Kulaktan dolma bilgilerle, endişe ve korkularla yaşamı yaşanmaz kılıp, sağlığınızın doğal akışını bozmayın. Tıp fakültesinin ilk sınıflarındayken, hangi hastalığı okursak o hastalıktan kendimizde bir şeyler arardık ve sonunda da bulurduk. Günümüzde sağlıkla ilgili bilgiler internette, gazetelerde, televizyonlarda, dergilerde doğru yanlış ortalığa saçılmaya başlandı. Dikkatimi çeken bunları okuyan ve izleyen insanlar bizim tıp fakültesinin ilk sınıflarında yaşadığımız hastalık hastalığına yakalanmış olması.
İnsanlar kendilerine güzel duygular, sevgiler ya da doğayla kurulmuş dostluklar yerine hastalıkları aşılıyor. Bazen de farkına varmadan onlarla ilgili ilaçlar kullanmaya başlıyor.
İnsanoğlunu doğadan giderek koparan teknoloji, kendisiyle beraber hastalıkları da taşıyor. İç dünyamıza ve dış dünyamıza.
Görmüyoruz, duymuyoruz
Artık bir otu, dalında açan bir çiçeği göremez oluyor gözlerimiz. Çok güzel öten bir kuş sesini duyamaz oluyor kulaklarımız. Büyük kentin uğultusu bizim müziğimiz oluyor, kirli havası da doğamız.
Kendimize, dostluklarımıza, sevgilerimize ayıracağımız zaman kalmıyor şehrin hırgürü arasında. Bu toz bulutu içinde de sağlığımızı korumaya çalışıyoruz. Yediğimiz gıdalar sağlıksız, içtiğimiz su sağlıksız, soluduğumuz hava sağlıksız, böyle bir yaşamda sağlıklı düşünebilir mi beyin? Sağlıklı olabilir mi bir beden? Sağlıklı olabilir mi bir ruh?
Yarınını göremeyen, onunla ilgili kaygıları olan bir yürek normal çalışabilir mi, içinde güzel şeyleri, güzel duyguları barındırabilir mi?
Bahar dallarına, kaç kişi bakacak?
Gerginlik dediğimiz iç ve dış dünyamızda kendimizin kurguladığı örümcek ağları değil mi? Kurtulmak istedikçe daha çok o ağlara dolaşan bizler değil miyiz çaresiz kelebek gibi?
Önümüz bahar; bahar dallarına kaç kişi bakabilecek, onların güzelliklerini kaç kişi özümseyebilecek acımasız hayat mücadelesi içinde? Kaç kişi gülümseyebilecek kendisine merhaba diyen bahara?
İşte bunları yaşayamadığımız için hasta dünyamızda onun yarattığı hastalıkları da birer parçamız haline getiriyoruz. Bugün güzel olmayan, bizi üzecek neler olacak kaygımız var.
Metin Münir’in 05.03.2010 tarihli Milliyet’teki köşe yazısında çok güzel anlattığı, toprağa düşen bir bademin filizleriyle olan arkadaşlığını ve birlikteliğini kaç kişi görebilecek ya da hissedebilecek bu hoyrat dünyada?
Güzel duyguların sağlığın parçası olduğunu kimler çevresindekilere anlatacak?
Bu tür yazıların okuyucularına kendini iyi hissettirdiğini ne zaman kavrayacak köşe yazarlarımız kavganın ve polemiğin egemen olduğu basınımızda?
Bağırdığınız zaman, hem kendi sağlığınızla hem de bağırdığınız kişilerin sağlığıyla oynadığınızı düşünün; o anda vücudunuzda sizin sağlığınızı tehdit eden hangi hormonal değişimler oluşuyor? Buna bağlı olarak hangi damarlarınız daralıyor? Tansiyonunuz nerelere çıkıyor ya da kandaki şekeriniz? Vücudunuzda ne gibi hasarlar oluşuyor? Bu soruların da cevabını bilmenizde fayda var. Belki o zaman bağırmazsınız.
Bir dahaki baharı göremeyecek insanlar yaşıyor aranızda. Onun için baharla sağlığınızı arayın.
Düşünün ki toprağa düşen bir tohum kendisi için zararlı olanlardan korunmak bağlamında yaşama tutunmak için zehirli enzim salgılıyor, kuşlardan ve böceklerden korunuyor.
Bizler mükemmel yapı olarak zehirlerimizi bize zarar vermeyenler için kullanıyoruz incitici davranışlarla, birbirimizi sevmeyerek ve toplumun içine düşmanlık tohumları ekerek. Bu tür davranışlar hem kendimize hem de karşımızdakine zarar veriyor.
Düşmanlık tohumlarının ekilmediği, dostluğun çiçek verdiği baharlarda buluşmak ümidiyle…