Hanım saat kaç?

Abone Ol
Bir!

Sağa dön,  olmadı sola dön…
Yine olmadı!

İki, üç…
Uyku nerede?

-Ah ulan şu kira da hemen geliyor!

Uyku yok, kitaplar okunmayı bekliyor:
-Kitap mı okusam?

Önce yataktan sessizce kalkıp, masa başına küçük adımlarla vardı, elinde kitap:
-Ne kitabı bizim kredi de yaklaştı!

Kitabı masaya bırakıp, mutfağa büyük adımlarla geçiyor, birkaç isteksiz volta…  Dilinden dökülen:
-Yahu mutfakta daracık!

Eşini uyurken izlemek isteyen kadın, önce eliyle yokluyor yanını, karanlıkta mahmur gözlerini gezdiriyor, yatak boş, yeri soğumuş:
-Nerede bu adam!

Kalplerde ağrı, gözlerde nem… İki kişi yatıyoruz lakin kalpler yalnız! Yastıkla birlikte ayırdık kalpleri kimse farkında değil!

Ah hayat, şartların bizi yuva kurmaya değil şirket kurmaya itti…

Dört, beş…
Bir ses, karanlığı ve sessizliği bölüyor; Ezan-ı Muhammedîye!

Altı!
-İnsanlar nerede?

Camii cemaati avluda, fısıltılarla konuşarak sokaklara, oradan da evlerine dağılıyorlar…
-İnsanları gördüm!

İlk otobüs geçiyor! Otobüs hınca hınç insan, sahi insanlar nereye gidiyor?

Yedi!
Açılan apartman kapılarından sırtlarında gövdeleri kadar çantaları olan çocuklar, kimi servise binerken, kimi otobüs bekliyor.

Yağmur…
Cam çerçeveli arabasının buğusunu silen simitçi, sokağı enfes simit kokusu kaplıyor.

Sekiz!
-Bir simit mi alsam?

Cebini yokluyor, para yok, sadece otobüs bileti…

Evlerinden sokaklara dökülüyor insanlar, sokaklardan caddelere akıyorlar, korna sesi, bir uğursuz karga ötüyor!

Başı önünde homurtuyla yürüyor:
-Ben böyle hayatın ta…

Dokuz…
Cadde araç seli, korna sesi ve motor gürültüsü…
Yağmur şiddetlendi, otobüs gelmedi. 

On, on ikiye ramak kala, herkes saate bakıyor, amirinin duymayacağı tonda:
-Saat kaç?

Ses yok!

On üç, on dört, on beş…
On altı, on yedi!

Mesai bitti. Kuşlar yuvaya döndü, çocuklar pansiyona, sokak lambaları yanıyor, saat ömrümüzden gidiyor!

Aile nerede?
Anne işte, baba işte…

Ve birkaç martı, ağlaşıyorlar mı ne?
-Ulan kalk git ne martısı!

Saat kaç?
Önce pazara, sahi pazar kaldı mı? Yahu cepte para da kalmadı!
-Evin önünde süper market, hem kredi kartı da geçiyor…

On sekiz, on dokuz, ana haber!
Başlangıç, makyajlı bir spiker, makyajı kusursuz! Kusursuz makyaj sadece yüzündeki çukurları değil söylediği yalanları da örtüyor… “Ülke güllük, gülistanlık!”

-Hanım kalk! Gül toplamaya gidiyoruz…
-Bu adam delirdi! Canım çıktı akşama kadar!

Saat yirmi, yemekler yenildi, elinde kitap ve defterle geliyor ufaklık:
-Baba dersim var! Filan yeri anlamadım…

Dizi bekliyor, çocukta kimmiş?
-Ne dersi kızım, sen okula niye gidiyorsun? Ah sizi öğretmenler! Yiyip, içip yatıyorsunuz, yılın yarısı zaten tatil…

Ufaklığın başı önünde, gözlerinde biriken ürkek yaşlar elbisesine dökülerek odasına dönüyor!
Dizi bitti, hanım yorgun, borç çok…
Sahi hanım saat kaç?
Saati yakalamaya çalışırken, hayatı;
Kaçırıyoruz!
Kaçıyor!
Kaçtı…

Aslında bu bizim hayatımız, bizden alıntı, güllük gülistanlık güzel ülkemizden! Gecekondular içinde sarayı, sarayda çıplak padişahı ve padişahın dalkavuk soytarısı olan güzel ülkemde insanlar neden aç?

Kahvehaneden bir ses yükseliyor:
-Susturun şu komünisti!