemek arzusundayız.

Rus Bolşevizmi ile Türkiye komünizmi arasında biri köken ve diğeri de uygulama biçimi bakımından iki büyük özellik göze çarpar. Rusya’da bu komünizm, müthiş bir mutlakıyet idaresinin, memleketin her köşesine dağıttığı aristokrat ve türeme aristokrat sınıflarının pek ağır baskıları altında doğmuş ve aynı baskı altında büyümüştür.

Rus ihtilali edebiyatını okuyunuz: Avrupa’nın başka hiçbir ülkesinde ve hiçbir devrinde bu kadar ateşli ve bu kadar kinli bir edebiyat daha yoktur. Tolstoy bile kendisi ihtilal yanlısı olmadığı halde, eserleriyle Rus yoksulları arasında kindarane bir ihtilal için istemeyerek ne kadar tohum saçmıştır. Bir asır kadar süren Fransız ihtilal hayatında dahi Rus ihtilal edebiyatına benzer bir şey yoktur. Sebebi şudur ki, Rusya’da o müthiş çarlar baskıcılığı ve soylular saltanatı bir yandan, ilim ve edebiyat incelemeleri de bütün şiddetiyle diğer taraftan birlikte yürümüşlerdir. Bir yandan çarlar ve baskıları hüküm sürerken, öte yandan da Rusya’da sanatsal hisler, bilimsel ve felsefi düşünceler büyük bir feyz ve güçle bütün Rus halkını sarsıyordu.

Türkiye’de böyle olmamıştır; Türkiye, dışarıda muzaffer olmadığı için, bütün dünyada ilim ve sanat feyzinin güçlü bir biçimde yayıldığı dönemlerde bunlarla uğraşmamıştır. Dolayısıyla Türkiye’de ne yüksek bilimsel ve felsefi düşünceler, ne de derin ve yeni sanat duygusu oluşmamıştır. Türkiye’de değil bir ihtilal edebiyatı, hatta milli edebiyat bile pek yeni, ancak son yıllarda kendisini göstermiş, yeni yeni doğmaya başlamıştır.

Dolayısıyla Türkiye’de komünizm, milletin ruhundan gelen yakıcı, yıkıcı, kırıcı ve dökücü bir ihtilal ile gerçekleşecek değildir. Çünkü bu devrim doğuşu itibariyle bunu hazırlayacak bir ihtiyaçtan gelmiyor. 

(…) İkinci bir özellik noktası da şuradadır: Rusya’da böyle bir devrimi yapmaya kalkanların ellerinde gayet kuvvetli bir silah vardı. Rusya’da köylü kitlelerini senelerden beri ezip bitirmiş arazi sorunu gibi koskoca bir sorun bulunuyordu. Devrimi bu kadar seri, ani ve kahredici yapmaya karar verenler bunu kullandılar. Onlara pek kolay anlayacakları maddi bir değişim ve devrim amacı gösterdiler: “İsyan ediniz!” dediler. “Bugün üzerinde amele ve esir olarak çalıştığınız bu topraklar sizin olacaktır!” Halk, Tolstoy’un felsefesinden, Marx’ın teorisinden, Gorki’nin edebiyatından çok, bu topraklar için ayaklandı. O topraklara kavuştukları zaman da devrimi anladılar ve sevindiler.

Türkiye’yi komünizmin halk kitleleri için kesin olarak hayırlı bir geleceğine götürmek isteyenler, Bolşevizm derecesinde seri ve ateşli bir devrim için ne Rusya’daki biçimde bir doğuş ve hazırlayış, ne de onda böyle güçlü bir silah görmüyorlar. Dolayısıyla Rusya’da Bolşevizm’in kullandığı ihtilal yöntemlerini burada uygulamaya kalkışmak kadar devrimcilikten habersizlik tasavvur edilemez. Bolşevik devrimi, tüm komünizm hareketleri için bir örnek model değil, pek değerli, pek canlı, pek görkemli bir rehberdir. Bu rehberden yararlanmayı, onun gösterdiği yollardan gitmeyi ne kadar arzu edersek, onun yöntemlerini biçim olarak olduğu gibi uygulamaktan da o derece sakınırız.

Her şeyde körü körüne taklitçilik fenadır; özellikle de devrimcilikte!


Sağdan Sola Doğru
(6-7-8 Mart 1921)

(…) Şüphesiz dünya cereyanı devamlı olarak sağdan sola doğru gidiyor ve bizim de yöneleceğimiz istikamet, elbette bu olacaktır. Fakat yalnız bu istikamete işaretle yetinirsek, eksik bir hüküm vermiş oluruz. 
Milli Ordu-Kızıl Ordu (14 Şubat 1921)

(…) Tarihin çeşitli dönemlerinde birbirine benzer birçok vaka kaydedilmiştir. Ancak Asya’nın ruhundan, Avrupa’nın zulmüne ve emperyalizmine karşı doğan bu iki ordu kadar emelde, yöntemde ve başarıda ikizlik gösteren bir durumu gözlemlemek cidden güçtür.

