Her seçim bir şey söyler
Her seçimin bir şey söylediği kesindir, fakat bu seçim sonuçları çok şey söylemektedir. Şüphesiz seçim sonuçlarının, sosyal bilimlerde ele alınan, çeşitli parametrelere göre belli bir yöntem çerçevesinde analizini yapmak gerekmektedir. Biz şimdilik bunu bir tarafa koyarak bu seçimin "anlamı çerçevesinde", neler söylediğine bakmak istiyoruz.
Bu seçimin ana teması 17 Aralık'ta şekillenmiştir denilebilir. 17 Aralık müdahalesi, doğrudan doğruya siyaset kurumunun, meclis, hükümet ve başta Başbakan olmak üzere, bütün aktör ve unsurlarına yönelmiş bir saldırı olduğundan buna karşı ortaya konulan tavır, neredeyse seçim sürecini belirlemiştir.
Başbakan'ın aldığı tavır, siyaseti kurumsal olarak kucaklayan bir vaziyet almıştır. Başbakan Erdoğan'ın demokrasinin bütün kurumlarını savunması karşısında, muhalefetin tavrının, saldırıyı yapanlarla paralel bir duruş sergilemesi, meselenin kopma noktasını oluşturmuştur.
Demokrasi bilinci
Muhalefetin seçim sürecinde yaptığı bu temel hata, herhangi bir taktik hatası değil, "politik stratejik bir hata"dır. Bu bakımdan bu seçimler "demokrasiye karşı baştan kaybetmiş bir strateji"yi benimseyen muhalefetin mağlubiyetini kaçınılmaz hale getirmiştir. Muhalefetin kaybetmesi, siyaset kurumunun, siyaset dışı, anti-demokratik bir sivil yapıdan, bürokrasi içine yerleşmiş bir örgütlenmeden gelen saldırıya cevap verememesiyle ilgili olduğu kadar, onun bu saldırısından siyasi beklenti içine girmiş olmasıyla da ilgilidir.
Bu seçimin sonuçlarını, başka bir ifadeyle söylediklerini bu bağlam içinde değerlendirmek gerektiği açıktır. Bu açıdan üzerinde durulması gereken ilk husus, milletin "demokrasiye sahip çıkmasıdır." İlk demokrasi tecrübesi 27 Mayıs darbesiyle kesilen, arka arkaya gelen askeri darbe ve müdahalelerle demokrasiyle "kendi var olma hakkı" arasında, tecrübeyle bir ilişki kuran halkın, militarizm karşısında "demokrat bir tavır" benimsediği söylenebilir.
Bununla beraber, bu "demokrat olma hali"nin, sivil bir örgütten, üstelik sözsel olarak aynı "geleneksel değerler içinden konuşan" bir cemaatten gelen müdahale girişimi karşısında nasıl bir tutum takınacağı bu seçimle ortaya çıkmıştır. Ben bunu, Türkiye'nin muhafazakar unsurlarının, siyaseti demokratikleştirirken, kendisinin de dönüşüme "patrimonyal kültüründen", demokrasiye doğru geçiş olarak, nitelemeyi doğru buluyorum.
Devlet bilinci
Seçimin söylediği ikinci şey, Türk halkının milli hassasiyetleridir. 25 Mart'ta ortaya çıkan ülkenin dış politikasına dönük "ihanet" ve "casusluk" faaliyeti düzeyindeki, aşağılık davranış karşısında ortaya çıkan tepkidir. Bu tepkinin CHP tarafından paylaşılmamasının "psikolojik sebepleri" olabilir fakat MHP'nin üst yönetiminin de bu meseleye kayıtsız kalmasının, seçim sonuçları üzerinde tesiri olduğu söylenmelidir. Burada gözden kaçırılmaması gereken esas nokta, Türkiye'de "devlet" meselesiyle "demokrasi" hassasiyetinin kesişmesi ve bunun "ana akım oy davranışı" halinde seçim sonuçlarına yansımasıdır.
Üçüncü mesele ise, seçimin dış dünyaya söylediğidir. Burası, bir üçüncü dünya ülkesi değildir. Burası Müslüman, demokrat ve modern bir ülkedir. Türkiye'yle ilişkilerinizi, soğuk savaş dönemi psikolojisiyle, üstenci bir anlayışla, ülkeyi istikrarsızlaştıracak müdahalelerle işbirliği yaparak sindiremezsiniz.
Bundan sonra batının, bugüne kadar Türkiye'de ilişkilerini sürdürdüğü çevrelere bakarak eski tarzda politik ilişkilerini devam ettirmesinin mümkün olmadığını görecek bir rasyonaliteyle yeniden durumu değerlendireceğini tahmin etmek zor değildir. Bir müttefik ülke olarak Türkiye'nin konumunun belirlenmesinde, herhangi bir periferi ülkesi gibi davranılamayacağını seçim sonuçları bir kere daha ortaya koymuştur.
Bu mesajlar alındı mı, alınacak mı dersiniz?