Olayın nasıl ikiz olarak gerçekleşip yürüdüğünü anlatalım:

1-Kızıl Ordu, Sovyet Rusya’yı savaşla ve siyaseten boğmak isteyen emperyalistlere karşı mücadele açtı. Milli Ordumuz da aynı emperyalistlerin doğrudan ve dolaylı olarak Anadolu’ya suikasta gelen ordularıyla savaştı. Her iki ordu da kapitalist Avrupa’nın Asya’daki iştahını söndürmek için kan döküyor. Dolayısıyla iki ordunun davasında, ruhunda ve emelinde birlik var.

2-Sovyet Rusya, kendisini savunmak için başkentini Petrograd’tan Moskova’ya nakle mecbur oldu. Anadolu milli hükümeti de savaşımını yürütmek için merkezini İstanbul’dan Ankara’ya taşımayı gerekli gördü.

3-Kızıl Ordu, hükümetinin selameti için önce içeride İtilaf devletlerine araç olan birtakım düşmanları, orduyu içeriden yıkmak isteyen gerici generalleri cezalandırdı. Tıpkı Milli Ordu’nun Zeki Paşa’ları, Süleyman Şefik’leri ve uşaklarını hezimete uğratarak geldikleri yere göndermesi gibi.

4-Kızıl Ordu; Kerenski, Çirinof, Milikof gibi İtilaf’a oyuncak olan politikacıların faaliyetlerini engelledi. Anadolu’nun bölüşülmesine karşı çıkan Milli Ordu’nun yükselttiği itiraz sesi de Damat Ferit, Sadık, Mustafa Sabri gibi İngilizlere satılmış hainlerin uğursuz faaliyetlerinin iflasına hükmetti.

5-Kızıl Ordu, İtlaf Devletlerinin Sovyet ülkesine sevk ettiği bütün Rus gericilerini kahretmeyi ve tepelemeyi başardı. 1919’da General Denikin’i İstanbul’a kaçırdı. Aynı yılın Şubat ayında Petrograd’a 30 km kadar yaklaşan Yudeniç’i kesin yenilgiye uğrattı. Kolçak’ı 1920’de Irkutsk’ta tutsak aldı. Ve nihayet bu Ekim’de en büyük düşman Vrangel ve ordusunu denize döktü.

Milli Orduya gelince, kendi arasından çıkan düşmanları aynı başarıyla ezdi. Zeki Paşa’nın padişah iradesiyle gelen Kuvayı Tedibe’sini layık olduğu biçimde cezalandırdı. İngilizlerin ve Damat Ferit’in kılıcına bu kadar ümit bağladıkları Anzavur, Altıncı Sultan Mehmet’in arkasına giydirdiği mirimiran rütbesine karşın, bir güzel dayak yedi. Ve çetesine elde ettiklerini dar görmeye başlayan Ethem haini de kendi hezimetinden başka Yunanlılara da İnönü hezimetini yaşattıktan sonra, adını sanını ortadan silip kayboldu. Milli Ordu’nun bu başarılarına, Yozgat ve Konya isyanlarını tepelemekteki sürat ve kudretini de eklemek gerekir.

6-İngiltere ve Fransa, Sovyetlere karşı bir süre Lehistan’ı, Finlandiya’yı, Letonya’yı ve Slovenya’yı kullandılar. İngiltere ve Fransa, Türkiye’ye karşı doğudan Ermenistan’ı, batıdan Yunan Ordusunu, güneyden Fransız askerini saldırttılar.

Fakat çok geçmeden Slav Birliği’nin eski üyeleri, selametin Avrupa hükümetlerinden çok Sovyetler’den geleceğini anlamış, Moskova ile barışlarını yapmış bulunuyorlar. Ermenistan da Mili Ordu’dan silleyi yedikten sonra aklını başına aldı, İngilizlerin kışkırtmalarına kapılmaktan vazgeçti ve bizimle barışa mecbur oldu. Anadolu seferini on beş günde bitirmek niyetiyle gelen Venizelos ve Konstantin ordularının da yakında aynı akıbete uğrayacaklarına şüphe yoktur.

Kısacası Milli ve Kızıl Orduların ikisi de aynı yetenek, aynı güven ve aynı cesaretle ülkelerini ve amaçlarını istilaya gelen cihan haydutlarına karşı aynı safta, birisi kızıl ihtilal bayrağının zaferini, diğeri al Türk bayrağının namus ve şerefini kurtarmışlardır.

--------


1) Kurtuluş Savaşı’nın İdeolojisi Hâkimiyet-i Milliye yazıları